21 Nisan 2009 Salı

Mata Hari - Margaretha Geertruida Zeller (7 Ağustos 1876-15 Ekim 1917)

Hollanda asıllı olan Mata Hari 'nin asıl adı, Margaretha Geertruida Zeller dir.(7 Ağustos 1876 Leeuwarden -15 Ekim 1917 Vincennes) Danscı ve sözde Casus, I. Dünya Savaşı yıllarında Almanlar hesabına çalıştığı için idam edilen Mata Hari nin ismi Malay dilinde Şafağın Gözü anlamına geliyor.Hollandalı bir iş adamının kızı olup,Okul çağında bir Manastırda eğitim gördü. 18 yaşındayken Hollanda ordusun da görevli İskoç asıllı bir Subayla evlendi.Kocasının vazifesi sebebiyle bir müddet Amsterdamda bir sürede Java Adasında bulundu.



Hollanda'ya döndükten sonra kocasından ayrılarak Paris'e yerleşti. Burada dans etmeye başladı. ve kısa bir sürede meşhur oldu. Şöhreti, Paris Londra,Viyana,Berlin ve Roma gibi Avrupa şehirlerine yayıldı. Bu Ülkenin Hükümetlerinde görev yapan önemli kişilerle yakınlık kurdu.
Almanlar Mata Hari'yi Alman gizli servisine aldı. I.Dünya savaşından birkaç yıl önce,Almanya'nın Löerrach şehrindeki Alman Espionaj okulunda casusluk üzerine eğitim gördü. Bu arada Berlin Polis Şefiyle yakınlık kurdu. Alman Gizli Servisindeki Kod Numarası H-21 olan Mata Hari,1915 te tekrar Fransaya döndü.



Fransız Gizli Servisi Mata Hari nin Almanlar hesabına çalışan bir casus olduğunu bilmesine rağmen,herhangi bir müdahelede bulunamıyordu. Mata Hari nin Fransız ve Hollanda Hükümetlerinde Nufus sahibi kişilerle yakın teması vardı. ve hazırlanan tuzaklardan kurtulmayı ustalıkla başarıyordu.Fransız,İngiliz,Rus subay ve Devlet Adamlarından topladığı çok gizli Askeri bilgileri kızına yazılmış masum mektuplar halinde özel diplomatik kurye ile Paristen Almanlara ulaştırıyordu. Alman Askeri ve Denizcilik istihbarat Başkanlarıyla toplantılara katıldığı Madrid ten Parise döndükten sonra 13 Şubat 1917 de tutuklandı.



Yıllardır hakkında toplanan belgelerin en önemlisi,Madrid seyahatinde Madrid Elçiliğinden
Alman Askeri Merkezine kendi kodu H-21 İle gönderdiği ve yolda ele geçirilen telgraftı. Madrid dönüşü alacağı 15.000 ispanyol pesosu tutarındaki çek tutuklandığı zaman üzerinde bulundu.Bir diğer delil de 1915 te Fransaya dönmesinden önce Alman Gizli Servisinden aldığı 30.000 marklık senetti.Mahkeme nin söz konusu paralarla ilgili suçlamasını,hediye aldım diyerek reddeden Mata Hari, kuvvetli delil bulunmamasına rağmen idama mahkum edildi. ve 15 Ekim 1917 de kurşuna dizildi.



İdama giderken gayet soğukkanlı olan Mata Hari, Bu Fransızlar beni öldürmekle ne kazanacaklar,Savaşı mı kazanacaklar ? diye yanındakilere dert yanmıştır. Kurşuna dizilirken gözlerini bağlatmayarak bir cesaret ve soğukkanlılık örneği göstermiştir.

Fransa'nın Sembolü - Eyfel Kulesi (La Tour Eiffel)

Eyfel Kulesi 1887 - 1889 yılları arasında Gustave Eiffel'in Firması tarafından, Fransız Devriminin 100.yıl kutlamaları çerçevesinde inşa edilmiştir. Aslında Kulenin Mimarı Gustave Eiffel değildir. İsviçreli Maurıce Koechlin'in siparişi üzerine tasarlayan Stephen Sauvestre'dir. Meslekdaşı Emile Nouguier ile beraber ilk tasarımları yapılmıştır.Kulenin 7.739.401 frank 31 sent tutan inşaat masrafları Gustave Eiffel'in tahminlerinin 1 milyon frank üstündedir. 1889 yılındaki açılış tarihinden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince,yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4 ü çıkartılmıştır. Böylelikle Eyfel Kulesi daha başından kazanç sağlayan bir şirket görünümüne bürünmüştü.



