21 Ekim 2013 Pazartesi

Osmanlı'da Mimari Şaheserler - Süleymaniye Camii

Süleymaniye Camii - İstanbulda Süleymaniye semtinde camii, Kanuni  Sultan Süleymanın emriyle Mimar Sinan Tarafından 1550 - 1557 yılları arasında inşa edildi.Klasik Osmanlı Mimarisinin en büyük eserlerinden biri olan bu cami Mimar Sinanın ikinci önemli camisidir. Yapımına 60 yaşinda başlamış olduğu bu camiyi Sinan Kalfalık eseri olarak sayar. Boğaz ve Haliç'e hakim bir tepe üzerinde yer alan cami. Çevresindeki binalarla birlikte büyük bir külliye halindedir. Bu külliye İstanbul'da Fatih külliyesinden sonra kurulmuş ikinci büyük külliyedir. Külliyenin Merkezini Meydana getiren Caminin planı ,biri avlu öteki esas cami olmak üzere iki kareden meydana gelen bir dikdörtgen biçimindedir.İç Avlunun biri ön cephede ve ortada,ötekiler yan cephelerde olmak üzere üç kapısı vardır.


Orta kapı anıtsal ve yüksek bir taç kapı şeklindedir. Kitabeleri Stalaktifleri ve yarım sütunlarıyla tek başına mimari bir eser sayılabilir. Bu ilgi çekici kapının iki yanında üçer sırada 12 pencere ve odalar vardır. Dikdörtgen planlı iç avlunun zemini mermer döşelidir.Bu Avluyu 28 mermer ve pembe granit sütuna oturan sivri kemerli 28 kubbeli bir revak çevirir. Revak sütunlarının stalaktitilli başlıklarının uyumlu ve oranlı bir görünüşü vardır.Revak kubbelerinde geç devirlerdeki onarımlar sırasında yapılmış olan barok üsluplu kalem işleri görülür. Avlu kısmının en önemli süslemesi, son cemaat yerindeki 10 pencerenin üzerinde bulunan çini dekorlardır. Hepsi aynı üslupta ve aynı motiflerle yapılmış panolar şeklinde olan bu çiniler, XVI yy,ın en güzel örnekleridir.Özellikle panoların köşelerindeki üçgenlerde görülen kırmızı renk, bu dönemin en güzel mercan kırmızısıdır.


Bu panolarda yer alan ve Kur'andan alınmış ayetlerden meydana getirilen yazılar da devrin ünlü hattatı Karahisarlı Hasan Efendi tarafından yazılmıştır.Avlunun ortasında yer alan dikdörtgen planlı mermer şadırvan, oymaları ve bronz şebekeleri bakımından ilgi çekicidir. Avlunun 4 köşesinde dört minare vardır. Bunlardan avlunun ön cephesinde iki köşede olanlar kısa ve 2 şer şerefeli cami tarafında bulunan öteki ikiisi ise daha uzun ve üçer şerefelidir. Mimar Sinan bu dört minareyle Kanuni Sultan Süleymanın fetihten sonraki dördüncü Padişah dört minaredeki 10 şerefeyle Osmanlı Padişahlarının onuncusu olduğunu ifade etmiştir. Bu minarelerin ilgi çekici bir özelliği de aynı boyda olmamalarıdır. Mimar Sinan kubbeye yakın olan minareleri uzun, ötekileri kısa yapmakla camiye piramit şeklinde bir görünüş kazandırmıştır. Minarelerin gövdesi yivlidir,yivlerin araları oyma süslerle doldurulmuştur.


