30 Kasım 2012 Cuma

Moliere (1622 -1673)


Fransız Tiyatro yazarı ve oyuncusu. Asıl adı Jean Baptiste Poquelin'dir.Çocukken soylu çocuklarıyla birlikte bir cizvit okuluna gönderildi. Büyüyünce Cyrano de Bergerac ve başka genç  sefih lerle septik filozof Pierre Gassendi'nin öğrencisioldo. 21 yaşına gelince Tiyatro oyuncusu olmak için ailesinden ayrıldı. Madeleine Bejart ve kardeşleriyle kurduğu topluluk Paris'te 18 ay perdezsini açtıktan sonra taşraya,turnelere çıkmak zorunda kaldı.


1645-1658 yılları arasında tiyatronun müdürlüğünü yaparken çeşitli zorluklarla karşılaştı.Ayrıca hem trajedilerde,hemde farslarda oynuyordu. Bu arada yazarlığada başladı.Önceleri oyun taslakları yazıyordu. 1655 ve 1656 yıllarında ilk oyunları (Le tourdit) ve (Le depitamoureux) yü yazdı. ün kazandıktan sonra Paris'e döndü. 1658 Kasımında Kral Louis XVI ün karşısında bir temsil verdi. Kral Louvre'daki bu temsili beğenerek Petit Bourbon'daki salonu onlara ayırdı. Topluluk Pierre Corneille ve öteki Fransız yazarlarının eserlerinin yanında Molıere'in kendi oyunlarını da oynuyarak büyük başarı kazandı. Bu dönemde,Molıere'in ilk oynanan oyunu günün Fransız edebiyatcılarını alaya alan (Les precieuses ridicules) Gülünç Kibarlar 1659 dur.


1662 de Palais-Royal'de sahneye koyduğu (L'ecole des femmes) kadınlar okulu adlı eseri büyük gürültülerin kopmasına tartışmaların çaılmasına sebep oldu. Yapılan eleştirilere 1663 te (Ciritique de L'ecole des femmes) kadınlar okulunun eleştirisi ile cevap verdi.Aynı yıl yazıp sahneye koyduğu (Impromptu de Versailles) da oyuncular kendi adlarını kullanıyorlar ve tabi oynayışın o günlerde pek moda olan yapmacık oynayıştan daha iyi olduğunu savunuyorlardı.


1662 de Madeleine Bejart'ın kızı Armande'la evlenmesiyle yıldırımları yine üzerine çekti.Ama kral onu seviyor,koruyordu.Molıere yeni Versailles sarayının eğlence hayatını yönetmekle görevlendirildi. 1664 te ünlü oyunu Tartuffe'ü yazdı. Bu oyunla sayıları sarayda da çok olan yobazlara ve yobazlığa saldırıyordu.


Bu arada sağlığı bozulmuş Aile hayatında huzursuzluklar baş göstermiş ve Jen Baptiste Racine'le araları açılmıştı. 1665 yılında yazdığı (Don Juan) dinle alay ettiği gerekçesiyle (Tartuffe) gibi oynatılmadı. İkiyüzlülük temasını işleyen ve günün güldürü anlayışının sınırlarını zorlayan güçlü oyunu (Le Misanthrope) insandan kaçan 1666 oynadı ve başarı kazandı.1668 yılında üç başarılı oyun daha yazdı. ( Amphitryon )  kıskanç bir kocayı anlatan (George Dandin) ve Plautus un bir eserinden yararlanarak yazdığı (L'avare) Cimri.


 Molıere'in son oyunları,sosyeteye girmeye özenen bir sonradan görmeyi anlatan (Le Bourgeoıs Gentilhomme) Kibarlık budalası 1670, toplumsal komedilerin en gülünçlerinden olan (Les femmes savantes) Bilginç kadınlar 1672 ve (Le Malade imaginaire) Hastalık hastası 1673 dür. Molıere 1673 Şubatında bu son oyununda oynadıktan birkaç  saat sonra ölmüştür.

