22 Haziran 2010 Salı

Edebiyatımızın Ölmezlerinden - Ümit Yaşar Oğuzcan (1926-1984)

Ümit Yaşar OĞUZCAN 22 Ağustos 1926 da Tarsus'ta doğdu. Babasının adı Lütfi Annesinin adı Güzide'dir. Ankara İncesu Lisesinden mezun oldu. Türkiye İş Bankasına girerek Adana, Ankara ve İstanbul'da çalıştı. 30 yılını doldurunca Halkla ilişkiler Müdür yardımcısı görevinde iken emekliliğini istedi. Ayrıldı (Haziran 1977).Şiire 1940 ta Yedigün şairleri arasında başlayan Şairin 33 şiir 4 düzyazı kitabı 13 Antoloji ve biografik eser toplam 50 eseri yayımlandı. Şiir plakları,şarkı sözleri ve yergileriyle tanınan Oğuzcan günümüzün en popüler şairlerindendir. Genellikle Faruk Nafiz Çamlıbel duyarlılığında ve aşk, ayrılık, özlem temaları ekseninde çoğalttığı şiirini 1973te büyük oğlu Vedat'ın intihar etmesi üzerine, Hayatın boşluğu ölüm ve acı gibi derinliklere öz ve biçim yoğunlaştırmalarına yöneltti.


Kendisinin hayatı boyunca 23 kez intihara kalkıştığı söylentileri olsada sadece 3 kez intihara teşebbüs etmiş, Büyük oğlu Vedat ise 1973 yılında Galata Kulesinden atlıyarak intihar etmişti. Bu olay Şairin ruh dünyasında tamiri mümkün olmayan hasara yol açmıştır. Galata Kulesi adlı şiirini oğlunun intiharı üzerine yazmıştır.Şairlik başarısını daha etkili aruzla yazdığı Rubailerinde görülür.


DÖRTLÜKLER - RUBAİLER

Meyhaneyi tenha ve biraz loş gördüm
Bir dost aradım çevremi bomboş gördüm
Vardım kime sordumsa Vefa nerde diye
Karşımda yıkılmış nice sarhoş gördüm

Sessiz doğacak günleri Akşam biliriz
Her zevki keder, ne'şeyi hep gam biliriz
Mümkünse kavuşmak sana bir gün bilki
Biz yalnız o eşsiz günü Bayram biliriz

Sevmekse hüner, ordayım Allah biliyor
Her nefreti inkardayım, Allah biliyor
Suç bende değildir, arayan bulmazsa
Yıllar yılı hep yardayım Allah biliyor

Batan günmüş, şafakmış sende gördüm
Öpülesi dudakmış sende gördüm
Seyrettim gözlerinde dört mevsimi
Ölmekmiş, yaşamakmış sende gördüm

Bir ateşim yanarım külüm yok,dumanım yok
Sen yoksan mekanım belli değil, zamanım yok
Fırtınalar içinde beni yalnız bırakma
Benim senden başka sığınacak Limanım yok

Biraz kül, biraz duman - o benim işte
Kerem misali yanan o benim işte
İnanma gözlerine ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman , o benim işte

Hayat mısın, ölüm müsün nesin
Demin candaydın şimdi tendesin
Öyle karıştık ki belli değil
Ben mi sendeyim ? sen mi bendesin ?

Neden diyorum, nasıl diyorlar
Gönül diyorum, akıl diyorlar
Bir Meyhanedeyim körkütük sarhoş
Şarap diyorum, ayıl diyorlar

Toprak olmaz bende tenden başkası
Seni bunca sevmez benden başkası
Ölürsem sen ağla arkamdan,yeter
Gelmesin kabrime senden başkası

Aslında o dev çalgıda bir teldir ömür
Teller gibi bir bir aşınır, eskir ömür
Bir günde bakarsın ki kesilmiş sesler
Tel tel dağılıp ansızın uçmuş bir ömür

Aşık ne kadar çekse isabet sayılır
Hertürlü cefa onca saadet sayılır
İmanı mı var aşıka dinsiz diyenler
Sevmek seni bir başka ibadet sayılır

Ayrılsada birgün şu çürük ten benden
Ayrılma sakın, kopma sakın sen benden
Hiç farkına varmazsın inan yokluğuma
Hem öncesi, hem sonrasıyım ben,benden


Sevgili şiir seven Dostlarım şimdide Büyük üstat Ümit Yaşar OĞUZCAN'ın Bizlere bıraktığı birbirinden güzel şiirleri arasından seçtiğim Galata Kulesinden atlıyarak intihar ederek vefat eden Büyük oğlu Vedat a yazdığı şiirle başlıyorum.