3.000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle biraraya getirdi. Hiç ölüm vakası yaşanmamış olması o günün şartlarında şaşırtıcı bir durumdur.Ancak bu arada kule,onu bir utanç lekesi olarak gören Paris Halkının tepkisinide çekmiştir.Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzettikleri,bir Fabrika bacası gibi Paris'in görsel itibarını zedeliyeceğini
ileri sürmüşlerdir. Böylelikle Devrin Sanatçı ve Edebiyatcı çevresinde bir kampanya başlatılmış,Bu kampanya süresince ünlü Sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır.Bu gün ise Eyfel Kulesi,Dünyanın en güzel Mimari yapılarından biri olarak kabul edilir. Parisliler onu Demir Bayan olarak adlandırırlar. İlk başlarda Eiffel,Kuleye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısiyle 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu.Ancak Kule,iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkan tanıdığından kalmasına izin verildi.



KULENİN TEKNİK ÖZELLİKLERİ - Eyfel Kulesi 300 m. yüksekliktedir. Zirvesindeki Televizyon vericileri 27 m. daha yükseklik kazandırır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş,özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir. 200.000 metrekare alanda bulunan Eyfel Kulesi her 7 yılda 60 ton boya ile boyanır. Bu çalışmada 25 Boyacı görev yaparken,çalışma 15 ay sürer. Bu işlem sırasında 1.500 fırça 5.000 zımpara kağıdı ve 1500 iş tulumu tüketilir.Ayrıca Güvenlik maksadıyla toplam 50 Km.güvenlik halatı, 20.000 metrekare koruyucu ağ kullanılır.Boyama maliyeti yaklaşık 3 milyon Avro tutar. Zaman içinde kulenin rengi kırmızımsı kahveden,sarımsı kahveye daha sonra kestane
kahvesinden bugünki bronz tonuna dönüşmüştür. Kule 3 renk tonunda boyanır.En açık renk zirvede kullanılırken,en koyusu zeminde kullanılır.




Kulede intihar olaylarıda yaşanmaktadır. Şu ana kadar 400 kişi bunu gerçekleştirmiştir.Zamanla intiharların önüne geçmek maksadıyla Platformların çıkış noktalarına demir parmaklılklar yerleştirilmiştir.22 Temmuz 2003 tarihinde,kısadevre sonucu Kulenin zirvesinde,hemen en üst ziyaretci platformunun üstünde yangın çıkmıştır.Yangın bir saat gibi bir sürede kimse yaralanmadan söndürülmüştür.



MANZARA PLATFORMLARI - Kamuya açık Platformlar 57 m.115 m. ve 276 m. yükseklikte bulunur.Ziyaretciler 3 Asansörle kuzey, Batı ve Doğu kanatlarından ilk 2 platformuna ulaşır. İlk ve ikinci katlarda Lokantalar mevcuttur. Ayrıca ilk katta, Eyfel Kulesinin Tarihinin anlatıldığı bir sergi bulunur. En üst platforma ulaşmak isteyen bir ziyaretci,ikinci katta aktarma yapar ve başka bir Asansöre geçer. En üst Platform hem çatılı hemde üstü açık bir alana sahiptir.



Kulenin açılışından sonra ,ilk platforma kadar 50 yolcu taşıyan iki hidrolik Asansör kullanıma girmişti.Bunlar için gerekli hidrolik presler 16 sütuna monte edilmişti. Kuzey kanadından başka bir Asansörle ikinci kata ulaşılıyordu. ikinci Dünya Savaşı sırasında işletim sistemindeki hasarlar sebebiyle bunlar devre dışı kalınca, Adolf Hitler Kuleye yaya olarak çıkmak zorunda kalmıştı.
1983 Tarihinde ikinci ve üçüncü katlar arasına 1000 tonluk yürüyen merdivenin yerini alan,4 yeni turuncu Asansör monte edildi. Yürüyen merdiven 954 basamaklı ve 3 metre genişliğindeydi.

Ripley - İster İnan İster İnanma (Believe it or not)

Amerikalılar ilginç insanlardır. En büyük, en küçük, en az gibi olmadık şeylere çok meraklıdırlar.Yaşamlarında sürekli olarak normal dışına, olağanüstünün,inanılmazın yeri önemlidir. Ve en ücra köşesinden mega kentlerine kadar Amerikada böyle Showların müzelerin yeraldığını heran görmek mümkündür.Guiness Rekorlar Kitabı böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Yüz katlı Gökdelenler Amerikalının fiziksel yaşamı için değil psikolojik tatmini için yapılır.Yüzüncü kattan aşağıya baktığında,dev bir ulusun özgün ve de acımasız komplekslerini yaşar. Aya gitmek,UFO larla haşır neşir olmak,soyunu sopunu kuruttuğu Vietnamlıların napalm
bombasıyla derileri yüzülmüş çocuklarını Tv ekranından göstererek kendi yaptığına vahşet diyebilmek,trilyonluk filmlere imza atmak gibisinden sıradışı herşey sanki sadece onlar için geçerlidir.Gariplikler ülkesi Amerika da bir zamanlar birde gariplikler kralı yaşadı. İşte onu anlatıyoruz.Yani tüm Amerikalıların en çok tanıdığı birkaç isimden birini,Fenomen Adam Robert Ripley ve onun yarattığı ( İster inan ister inanma ) size kalmış bir husus,karar sizindir.