Şeker


Şeker suda eriyen,tatlı karbonhidratlara verilen genel addır. Şeker çeşitleri içinde en yaygın olanları şekerkamışı yada şeker pancarı ve üzüm şekeridir.Şekerpancarı sakaroz,üzüm şekeri glikoz adı ile bilinir. Bunlardan başka meyvelere tadını veren früktoz (ya da levüloz) sütte bulunan süt şekeri (Lakto) çimlenmiş arpada oluşan malt şekeri (Maltoz) gibi şekerler de vardır.


Karbonhidratlar şekerlerle birlikte nışasta,inülin ve selüloz gibi daha karmaşık bileşikleri de içine alan,ayrı bir organik bileşikler sınıfıdır. Molekül yapılı olan bu bileşiklerde moleküller karbon,Hidrojen ve oksijen otomanlarından oluşmuştur. Bu moleküllerde hidrojen atomlarının oksijen atomları sayısına 2/1 olduğu,yani suyun hidrojen,oksijen atomları oranına benzediği için bu bileşikler karbonhidrat adını almışlardır. C (H2O) Şeklinde gösterilirler.


Şeker adını alan ve suda çözülebilen karbonhidratlar iki çeşit olabilir. Üzüm şekeri (Glikoz) örneğinde olduğu gibi molekülleri daha basit karbonhidrat moleküllerine bölünemezlerse,bu çeşit bileşikler monosakarit adını alırlar. İki monosakaritin birleşmesi ile oluşan,Şekerkamışı veya pancarda bulunan sakaroz ,sütteki laktoz ve çimlenmiş arpada oluşan moltoz diskarit adını alırlar.Önemli besin maddelerinden biri olan sakaroz adını alan şeker öteki karbonhidratlar ve yağlarla birlikte,insan vücudunu ısıtır ve organların çalışması için gerekli enerjiyi sağlar.


XVII.Yüzyıla kadar ılıman iklimde yaşayan insanlar arasında üzüm suyu,ve bol şeker yerine kullanılırdı. Ancak son çeyrek yüzyıl içinde tatlandırıcı madde olarak şeker önem kazanmış ve Avrupa ülkelerinde hızla yaygınlaşmıştır. Bugün şeker sanayii gelişen Türkiye'nin üzüm ve bol meyva yetiştiren illerinde önemli miktarda pekmez üretimi ve tüketimi de yapılır.Sakaroz,Şekerkamışında özellikle şeker pancarında hurma,ceviz,badem ve çiçeklerde bulunur. Elverişli olduğu için bunlardan sadece şekerkamışı ve şekerpancarı şeker üretiminde kullanılır.


Şekerkamışı tropikal ve alttropikal bölgelerde yetişir. uzun yıllar yaşayabilen bir bitkidir.Türkiye de Adana yöresinde şekerkamışı yetiştirilmesi için denemeler yapılmıştır. Nitekim Akdeniz kıyılarında az oranda da olsa bu bitkinin bir türü yetiştirilir ve tüketilir.Bu bitki en çok Hindistan,Küba,Portorıco,Güney Amerika,Hawaii ve virjin adalarında üretilir. Ayrıca ABD nin Louisiana etyaletinde de önemli miktarda yetiştirilir.


Şekerkamışı fabrikada yıkanıp küçük parçalara bölünür. Bu parçalar ağır silindirler arasında ezilerek özsuları alınır,kalan artıklar ise buhar kazanlarında yakıt olarak kullanılır. Şeker şerbeti süzme yoluyla yabancı madddelerden ayrıldıktan sonra,içinden karbondioksit geçirilir.Ardın dan buhar kazanlarına alınır. Burada buharlaşma ile yoğunlaşan şeker şerbetinden ham şeker kristalleri ayrılmaya başlar. Ham şeker arıtılarak beyaz şekere dönüşebildiğinden önce eritilir ve kemik  kömüründen süzülür,ardından tekrar yoğunlaştırılır. Böylece beyaz renkteki şekerkristalleri ayrılır.İki yıllık bir bitki olan şekerpancarından şeker üreten başlıca ülkeler, Rusya,Orta Avrupa ülkeleri,Fransa,ABD, ve Türkiyedir.