GALATA KULESİ

6 Haziran 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı güzeldi Dünya
Bir Adam düştü o gün Galata Kulesinden
Kendini biranda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir Adam benim oğlumdu

Gencecikti Vedat
Işıl ışıldı gözleri
İçi
Bütün insanlar için sevgiyle doluydu
Çıktı o apansız o dönülmez yolculuğa
Kendini biranda bıraktı boşluğa
Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
Zaman durdu
Bir adam düştü Galata Kulesinden
Bu Adam benim oğlumdu

Açarken ufkunda güller alevden
Çıktı, Hergünki gibi gülerek evden
Kimseye belli etmedi içindeki yangını
Yürüdü kendinden emin
Sonsuzluğa doğru
Galata Klesinde bekliyordu ecel
Bir fincan kahve, bir kadeh konyak
Ölüm yolcusunun son arzusu buydu
Bir Adam düştü Galata Kulesinden
Bu Adam benim oğlumdu

Küçüktü bir zaman
Kucağıma alır ninniler söylerdim ona
Uyu oğlum, uyu oğlum ninni
Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat
6 Haziran 1973
Galata kulesinden bir Adam attı kendini
Bu nankör insanlara
Bu kalleş Dünyaya inat
Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
Uyan oğlum, uyan oğlum uyan Vedat


BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM

Bu kadar yürekten çağırma beni
Birgece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapıda ölebilirim

Belkide hayata yeni başlarım
İçimde küllenen kor alevlenir
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum
Belkide seversin beni kim bilir

Kal dersen, Dağlarca severim seni
Bir Deniz olurum Ayaklarında
Aşk bu özleyiş bu hiç belli olmaz
Kalbim duruverir dudaklarında

Yada unuturum kim olduğumu
Hatırlamam belki adımı bile
Belkide çıldırır, deli olurum
Sana kavuşmanın heyecanıyla

Aşk bu bilinirmi nereye varır
Ne durdurur özlemini seveni
Bakarsın ansızın gelebilirim
Bu kadar yürekten çağırma beni

BATIK GEMİ

Bütün Sevgililer dostlar gitti
Bir sen kaldın kadınım beni terk etmeyen
Batan gemilerin kaptanları gibi
Denizin ortasında ölümü bekleyen

İSTANBUL

Evin içinde bir oda, odada İstanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul
Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı
Kadın çantasını açtı, çantada İstanbuş
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
Çekmeğe başladı, oltada İstanbul
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
Şişede İstanbul, masada İstanbul
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor şaşırdık
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul
İnsan bir kere sevmeye görsün anladım
Nereye gidersen git, orada İstanbul

ARAYIŞ

Bir tas zehir verin bana içeceğim
Tek unutmak için acılarımı
Baksana, kırdılar kapılarımı
Yağmalandı kalbim, ömrüm herşeyim
Kurşuna dizdiler anılarımı
Yenik düştüm bu savaşta neyleyim
Bir mezar nasılsa işte öyleyim
Unuttum en güzel şarkılarımı
Gündüzü yok upuzun bir geceyim
Yitirdim umut kırıntılarımı
Sevgimi, neşemi, bütün varımı
Çaresiz bir yokluğun içindeyim
Gömdüm içime yıkıntılarımı
Arıyor bir yerim öbür yerimi


ACILAR DENİZİ

Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini martı çığlıklarını
Dalgalar hergün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan bir baksanagözlerime
Gör içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını

Ben acılar denizi olmuşum yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana herkes içime dökmüş artıklarını

Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgar çıksa, alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını

TESBİH

Sen giderken gözlerim dopdoluydu
Ve yağan yağmurla caddeler ıslak
Yokluğundan bir rüzgar esti hazin
Teselliler döküldü yaprak yaprak

Gökyüzünde bir bir söndü yıldızlar
Bir karanlık geldi gittiğin yerden
Ümitlerim vardı tesbih misali
Sen giderken dağılıverdiler birden

MUSTAFA KEMALİ DÜŞÜNÜYORUM

Mustafa Kemali düşünüyorum
Yeleleri alevden al bir ata binmiş
Aşıyor yüce dağları engin denizleri
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda
Işıl ışıl yanıyor mavi gözleri

Mustafa Kemali düşünüyorum
Yanmış yıkılmış savaş meydanlarında
Destanlar yaratıyor cihanın görmediği
Arkasından dağ dağ ordular geliyor
Her askeri Mustafa Kemal gibi

Mustafa Kemali düşünüyorum
Gelmiş geçmiş kahramanlara bedel
Hükmediyor uçsuz bucaksız göklere
Al ata binmiş yalın kılıç
Koşuyor zaferden zafere

Mustafa Kemali düşünüyorum
Ölmemiş bir Kasım sabahı
Yine bizimle beraber her yerde
Yaşıyor dör köşesinde
Yaşıyor damar damar yüreklerde

Mustafa Kemali düşünüyorum
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda
Mavi gözlerini ışıl ışıl görüyorum
Uykularıma giriyor her gece
Ellerinden öpüyorum

AŞK BAŞLAMADAN GÜZEL

Aşk başlamadan güzel
Kalplerde heyecan
Bakışlarda korku olduğu zaman güzel
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış
Başkaları görmesin diye çabalayış
Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman
Aşk başlamadan güzel


ANILARDA YAŞARKEN

Çekingen adımlarla sessiz ve ürkek
Birgün uzaklardan bir giz gibi geldin
O büyülü şarkısını söyleyerek
Gençliğimi geri getirdi ellerin

Sundun paha biçilmez güzelliğini
Öylesine diri öylesine sıcak
Böylesine bir mutluluk anladım ki
Ömür boyunca bir kez yaşanacak

Birkez nefes aldığını anlar birgün
Birkez bir kişiyle insan bütünlenir
Özlem dediğimiz o hançer bir düşün
Birkez saplanmak için kaç kez bilenir

Anılarsa bitmez bizimdir daima
Umulmadık yerlerde yeşerir büyür
Yaşamak baştanbaşa yalan olsada
O alır bizi uzaklara götürür

Emzirir gür memelerinden istekle
Biz farkına varmadan uzar ömrümüz
Anılarda yaşarken birgün gelirde
Bizde birer fani olur ölürüz

ANDIKÇA

Ne zaman seni düşünsem içim ürperir
Seninle geçen her saat, hergün gelir aklıma
Bir akşam vakti gelir, bir deniz kıyısı gelir
O eşsiz hatıralar bütün gelir aklıma

Ne yaparsam unutamam yaşadığımızı
Sevgindi sevgilerin en yalansızı
Şimdi nerede bir gül görsem kırmızı
Dudaklarımı uzun uzun öptüğün gelir aklıma

Bir çıban büyürcesine ortasında gecenin
Dolar yüreğime hüznü seni sevenin
Dünyada ne benim yerim var artık ne senin
Ağlarım baş ucunda ölümün gelir aklıma

ALDANIŞ

Yıkılmak, ezilmek hergün biraz daha
Dostlar değişiyor aldanmalar değil
Aksimizden eser yok şimdi o sularda
Çirkin olan biziz aynalar değil

Şerefsiz ellerin şerefe kaldırdıkları
Şişeler, kadehler o cam kırıkları
Götürün, götürün bu aydınlıkları
İçimde güz başladı, ilkbahar deüil

Ne bir anlayışlı el ne bir dost bakış
Biraz ümit, biraz hayal sonra aldanış
En güvendiğimiz tepelere kar yağmış
Deniz o deniz değil, Dağlar o dağlar değil