Robert Le Roy Ripley bir yılbaşı gününde Californiada Santa Rosa'da 1893 yılında doğdu.Çocukluğu resim çizmek ve Beyzbol oynamakla geçti.Yaratıcı ve gerçekten yetenekliydi.1908 yılında daha 15 yaşındayken ilk karikatürünü Life Dergisi yayınlayıp ona 8 dolar ödeme yapınca, Ripley geleceğinin bu alanda olacağına inandı. Okulda ortalama (vasat) bir öğrenciydi. Yazmaktan öte çizmeyi sevdiğinden kararını vererek 18 dolar haftalıkla Sanfrancısco Bulletin Gazetesinde spor karikatüristi olarak işe başladı. Ripley şanslıydı,birkaç başarılı yıldan sonra Sanfrancısco Chronicle'a geçti.Bu ünlü etkin gazetede 4 yıl boyunca çalışırken aralarında Jack London'un da bulunduğu birçok önemli yazarla tanıştı.



Uzun süre çin mahallesinde yaşayarak çin kültürüyle derinleşmesine tanıştı. 1913 te Chronıcle bir yangın sonucu kapanınca,Ripley cebindeki birkaç kuruşla kendini Newyork'a attı ama işsizdi,ama şanslıydı.Birkaç hafta içinde Globe'da 100 dolar haftalıkla iş buldu. 1914 te Londra,Paris,ve Romayı gezerek büyük müzeleri inceledi ve kafasındaki düşünceleri geliştirdi.
Birgün Ripley,Spor Dünyasındaki şaşırtıcı olaylarla ilgili koleksiyonun oluşturduğunu farketti ve bunları çizgi resim dizisi halinde hazırlıyarak editörüne gösterdi. Editör bu fikri sevdiğini ama bu insanların gerçekten ilginç olup olmadıklarından emin olmadığını belirtti. Ripley o gece ünlü sloganı olan ister inan ister inanmayı bularak 19 Aralık 1918 de Globe'da diziye başladı.Sanki bir bomba patladı.Ripleyin köşesi en çok okunan köşeydi. ve okuyucular daha fazlasını istiyorlardı. Sadece Newyork eyaletinde iki düzine gazete Ripley in köşesini satın alırken,Ripley 9 yılın sonunda Newyork Evenıng Post'la anlaşma imzaladı.



Bunu Simon and Schuster yayınevi ile ( Believe ıt or nots ) adlı kitap dizisinin anlaşması izliyecekti.Ardından 1929 da ünlü yayıncı Hearst Ripleyin tüm yayın haklarını satın aldı. Kitap dizisi Amerikanın ekonomik kriz yaşadığı 30 lu yıllarda milyonlarca adet satacaktı. İnanılmaz olaylar koleksiyoncusu Ripley artık günde 3500 mektup alıyordu. En ilginç olayı anlatanlar arasında bir yarışma düzenlendiğinde rekor kırıldı. ve 14 günde 2,5 milyon mektup geldi. Ripleyin ( İster inan ister inanma ) köşesi Avrupa ülkelerinde de yayınlanıyordu.1920 yılında Ripley Güney Amerikayı gezerek inanılmaz olayları kovaladı.1923 te Uzakdoğuve Çinde aramalarını sürdürdü.Winsdor Dükü ona modern Marco Polo adını takmıştı.Yaşamının sonunda pasaportunda 198 Ülkenin vizesi bulunuyordu.



1934 te SSCB yi ziyaret ettikten sonra Rus halkını kötü yaşam koşullarını anlatan yazılar yayınlayınca Sovyetler tarafından istenmeyen adam ilan edildi. Fotoğrafın çok etkin olmadığı daha da doğrusu kitlesel kullanımın olmadığı yıllarda Ripley önüne gelen (İster inan ister inanma)olaylarını resimleyerek yayımlıyordu. onun açtığı yoldan daha sonra ünlü çizgi Roman kahramanları Charlie Brown ve Peanuts gelecekti. Binlerce vakalık bir koleksiyona sahipti. Gerçekten de günümüzdeki sınırsız imkanlara rağmen böyle bir derleme ve koleksiyon henüz yapılmadı. İster inan ister inanma hala kendi türünde tüm zamanların en iyi yapıtı olarak kalıcılığını sürdürüyor.



Ripley 27 Mayıs 1949 da kalp krizinden öldü. Daha 53 yaşındaydı. Ama efsane hala sürüyor.İster inan ister inanma sloganı geleneksel bir slogan olarak unutulmuyor.Ripleyden sonra hatta yaşamı sırasında da karşıtları çoktu,iddialara göre Ripley yüzyılın yalancısıydı. Kısacası Robert Ripley ve İster inan ister inanma gerçek garipliklerin üzerinde gelişen bir 20. yüzyıl efsanesiydi.