24 Kasım 2012 Cumartesi

Saatler


Saat zamanı ölçmeye yarayan bir araçtır. En ilkel saat olan Güneş saatında Güneşin Dünya etrafındaki görünür dönme hızından yararlanılır. Ancak bu saat geceleri ve kapalı havalarda kullanılamaz.Daha sonra bulunan (Klepsidr) denilen su yada kum saatları,eşit miktarda bir sıvının (Su) ya da çok ince taneli bir katının (Kum) bir delikten geçerken  daima aynı zamana ihtiyaç göstereceği ilkesine dayanır. Ancak akış hızının sabit olmayıp, işlemi toplam süresinin sabit oluşu bu sistemi sakıncaluı kılar. Aynı sakınca Günümüzde kullanılan saatlardada görülür.


Fakat bunlarda ölçülebilen minumum zaman parçası,saniye basamağında olduğu ve hatta 1/100 saniyeye inebildiği halde, Klepsidrlerde bu süre oldukça uzundur. Bir mumun yanma hızının değişmezliğinden yararlanan mum saatinin kullanılması ise,çok kolay olmakla birlikte güvenilir değildir.Çünkü yanma hızı kolayca denetlenemeyen etkenlere bağlıdır.


Zaman ölçme tekniğindeki gelişme,makineli saatlerin yapılmasıyla gerçekleşmiştir. bu saatlara ilişkin ilk bilgiler 1276 da yazılan (Libros de saber de Astronamia) adlı kitapta görülür.Zamanın daha iyi ölçülmesi çevrimsel hareketlerin kullanılmasıyla sağlanmıştır. Bu hareketlerden yararlanan saatlerin başlıca bölümleri şunlardır.Motor,düzenli bir şekilde salınım yapan bir organ, salınım hareketini kesili dönme hareketine çeviren bir maşa, hareketi ileten organlar ve göstergeler.


Makineli saatlerde kullanılan ilk motor,ağırlıklı bir motordur.ipin bir ucuna ağırlık bağlanıyor diğer ucu ise bir döner tambur üzerine sarılıyordu. Aşağıya inen ağırlık bir maşayla ayarlanan tamburu döndürüyordu. Maşa,bir tekerin etkisiyle,her sallanışta tamburun bir dişinin dönmesini sağlıyordu. Bu tür saatler ilk kez 1335 te Milano da yapılmıştır.XV. Yüzyılda zemberekli motor ve (Konoid) bulunmuş,zemberekli motorun keşfi,taşınabilir saatlerin yapılmasını mümkün kılmıştır.


XVI. Yüzyılın sonuna doğru Galileo Galilei bir sarkacın salınımlarının eşzamanlılığını bularak bu ilkeyi saat yapımında uyguladı. Böylece sarkaç kullanılmasıyla zamanın doğru ölçülmesi mümkün oldu. Sarkaçtan yararlanan ilk saat, Huygens tarafından 1657 de gerçekleştirildi. Huygensin bir başka buluşu zemberek kurulurken mekanizma üzerindeki kuvveti sürdüren Devam Ağırlığıdır. Ayrıca Huygens saatlerin hacminin küçülmesini sağlıyan yaylı tekeri bulmuştur.


Sarkaçlı yada yaylı tekerli saatlerin hataları iki nedenden ileri gelir. Sıcaklık değişmeleri ve maşanın,sarkacın ya da tekerin salınımları üzerindeki etkisi. Sıcaklık değişmeleri sarkacın uzunluğunu ve bunun sonucu olarak salınım devrini değiştirir.1721 de George Graham ın buluşu olan cıvalı saatte sarkaç çubuğu yerine kullanılan metal çubuklar,uzunluk değişmelerinii giderecek şekilde düzenlenmiştir. Bu sorun,sarkaç çubuğu yerine uzama katsayısı yaklaşık olarak sıfır olan ve invar denilen bir çelik nikel alaşımının kullanılmasıyla çözülmüştür.


Yaylı tekerlerde sıcaklık değişmesi  tekerin yayının uzunluğunu değiştirdiğinden salınım devri değişir.Bu sorun
teker yayı yapımında çelik yerine elinvar kullanılarak çözülür.Saat tekniğinde elektrikten de yararlanılmış ve ilk uygulama olarak zembereğin kurulmasında elektrik enerjisine yer verilmiştir. Saatlerin çalıştırılması için senkron motor kullanılması önemli bir adım sayılır. Bu tür saatlerin başlıca nitelikleri,yapılarının basitliği,kesin sonuç vermeleri,salınım hareketleri yapan organlar bulunmaması ve sessizliktir.