AÇIK ARTTIRMA

Beni öylesine sev
Öylesine arttır ki
Hep senin üzerinde kalayım


YAĞMUR ALTINDA ÖPÜŞMEK

Hava kararmıştı
Yağmur yağıyordu
Dudakları sımsıcaktı
Elleri üşüyordu
Bir öptüm
Bir daha öptüm
Kimseler görmedi öpüştüğümüzü
Yağmurdan başka
İki gözüm çıksın
Şimdi ne zaman yağmur yağsa
Utanıyorum

YEMİN

Ne zaman denizler çöl
Çöller deniz olursa
Kayalarda, nilüfer
Çöllerde çam biterse
Güneş doğmayı unutur
Ay çimenlerin üstüne düşerse
O zaman seni unutur
Bir başkasını severim

AYRILANLAR İÇİN

Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa
Herşeyi evet herşeyi unutmalıyız

Her kederin tesellisi bulunur, üzülme
İnsan ne kadar sevse unutabilir
Mevsimler gelir geçer yıllar geçer
Sende unutursun birgün gelir

Hiç yaşanmamışcasına, hiç sevmemişcesine
Unutursun o günlerimizi, gecelerimizi
O günlerce gecelerce sevişmelerimizi

Herşeyi evet herşeyi unutabilirsin
Hatta bütün yazdıklarımı satır satır
Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır

ÜSTÜME VARMA İSTANBUL

Sana geldim içim ümitlerle dolu
Bak sarhoş etme İstanbul ne olur
Birgün ben eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim adım unutulur

Yine sen kalırsın dipdiri sımsıcak
Göğün bulutların denizlerin kalır
Oynama İstanbul benimle oynama
Birgün öldürür beni bu dert, bu kahır

Ezilmiş ellerimin arasında başım
Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış
İşte gelip kapılarına dayanmışım

Karşında yıkılmış duvar gibiyim
Beni sarhoş etme, başım dönüyor
Üstüme varma İstanbul, kederliyim


APANSIZ UYANIRSAN GECENİN BİR YERİNDE

Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde
Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa
Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde
Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa

Bilki seni düşünüyorum

Bir vapur yanaşırsa rıhtıma bin, açıl
Örtün karanlıkları masmavi denizlerde
Ve dinle kalbimi bak nasıl çarpıyor, nasıl
O bütün özlemlerin koyulaştığı yerde

Bilki seni bekliyorum

Bir sabah gün doğarken aç perdelerini bak
Sevinçle balkonuna konuyorsa martılar
Kendini tadılmamış derin bir haza bırak
Dökülsün dudağından en mutlu şarkılar

Bilki seni istiyorum

Gecelerden bir gece uyanırsan apansız
Uzaklarda elemli garip bir kuş öterse
Bir ceylan ağlıyorsa dağlarda yapayalnız
Ve birgün kabrimde bir kara gül biterse

Bilki seni seviyorum


Dört dörtlük bir şair olan Ümit Yaşar Oğuzcanın şarkı olmuş birçok güfteleri bugün bile en taze bir şekilde belleklerimizde yer almakta ve Radyolarda defalarca çalınmaktadır. Bunlardan sırasıyla

Uzuyor yıllar gibi dakikalar
Gel dese birgün gel dese
Ağla gitar
Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Sen yoksun mekanım belli değil zamanım yok
Benden ayrılsanda yine
İnleyen nağmeler ve daha birçokları...

1984 yılında aramızdan ayrılan Büyük şaire tanrıdan rahmet diler, Medfenindehuzur içinde yat Seni sevenlerin seni hiç unutmuyacaklar.Bize bıraktığın eserleri seni anarak daima okuyacaklardır.