Avludan camiye cephede ve yanlarda bulunan kapılardan girilir. Bütün olarak düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan cami, üç sahınlıdır ve kareye yakın bir plan gösterir.63X68 in boyutlarında olan iç kısmın üzerinde yerden yüksekliği 53 m. olan 25,5 m. çapında büyük bir merkezi kubbe örter. Dört büyük kalın payeye oturan bir merkezi kubbenin geçişi,düz pandantiflerle sağlanmıştır. Kasnağında yuvarlak kemerli otuziki pencere vardır. Kubbe kasnağındaki bu pencerelerle cami duvarlarındaki öteki pencereler iç kısma büyük bir aydınlık kazandırır. Kubbenin açılma kuvvetini karşılamak için mihrap ve ana kapı yönünde merkezi kubbenin iki yanına birer yarım kubbe yapılmış ve bunların da yanlara açılma kuvvetini karşılamak için merkezi kubbeyi taşıyan dört büyük payeden,kuzey ve güney yanlarda bulunanlar birer kemerle birleştirilerek içleri pencereli ayna duvarlarıyla doldurulmuştur. Bu ayna duvarları payelerin arasında bulunan çok büyük ikişer sütun taşır. Bu sütunlardan biri İskenderiye den biri Baalbek ten biride Topkapı Sarayı yakınından,dördüncüsü Kıztaşı ndan getirilmiştir.


Payeler arasına yapılan bu kemerli sistem, ayrıca yine kemerlerle yan duvarlara bağlanmıştır. Böylece Mimar Sinan aynı şekilde bir merkezi kubbeyle yanındaki iki yarım kubbesi olan  Ayasofyadaki yanlara açılmayı önlemek üzere yapılan takviye payandalarının dıştan görünen ağır durumunu burada gözden saklamayı başarmıştır. yan neflerin üzeri,çapları birbirine eşit olmayan beş kubbeyle örtülüdür. Caminin bütün bu kısımlariyle çok kalabalık bir cemaatin toplu olarak ibadet edeceği geniş ve ferah bir mekan vardır. Caminin içine girilince ilk göze çarpanda bu geniş mekan ve kubbenin yüksekliğidir. Mimar Sinan bu camide mimari bütünlüğün ve geniş mekanın yanı sıra akustik durumuda düşünmüş ve bunu başarmıştır.Camide büyük kubbenin bir tarafında çıkan hafif bir ses öteki taraftan duyulur.Akustik düşünülerek bütün kubbeler çift kubbe şeklinde yapılmıştır. Merkezi kubbeye ağızları içeriye doğru açık durumda ve derinlikleri 50 m. ağızları 5 m. olan 64 küp yerleştirilmiştir. Bu küpler ayrıca küçük kubbelerin köşelerine ve stalaktitlerinin altınada konmuştur.Bunlardan başka caminin zemininde de sesi yansıtmaya yarıyan tuğladan boşluklar vardır.


Caminin hava değiştirme düzeni de ilgi çekicidir. Cümle kapısının içeri açılan kısmında,üstte bulunan küçük bir odanın altında dört pencereyle içeriye ve dışarıya doğru dörder küçük menfez vardır. Hepsi birden açılınca meydana gelen hava akımı caminin havasını çabuk ve kolaylıkla temizler.Caminin mimarisi kadar Klasik devrin en güzel örneklerini taşıyan süslemesi de son derecede önemlidir. Caminin içinde ilk göze çarpan süsleme, mihraptaki çini dekorudur. Bu çiniler motifleri,renkleri ve teknikleri bakımından XVI.yy Osmanlı çinilerinin en güzel örnekleridir. Mihrabı çeviren ve üst kısımda duvarları kaplıyan çinilerde,büyük birer daire içine ve lacivert zemin üzerine beyaz renkte çok düzgün istif edilmiş nesih yazıyla Elham suresi köşelerde ve üstte beyaz zemin üzerine çok renkli olarak nar çiçeği, rumiler ve öteki çiçeklerden meydana gelen bir dekor görülür. Bu çini dekorun ortasında mermer mihrap yükselir.Mihrap iki yanda kabartma oluklu ve skalaktit kaideli sütunlarla tek parça olarak yapılmıştır.Stalaktitler altın yaldızlıdır.