19 Kasım 2012 Pazartesi

Ganj Nehri (Ganga)


Ganj Nehri Hindistanın Kuzey topraklarından ve Bengaldeş'ten geçen 2.700 Km. uzunluğundaki Akarsu. Doğu yönünde Bengal Körfezine doğru akar ve Brahmaputra ırmağı ile birlikte 4/5 Pakistan'a ait olan 45.000 Kilometrekare bir delta yaparak körfeze dökülür.Ganj Nehri Himalaya yaylalarındaki Bhagirathi ve Alakmanda akarsularının birleşmesinden doğar. Darve sarp boğazarla Slwalik tepeleri ve küçük bir Ticaret şehrinin bulunduğu Hardvar ovası boyunca akar.


Geniş bir kavis çizerek Kuzey Hindistanın büyük alüvyal ovasında Kanpurdan Allahabad'a doğru iner,burada Jumna ırmağı ile birleşir.Doğuya doğru ilerler ve Varansi den 200 mil kadar sonra sol tarafından Gogra ve Gandak adlı iki akarsuyu sağ tarafında da Patna yı geçtikten sonra hemen saonra Deccan yaylalarında birleştiği tek Akarsuyu Son'u alır.


Ganj Vadisinin en önemli Endüstri bölgesi delta üzerinde kurulu olan, Bankaların ve Endüstriyel yatırımların bulunduğu Kalküta ve Howrah'dır. Bu bölgede en büyük jüt Endüstrisi kuruludur. Ayrıca  Makine kimya kağıt ve tüketim maddeleri endüstriside önemli yer tutar.Himalaya Dağları ile Deccan yaylaları arasında bulunan Ganj Vadisi kesif tarımı,çeşitli Endüstrisi Kalabalık şehirleri ve sıkışık trafiği ile Hindistanın kalbidir. Ayrıca Hindular ölüleri yakarak küllerini Ganj Nehrine dökerler.


Ganj Nehri Hinduizim inancına göre kutsaldır. Hindular Nehri Tanrıça Ganga'nın kişileştirilmiş formu olarak kabul ederler. ve bu nedenle insanlar Nehre taparlar. İnançlara göre belirli günlerde nehirde yıkanmak günahların affedilmesi ve tövbelerin kabul görmesini sağlar.Hinduizimdeki ölü yakma geleneği nedeni ile birçok insan Hindistan gibi büyük bir ülkede binlerce kilometre yol katederek yakınlarının küllerini bu nehre  serperler. Hindu inançlarına göre Nehrin suyuda kutsaldır.ve insanlar için kurtuluş yoludur. inanışa göre bu sudan bir yudum bile içmeden ölmek tamamlanmamış bir hayattır. Bunun ile birlikte ölüm döşeğinde bir hastaya son nefesinde nehrin suyundan içirmek cennete gitmesinin garantisidir.


Hinduizm inancında ne olursa olsun Ganj Nehrinin kirlenmeyeceği inancı vardır. Bu nedenle yıllarca kirlilik için önlem alınmamışbirçok kanalizasyon hattı ve fabrika atıkları nehre boşaltılmıştır.Aşırı kirlilik yaratan deri sanayii ile birlikte nehre hergün tahminen 1 milyar litre lağım akmaktadır. Ayrıca Hindular hamile iken ölen bayanların ve çocukların cesetlerini Ganj Nehrine atarlar. Ganj Nehrinde çok sayıda cesedin kıyıya vurup kuşlar tarafından parçalanarak yendiğini görebilirsiniz Hindular bunun kutsal olduğunu düşünürler.