20 Haziran 2010 Pazar

Tarihi Hazinelerimiz - Sümela Manastırı

Sümela Manastırı - Trabzon ili,Maçka ilçesi Altındere köyü sınırları içerisinde yer alan Panagia (Meryemana) deresinin batı yamaçlarında Mela (Yunanca*Siyah) Tepesi üzerinde deniz seviyesinden 1.150 mt. yükseklikte yer alan Rum Manastır ve Kilise kompleksi olup,tam adı Panagia Sumela veya Theotokos Sumeladır.Kilisenin içi fresklerle kaplıdır. Asıl kilisenin Absid kısmında,güney duvarında yukarıda Meryemin doğuşu ve Mabede sunuluşu, Tebliğ- İsanın doğuşu Mabede sunuluşu ve Hayatı. Altta İncilden resimler, Güney kapısında ise Meryemin ölümü ve Havariler, Kilisenin doğuya bakan yukarı kısmında 2. nci sırada Genesis Ademin yaratılışı, Havvanın yaratılışı, Tanrının tembihi, İsyan- (Adem ile Havvanın yasak meyveyi yemeleri) Cennetten kovulma, 3 ncü sırada yeniden dirilme, Thomasın şüphesi, Kabirde bir Melek,Nikaia konsülü, Absid kısmının dışında ise yukarıda Mikail, Cebrail bulunmaktadır.


Sümela Manastırının kuruluşu efsaneye göre, İki Atinalı Barbabas ile yeğen sophronios rüyalarında Hz. Meryemi görmüşler, rüyada Meryem onlara bir Manastır yaptırmalarını ve yerini, nasıl gideceklerini tarif etmiştir.Bunlar St. Lukanın yaptığı rivayet olunan tabloyu da beraberlerine alarak yola çıkıyorlar, Deniz yoluyla Trabzona gelip Karadağın sarp yamaçlarında kiliseyi kurmak için karar kılıyorlar. Ve Thodosios Devrinde ( 375-395 ) ile kaya kilisesini kurarlar.


Bu tarihler ve Efsaneler bir tarafa bırakılacak olursa Manastırın tarihini Trabzon Komnenosları Devrinden soonra incelemek mümkündür. Trabzon Komnenoslarından III.Alexios burasını yeni bir tesis halinde 1360 yılında inşa ettirerek 17 metre yüksekliğinde 40 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde 72 odalı bir tesis yaptırmıştır.Trabzon kralları bu Manastıra vermiş oldukları hediye ve haklarla Halkın desteğini sağlamışlardır.


Trabzon Türkler tarafından alındıktan sonra Osmanlı Sultanları bu Manastırın haklarına dokunmamışlardır. Manastıra Yavuz Selim (1512 - 1520) ikişamdan armağan etmiştir.Ayrıca Trabzon Fatihi II.nci Mehmed inde Manastırın haklarını tanıdığını bildiren bir fermanı muhafaza ediliyordu. Yine Sultan I.Beyazıt, I. Selim, II. Selim, III.Murat, İbrahim IV.Mehmet, II. Süleyman, Mustafa ve III. Ahmet tarafından verilmiş fermanların bulunduğu bildirilmektedir.


Trabzonun 18 Nisan 1916 dan 24 Şubat 1918 e kadar süre Rus işgali,Burada bir Hristiyan Pontus Devletinin tekrar kurulacağı ümitlerini doğurmuştu. Kurtuluş savaşı sonunda bu ümit kapılarının kapanması üzerine 1923 de bütün Rumların Yunanistana gönderilmeleri ile Sümela Manastırı boşaltılmıştır.Hicret eden Rumlar, eski hatıralarına bağlılıklarının bir belirtisi olarak Makedonyada Vernia (Türk devrinde Kara Ferye)yakınında Kastaniya da aynı adla yeni bir Manastır kurarak buraya modern bir Meryem ana resmi yerleştirmek suretiyle eski geleneği yaşatmaya başlamışlardır.


Sümela Manastırı 1930 daki bir yangında ahşap döşemeleri ve çatısı yanmış,yalnızca taş duvarları kalmış olmakla birlikte, Yalçınkaya duvarlarına adeta asılmış, bu 4 katlı yapı vadi yönünden bakıldığından Sümela Manastırına görkemli bir görünüm kazandırır.1972 yılında ören yeri olarak ziyarete açılan yapıda Kültür Bakanlığınca başlatılan geniş programlı restorasyon çalışması devam etmektedir.