Devlet şimdiden arıtma ve engelleme çalışmaları için 33 milyon dolar harcamışsada bugün ganj dünyanın en kirli su kütlelerinden biridir,fakat Hindular bunu kabul etmemekte ve her kutsal ayinde nehre girmeyi sürdürmektedir. Üstelik bu suda yıkanmanın yanı sıra içenlerde olduğundan sarılık,tifo,gibi pek çok hastalık kapılmaktadır.Aynı zamanda bu kirlilik uzun yıllardır Nehir çevresinde yaşayan halk üzerinde alışa gelmedik bir etki yaratmıştır. Halk kutsal olduğuna inandığı nehir suyunu günlük işlerinde kullanmaktadır ve bu nehrin barındırdığı hastalıklara karşı zamanla bağışıklık kazanmalarını sağlamıştır. yerel halk bu yüzden nehrin suyunu şifalı kabul etmektedir.


Buna rağmen  gerek deltasında gerekse suladığı diğer ovalarda yapılan tarım Hindistanın candamarı sayılır. Bu bakımdan Nil Mısır için neyse,Ganj'da Hindistan için odur.yine bu sebeplerden önemli yerleşim merkezleri bu nehrin kıyısında kurulmuştur. Kalküta,Allahabad,Hanpur Patna ve benares bunlardandır.


11 Kasım 2012 Pazar

Rönesans


Rönesans yeniden doğuş anlamına gelen ve XIV.ile XV. Yüzyıllarda İtalyada oluşan toplumsal,Ekonomik,Siyasal değişimleri kapsayan bir dönemdir. Bu dönemde sanat,önceden görülmemiş bir gelişme göstermiştir. Mimarlıkta Gotik yapılar,yerlerini klasik yada Roma üslubundaki binalara bırakmışlar,resim ise hacim ve perspektif ustalığına erişmiştir.Kilise bütün Rönesans döneminde sanatı ve sanatçıyı en çok destekleyen bir kurum olarak ortaya çıkmıştır.


XIV.Yüzyılda İtalyada,kendilerini yeni bir çağın öncüsü olarak gören ve büyük değişimler sürecini hazırlayan kişilerin başında Petrarca (1304-1374) ile tarihci Giovanni Villani (1280-1348) gelmektedir. Bu dönemde Roma nın eski tarihi ele alınmış ve bir ölçü olarak benimsenmiştir.Bu nedenle eski dil ve Edebiyat üzerine daha ayrıntılı ve kapsamlı araştırmalar yapmak zorunluğu ortaya çıkmış Klasik Latince ve Yunanca değerlendirilmiştir. İstanbulun 1453 yılında Türkler tarafından fethedilmesinden çok önce,Yunanca el yazmaları deniz yoluyla İtalyaya gönderilmiş Klasik Latincenin üslubu ve edebi kalıpları değerlendirilmiş ve kopya edilmiştir.


Rönesans devrinde Kilise Papalık sarayının veya sistina  kilisesinin dekore edilmesi,Romadaki S.Pietro kilisesinin yeniden yapılması gibi çeşitli olanaklar sağlayarak sanatçıların sürekli gelir elde etmelerine olanak vermiştir. Yönetici sınıf ve diğer zenginlerden de destek gören sanatcılar yapıtlarının türünde değişiklik yapmışlar, XV.Yüzyılda din dışı mimarlık yeniden önem kazanmıştır.


Floransa XIV Yüzyılda ve XV.Yüzyılın başlarında yeni fikirlerin gelişim merkezi olmuş,ayrıca bu şehirde Yunan site devletlerinin bir benzeri kurulmuştur. XV.Yüzyılda Floransa vaftiz evinin ünlü bronz kapıları, Lorenzo Ghiberti (1378-1455) tarafından yapılmış,bunun yanı sıra Filippo Brunelleschi (1377-1446) nın geliştirdiği ve Leon Battista Alberti (1404-1472) nin belirlediği perspektif  ilkeleri de Floransada ortaya çıkmıştır. Üç boyutlu biçim konusunda geleneksel heykelcilik giderek artan bir ustalıkla natüralizmin yeniden değerlendirilmesini sağlamıştır.


Resim sanatı da yine Floransada gelişmiş, Masaccio (1401-1428) nun hacim konusunu çözen resimlerden,Fra Filippo Lippi'ye Sandro Boticelli'ye Michelangelo'nun ilk devirlerine ve XVI.Yüzyılın Yapmacıkcılık akımına ulaşan bir çizgi izlemiştir. XV.Yüzyıl ortalarında öncülük Roma,Venedik,Mantova gibi bazı şehirlere geçmiş,önceki teknik buluşlara gravür Yakma,Yağlıboya resim gibi teknik gelişmeler eklenmiştir. Konularda çeşitlilik başlamış,Botticelli (Venüsün Doğuşu) gibi klasik konularının yanı sıra Natürmort Manzara ve Portre resimleride yapılmıuştır. XV.Yüzyılda zengin renklere önem verilen Venedik'te Giorgione ve Tiziano bu tutumun güzel örneklerini vermişlerdir.


İtalyan yazarları eski Roma'yı ve kendi ülkelerini incelemişler,Avrupanın öbür ülkelerini barbarlığın etkisinde kalan ülkeler olartak görmüşlerdir. Bu arada Almanya'da Albrecht Dürer (1471-1528) Kuzey ülkelerinin sanatının da İtalyaya eş bir verimlilik içinde olduğunu ortaya koymuştur. Kuzey sanatı,idealize edilmemiş kişisel bir sanat türüdür. İtalyan mimarlığının etkileri Kuzeye ulaşıncaya kadar İtalyada mimarlık yapmacıklığa geçmiş,bunun sonucu olarak Kuzey,Akademik evreyi atlatıp bu yeni akımı bir yama gibi Ortaçağ biçimlerine eklemiştir.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Kelebek


Pulkanatlıların ergin aşamadaki durumu.Kelebeğin küçük daha çok enine gelişmiş birbaşı vardır. Başın iki yanında bulunan gözler bileşik yapıda olup iridir. Gözleri meydana getiren basit gözlerin sayısının 27 bine vardığı olur. Bazı gece kelebeklerinin başında,tam tepe kısmında iki basit göz daha bulunur. Başın ikinci parçasından ikiduyarga çıkar. Bunların biçimi ve uzunluğu çeşitli olabilir. Bütün gündüz kelebeklerinde duyargalar birer topuzla son bulur.


Gece kelebeklerindeyse bunlar düzgün taranmış iplik yada tüylere benzer. ve hayvanın cinsine göre değişik olur. Kelebeğin ağzı emici yapıdadır. Alt ve üst çenenin dış lopcukları birleşerek bir boru meydana getirir. Bu boru hayvanın çiçek ve meyvelerden emdiği balözünü sindirim borusuna aktarmağa yarar. Burmalı bir hortum olan sindirim borusu kelebek hareketsiz durumdayken sarmal biçimdedir.


Böcek harekete geçince kıvrımları açılıp düzelir. Bazı türlerde sindirim borusu çok uzundur. Bazılarında ise basittir ya da hiç yoktur. Kelebeklerin göğüs kısmından çıkan orta uzunlukta üç çift ayağı vardır. Bunların gelişmesi yapısal özellikleri,cinse göre değişir. Birinci çift ayakta çoğunlukla hareketli şerit biçimi bir ek bulunur. Epifiz denen bu kısım tüylerle örtülüdür. Bu tüyler duyargaların ve hortumun temizlenmesinde fırça olarak kullanılır.Öteki iki çift ayakta birer ya da ikişer mahmuz bulunur. 


Kelebeklerin genellikle üçgen biçiminde dört kanadı vardır.Ön kanatlar arka kanatlara oranla daha güçlüdür. Ancak hayvanın uçuşu açısından kuyruk biçiminde uzayan arka kanatlar daha önemlidir. Bazı türlerin kanatlarında tüyden uzun saçaklar bulunur. Bunlar   bazılarında küçük yelpazelere benzer. Boyunduruğa benzeyen özel bir aygıtla birbirine bağlanan ön ve arka kanatlar bütün bir yüzey meydana getirirler.Kanatları kaplayan tüy ve pullar kelebeklerin çeşitli güzel renklerini veren pigmentler bakımından çok zengindir.


Bu renkler  tüyve pulların değişik yerleşmesiyle çeşitli yansımalar yapar. Gündüz kelebekleri kanatları dikey olarak kapanmış durumda dinlenirler.Bunlarda kanatların üst yüzeyi çok canlı renklerle örtülüdür. Alt yüzeyi ise ağaç gövdesi gibi  koyu renklidir. Gece kelebekleri ise ön kanatlar arka kanatları örter durumda katlanmış olarak dinlenirler. Bunların kanatlarında alt ve üst yüzeyler aynı renktedir. Öte yandan arka kanatlar canlı ve parlak renktedir. Ön kanatların üzerinde ise çeşitli çizgiler vardır.