8 Haziran 2010 Salı

Edebiyatımızın Ölmezlerinden - A.Muhip Dıranas (1909-1980)

Ahmet Muhip Dıranas 1909 yılında Sinop un Salı köyünde dünyaya geldi. Ankara Erkek Lisesini bitirdi. Lisedeki Edebiyat Öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular. Ankara Erkek Lisesini bitirdikten sonra Hakimiyeti Milliye gazetesinde çalıştı. (1930-1935) Ankara Hukuk Fakültesine iki yıl devam ettikten sonra İstanbula gitti. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne girdi ve burayı bitirdi. Güzel Sanatlar Akademisi Kütüphane Müdürlüğü yaptı.Dolmabahçe Resim ve Heykel Müzesi Resim yardımcılığında bulundu.


1938 de Ankara ya döndü ve CHP Genel Merkezinde Halkevleri Kültür ve Sanat yayınlarını yöneltti. Ağrı dolaylarındaki Askerlik görevini yaptıktan sonra Ankarada Çocuk Esirgeme Kurumu yayım müdürü,Kurum Başkanı (1957-1960) daha sonra İş Bankası yönetim kurulu üyesi oldu.Devlet Tiyatrosu Ebedi kurul Başkanlığı,Anadolu Ajansı yönetim kurulu üyeliği yaptı. Politikaya atılarak Zafer Gazetesinde yazılar yazdı.Birkaç kez DP den Milletvekili adayı olduysa da seçilemedi. Yayımlanan ilk şiiri Ankara Lisesinden Muhip Atalay imzasıyla Milli Mecmuada çıkan (Bir Kadınla) adlı şiiridir. 15 Eylül 1926 sonra kendi imzası ile çeşitli dergilerde şiirler yayımladı.21 Haziran 1980 de Ankarada öldü. Vasiyeti üzerine Sinop un Salı köyünde toprağa
verildi.Sevgili Dostlar aşağıda sizlere Büyük Şair Ahmet Muhip Dranas ın bizlere armağan ettiği şiirlerinden seçtiğim bir demet sunuyorum.


1939

Bindokuzyüz otuzdokuz
Karanlıklar içinde
Ölülerle yaşıyoruz
Puslu havayı sever kurt
Kaplamakta gökyüzünü
Kurşundan ağır bir bulut
Herşey uyuduğu zaman
Kıracak zincirlerini
Gecede uyanık duran


YAĞMUR GÜL VE ELLER

Yel yapraklarını savurur
Dört yanım yağmurla örtülü
Güz vaktim gerçekya,ne yağmur
Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve Masamda bir düşler gülü
Gecenin içinde,soyunuk
Ve bir düşünce arasında
Ellerim beyaz,bğş ve bencil
Bu Gül'le gece arasında
Kopmuş gidiyor dallarımdan
Hayır,başımdan yana değil
Uykusuzluğum,Ellerimden


SERÇELER

Birgün gelir geçer
Tırtıllar tırmanır yapraklara
Damla damla sızmaz dudaklara
Kalbin kaynağından bu heceler
Alnı işleyerek düşünceler
Gözyaşları düşer zambaklara
Ve üşüşür olgun başaklara
Akşamın dallarından serçeler


HATIRA

Dün bir gölge gibi geçti yanımdan
Oydu,bir bakışta tanıdım onu
Rüyalarıma tayf halinde konan
Peşime bir korku gibi düşen o
Bazı yapraktı,bazı bir rüzgar
Dolandı aydınlık olup,odama
Bahçemde süzülür giderdi bahar
Sabahın fecri vururken cama
Ayakları kumda bırakmadan iz
Yanıma geldiği hep gecelerdi
Sanki bir lahitten kalkar ve sessiz
Uzak bir maziye dönüp giderdi
Bir avuç ışıktı,incecik yüzü
Gözleri geceler gibi derindi
İçine başımmın heran düştüğü
Avuçları sudan daha serindi