Gece kelebeklerinin pul ve tüyleri gündüz kelebeklerininkinden daha çoktur. Kelebek uçuşu bir çok cinste güçsüz ve kısa uçuştur.Göçmen tipi bazı kelebekler ise uzun süre uçabilirler.Kelebeklerin büyük bir kısmı gece,bir kısmı gündüz bir kısmı ise sabah ve akşamın alacakaranlık vakitlerinde uçar. Buna görede gündüz kelebeği alacakaranlık kelebeği ve gece kelebeği olarak üçe ayrılırlar.Kelebekler yumurtlama yoluyla ürerler.


Yumurtlama ile kurtcuğun yumurtadan çıkışı arasındaki süre kelebeğin türüne ve iklim koşullarına göre değişir. Kurtçuklar bitkilerle beslenirler. Çoğu bitkilerin yaprak tomurcuk,çiçek gibi dış parçalarını yer.Bir kısmıda meyvelerin eti gibi parçalarla beslenir. Bombicus cinsinin kurtçuğu ipek çıkardıkları için bu kelebek cinsi insanlar için çok yararlıdır. Kelebek bütün kıtalarda yaşar.Fakat en çok bitki örtüsü zengin olan yani beslenmesi için gerekli olan balözünü bol olarak bulabildiği bölgelerde bulunur.

5 Kasım 2012 Pazartesi

Güvercin (Columbae)


Omurgalı hayvanlardan kuşlar (Aves) sınıfının karinalılar (Carinatae) bölümünün yağmur kuşları. (Charadriiformes) takımına giren bir alttakım ,Güvercingiller (Columbidae) kumrugiller (Peristeridae) Dişli güvercingiller (Didunculidae) ve dodogiller (Dididae) familyalarına ayrılır.


Güvercinlerin başları küçük,boyun ve bacakları kısa,gagaları kıvrıkçadır. Kanatları gelişmiş ve sivri olduğundan iyi uçarlar. Genellikle gösterişsiz donuk renkli,sık ve yumuşak olan tüyleri kolaylıkla kopar. Çoğunlukla ormanlarda yaşarlar. Tohum,Yumru, orman yemişi yiyerek beslenirler.Yuttukları sert taneleri şişirerek sindirimi kolaylaştırmak için çok su içerler. Yumurtaları lekesiz beyaz yada koyu sarıdır. Bir defada bir yada iki yumurta verirler. Gündüzleri erkek güvercin geceleri dişi güvercin kuluçkaya yatar. Yavrularını kursak zarının salgıladığı bir sütle beslerler. Etleri lezzetlidir.


Güvercinlere en çok Avusturalyada Yeniginede ve büyük okyanus adalarında rastlanır. Kuzeyde yaşıyan türler göçmendir.Çok eski çağlardan beri evcilleştirilen güvercinler eskiden ulaştırma işlerinde kullanılırlardı. Son olarak II.Dünya savaşında bu amaçla kullanıldıkları bilinmektedir.


Güvercinlerin en geniş familyası olan güvercingillerin üçyüzü aşkın türü vardır. Başlıca türleri Kaya güvercini,(Columba livia) Mavi güvercin, (Columba oenas) ve Tahtalı güvercin (Columba palumbus) olarak belirtilebilir. En çok rastlanan türlerden birini teşkil eden Kaya Güvercinlerinin tüyleri kül rengi,boyları 30 Cm.kadardır.Bunlar yuvalarını kaya ve duvar oyuklarına, Mavi güvercinler ise ağaçlara yaparlar.


Güvercinlerin diğer önemli familyası kumrugillerin en bilinen türlerinden biri olan üveyik (Turtur turtur) düz gagası,uzun kanatları,uzun ve yuvarlakca kuyruğuyla familyanın en yaygın örneğidir. Boyları 30 Cm. kadar olan üveyiklerin tüyleri genel olarak kızılımsı pas rengidir. Boyunlarında kenarları gümüş rengi olan siyah bir şerit göze çarpar. Avrupa ve önasyanın büyük birbölümüyle Kuzey Amerikanın ormanlık bölgelerinde yaşar,kışın güneye doğru göç ederler.Kumrugillerin öteki türleri gülen kumru (Streptopelia deccaocta) Küçük kumru(Streptopelia Senegalensis) ve Yemiş güvercini (Carpophaga aenea) olarak sayılabilir.


Güvercinlerin diğer iki familyası olan Dişligüvercingillerinin en bilinen türü dişli güvercin (Didunculus Strigirostris) Dodogillerin en bilinen türü ise Dodo ( DidusCucullatus ) dur.Dişli güvercingiller  Güvercingillerden hemen hemen farksızdır.Soyları tükenmiş olan Dodogillerin ise kuyruk ve kanatları yoktur.Türkiye'de de birçok güvercin türü yaşamaktadır. Bunların başlıcaları Tahtalı güvercin ,Kaya güvercinive Mavigüvercindir.Yurdumuzda ayrıca çok sayıda kumru da bulunur.Güvercinler özellikle İstanbul da cami çevrelerinde toplu olarak bulunmalarıyla göze çarparlar.


1 Kasım 2012 Perşembe

Güller (Rosacceae)


Gülgiller ( Rosacceae ) Familyasından çeşitli türleri olan bir bitki. Bir süs bitkisi ve çiçeği olan gülün yurdu, orta ve ön Asyadır. Yaban gülü, kuzey yarımküresinin 20-70 derece enlemleri arasında kalan bölgelerde yetişir.Gövdesi,sürünücü,dikyada tırmanıcı olmak üzere birkaç türdür. Dalları ve gövdesi dikenli yaprak kıyıları dişlidir.


Güzel bir görünüşü olan ve daha çok süs bitkisi olarak yetiştirilen gül,bir dalda,bir yada birkaç çiçek verir.Hemen her renk gül yetiştirilmektedir. Başlıca renkleri pembe,Beyaz,kırmızı ve sarıdır.Kokulu ya da kokusuz olabilir.


Armut çiçeğini andıran yaban gülünde çiçek tablası küçük bir testi görünümündedir.Bunun üstünü sarı etli bir halka çevirir. Halkanın kıyılarında yeşil renkli beş çanak yaprağı , pembe renkli beş taçyaprağı ile birçok erkek organ bulunur. Çiçek tablasının çukurolan dip kısmında ise yumurtacıklar yer alır. Dişi organın uçları tablanın ağzından dışarı çıkar. Çiçek tablasıyla tohum,gülün yemişini meydana getirirler. Etli olan,Kuşburnu adı verilen bu yemişin rengi kırmızı yada turuncu olabilir.


Gül yılda birkaç kere çiçek verir.Yazın çiçek veren yaz gülleri güzün çiçek açan güz gülleri ve her ay çiçek veren yediveren gülleri gibi yüzün üzerinde cinsi olan gülün türlerinin sayısı Ondört bini aşmaktadır. Onbeş gurupta incelenebilirler. Kokularına görede çeşitlere ayrılırlar.Sözgelimi özellikle kokuları için yetiştirilen Sadberg güllerinin kokusu çok kuvvetlidir.


Küçük çiçekli beyaz Banks gülünün kokusuysa menekşe kokusuna benzer. Güller renk bakımından da çok çeşitlidir. Renkleri toprağa,Havaya, neme,iklime hatta günün değişik saatlarına göre değişiklik gösterir.Özellikle killi-silisli topraklarda yetişen gül ışığı sever.


İyi cins güller yaban gülüne aşılanmak suretiyle yada çelik aşısıyla çoğaltılır. Uzmanlar çeşit elde etmek için tohumdan üretmek yolunu seçerler.Gül aynı zamanda ticari önemi olan bir bitkidir.Yapraklarından esans elde edilir. Bizde bu amaçla Isparta ve Burdur dolayları gül yetiştirme merkezleri haline gelmiş Gülyağcılığı gelişmiştir. Bir hektar yüzölçümünde gültarlasından 3000 kilo çiçek yani bir kilo esans elde edilir.