HER GÜNKÜ ŞARKIM

Hergün ekmeğimi bölüşürsün
Yalnızlığımın sofrasında
Yorganımın altında üşürsün
Her güz,ve her bahar arasında
Bağlayansın her göz yaramı
Gülmek görevin,ben gülünce
Yağmur senin gibi ağlar mı?
Gözlerimden yaş dökülünce
Her düşüncemin ıstıraplı
Serüveni,hayırlı rüyam
Sen ey,günahlı ve sevaplı
Allahlı ve şeytanlı dünyam
Hergünkü şarkısı dudağın
Havayı dolduran kokusu
Yağmura kavuşmuş toprağın
Yediğim ekmek,içtiğim su


GERÇEK

Uyandığı zaman gökte yıldızlar
İnsan düşünür,belkide Allah var
Tanrısal bir öpüştür söken şafak
Ne hoştur insanın birgül açası
Koşan göklerde kuş gibi uçası
Bulutlarla yağmur olup ağlamak
Gitmek,sona ermeden bir zamanda
Başıboş bir tekne gibi ummanda
Fırtınalarda ne yelken,ne bayrak
Fakat beni sen uyandır,ey zeka
Bak işte önünde hergünkü çorba
Ekmek,kaşık ve kasesiyle bu aşk
Sarhoş eden,davet eden bu ölüm
İçinde ben salt bir Ademoğluyum
Korkan,ölüsünü hatırlayarak


STEP

Ey bir at üstünde doğduğum memleket
Oynadığım vadiler,geyikli ve sarp
Kızıl bayrakların uçuştuğu serhat
Davullar ve kafesinde çırpınan kalp
Yaylının rüzgarlaşıp duran örtüsü
Kararsız deniz gibi boş bir gökyüzü
Bir uçtan bir uca yemen türküsü
Öten çıngırak,koşan atlar ve step
Ah sonsuz Anadolum sen sen sen hep sen


TİTREK BİR DAMLADIR

Titrek bir damladır aksi sevincin
Yüzünün sararmış yapaklarında
Ne zaman kederden taşarsa işin
Şarkılar taşırsın dudaklarında
İşlerken hülyama sesten örgüler
Bir çini vazodan dökülen güller
Gibi hülyada fecirler güller
Buruşmuş bir çiçek parmaklarında
Gözlerin kararan yollarda üzgün
Ve bir zambak kadar beyazdı yüzün
Süzülüp Akasya dallarından gün
Erir damla damla ayaklarında
Sesin perde perde genişledikçe
Solan gözlerinden yağarken gece
Sürür eteğini silik ve ince
Bir gölge bahçemin uzaklarında


OLVİDO

Hoyrattır bu akşamüstüler daima
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurur her yeri
Bir renk çığlığı içinde,bahçemizden
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri
Hoyrattır bu akşamüstüler daima
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh,atılan oklarla delik deşik
İşte doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven
Susmuş ninniler gıcırdıyor beşik
Ve cümle,Yitikler,Mağluplar Mahzunlar
Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir
İnsan yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar birgün bir camı açtığını
Duran bir buluttu,bir kuş uçtuğunu
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir
Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola
Yasizler,ey geçmiş zaman etekleri
İhtiyar ağaçlı,kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden
Geceyi bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla,nazla
Ebedi ışığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde
Eyömrüm en güzel türküsü aldanış
Aldan,gelmiş olsa bile ümitsiz kış
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen aşığın serptiği çiçekler
Ya sen,ey sen esen dallar arasında
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde ?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın
Hatıraların bu yanma vaktinde
Sensin hep sen esen dallar arasından
Ey unutuş kapat artık pencereni
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni
Çıkmaz artık sular altından o dünya
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutulmuş kurtar bu gamlardan beni


FAHRİYE ABLA

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar
Bu afyon ruhu gibi baygın Mahalleden
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın bir sen
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin,dişlerin ve akpak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla
Evin kutu gibi,küçücük bir evdi
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede
Bahçede Akasyalar açardı baharla
Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla
Önce upuzun sonra kesik bir saçın vardı
Tenin buğdaysı,boyun bir başak kadardı
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin
Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla
Ne çapkın komşumuzdun sen Fahriye Abla
Gönül verdin derlerdi,o delikanlıya
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya
Bilmem şimdi hala bu İlk Kocandamısın ?
Hala dağları karlı Erzincanda mısın ?
Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın
Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda
Ne vefalı komşumuzdun sen Fahriye Abla


Ve son olarak gene büyük şairlerimizden Ümit Yaşar Oğuzcan ın Ahmet Muhip Dıranas için yazdığı şiirle yazımızı noktalıyoruz. Şiirli Dünyanızda Mutluluklar diler,Yakında tekrar buluşmak üzere hepinize esenlikler dilerim. Şen ve esen kalınız.

AHMET MUHİP DIRANAS

Susadık şiire ey koca şair
Yeşil pencereden bir gül at bize
Beyaz dokusunda o saf rüyanın
Yeni ufuklar aç hayalimize
Al eline,yoğur kelimeleri
Ona en ölümsüz güzelliğini ver
Büyülesin bizi daha yıllarca
Lavanta çiçeği kokan kederler
Üstümüze yağan karlardan başka
Ne kaldı yaşamak maceramızdan
Yıllar varki selam almadık
Bir haber ver, Fahiye Ablamızdan

Ümit Yaşar OĞUZCAN

7 Haziran 2010 Pazartesi

Beyaz Perdenin Kahraman Şerifi - Gary Cooper (1901-1961)

Western Filmlerinin Güçlü, Cesur ve ölümsüz kahramanı Gary Cooper İngiliz kökenli bir Ailenin oğlu olarak Montanada 1901 de doğdu. Gerçek adı Frank James Cooper di ,iyi bir eğitim alan Cooper Kolej yıllarında Çizgi-Romanlara merak saldı.Los Angelas'a geldiğinde Çizgi-Roman konusundaki yeteneğini kullanmak isteyen Cooper in Sinemayla tanışması Arkadaşları tarafından Kovboy Filmlerinde günlüğü 10 Dolara figüranlık yapmaya ikna edilmesiyle gerçekleşti.


Frank Cooper figüranlık yaptığı dönemlerde ünlü bir Aktristin yardımcısının önerisi üzerine Kasabasının adını alarak Gary Cooper ismini kullanmaya başladı. Gary Cooper adı 1926 da duyulmaya başladı. Ronald Colman ve Vilma Banky'nin başrolde oynadığı (The Winning of Barbara Wort) filminde uzun boyuyla ve yakışıklığıyla Cooper başrol oyuncularından daha çok dikkat çekmişti. İşte bu filmden gelen yoğun ilgiden sonra Gary Cooper Paramount film şirketi ile bir anlaşma imzaladı. Ve uzun yıllar bu şirketle çalıştı. çok sayıda Western filminde rol aldı.


Sesli filmlerin çıkışından sonrada Western filmleri yapmaya devam eden Cooper Morocco -Fas sevdalıları v e Farewell to Arms - Silahlara veda adlı filmlerle beğeni topladı.Gary Cooper daha sonra komedi filmlerinde (Mavi sakalın sekizinci karısı) ve Romantik filmlerde (Peter Ibbetson) oynayarak bu yönlerdeki yeteneğini de kanıtladı. Sergent York -Aslan yürekli çavuş (1941- yönetmen Howard Hawks ) ve Hıgh Noon -Kahraman şerif (1951- yönetmen Fred Zinneman) filmleriyle 2 kez en iyi erkek oyuncu Oscarını aldı.


Cooper kariyerinin ilerki yıllarında film yelpazesini genişleterek değişik türlerde oynadı.Bildik saf Amerikalı imajının dışına çıktı. Ancak kesinlikle filmlerin kötü adamı olmadı.Ölümünden bir yıl önce canlandırdığı birçok unutulmaz Beyazperde karakteri ve film sanayiine sağladığı katkılar, insanlar üzerinde uyandırdığı sempati için Akademi tarafından özel Oscar ödülüne layık görüldü.


Vahşi Batının yakışıklı Kovboyu Gary Cooper 1961 de İngilterede çevirdiği son filmi The Naked Edge - Korkunç şüpheyi bitirdikten kısa bir süre sonra 60 yaşındayken hayata veda etti. Adını kovboy filmlerinin uzun boylu Mahçub,Sakin Amerikan değerlerini savunan yalnız Adamı olarak Sinema tarihine yazdırdı.