Ayrıca mihrabın yanındaki alemlerin boşluğunda ve mihrabın iç kısmında altın yaldızla yazılmış yazılar yer alır. Mihrap duvarlarında üst pencerelerdeki renkli camlardan sadece üstten ikisinin sonradan yapıldığı anlaşılır. Mihrab kadar güzelişlenmiş olan mimberin köşeleri ve stalaktitli kısımları kabartma olarak süslenmiştir.Hünkar mahfili de  mermer işçiliği bakımından önemlidir. Özellikle mahfili çeviren kafes şeklindeki mermer şebeke ilgi çekicidir. Caminin süsleme özellikleri içinde yazılar ve cümle kapılarıyla pencere kanatlarında görülen oymacılık fildişi ve sedef kakma örnekleri,devrin üslubunu yansıtan eserlerdir.


Süleymaniye Külliyesi - İstanbul'da Süleymaniye semtinde Külliye, Kanuni sultan Süleyman tarafından Mimar Sinana yaptırıldı. 1554 - 1557 Külliyenin Merkezini Süleymaniye Camii meydana getirir. Caminin çevresinde Darüttıp,Medreseler,Darülkurra,Sıbyan Mektebi,Hamam, İmaret, Bimarhane,ve çarşı gibi sosyal yapılar yer alır. Bu yapıların cami çevresinde ustaca düzenlenişi Mimar Sinanın şehircilik anlayışını gösterir.

Ozan Virani

Virani - 16 yy. sonu ile 17 yy. başlarında yaşıyan güçlü bir ozandır. Bektaşiliğin ikinci piri Balım Sultandan el almıştır. Bir süre Necef-i Eşref'de Hz. Ali Türbesinde Türbedarlık Babalık yapmıştır. (1587 - 1618) yıllarında İran'da saltanat süren Şah Abbas'la görüşmüştür.Anadolunun birçok yerlerini ve daha sonrada Bulgaristan'da Deliorman Debruca'yı dolaşmıştır.Neceften dönüşünde Deliorman yöresinde bulunan Demir Baba tekkesini ziyaret etmiş ve ondan bilgiler almıştır. Demir Baba soyzinciri itibariyle Peygambere ulaşır.


Demir Baba Velayetnamesinde Virani'nin Demir Baba ile görüşmesi şöyle anlatılır. Demir Baba'ya Arap ve Acem dillerini bilen bir kimse geldiği ve müridleriyle Rumeli'ye geçtiği ve bu kişinin adının 'da Virani olarak söylendiği bildirilir. Ancak gaflet içinde olduğu ve (Kutupluk davası güttüğü de ilave edilir) Demir Baba manevi yönden kendisinin daha üstün olduğunu göstermek ister. Demir Baba o tarihlerde 120 yaşına ulaşmış ulu bir ihtiyardır.


Virani, onun batın kılıcıyla yenilir. Yere geçer. Huzurunda divan durup, niyaz eder.Demir Baba'dan icazet ister. Ancak önce Virani'ye nasihatler verir. Kişi böyle sevdalarda olmasa gerek,Kuran'a uy Sure-i Fatiha'da ne kadar harf olduğunu bilirmisin ? onlardan geçmeyen veli olamaz. Bu kadar suhufla (Harfle) dört kitabı yutsa bile kapıdan girmeyen içeride ne olduğunu bilmez. Bilen Asık'da dava kılmaz. Kimse kusuruna kalma, Bu nasihattan sonra Demir Baba Virani'ye icazet verir.


Virani oradan Otman Baba sultanı ziyaret etmekiçin yola çıkar. Sabahleyin Karlıova'da Hafızzade Türbesine gelir. Ancak Virani rahatsızlanır ve öğleden sonrada orada hakka yürür. Avlu kapısı önüne gömülür.Demir Baba vasiyetnamesinde'de söz edildiği üzere, Virani Arapça, Farsça bilen güçlü bir şairdir.Virani Baba Divanı ile Virani Baba risalesi adlı basılmış eserleri günümüze kadar gelmiştir.Özellikle Hz. Ali'yi öven, 12 imamı dile getiren coşkulu methiyeleri vardır.


METHİYELER
   Hamdülillah biz Muhammedden okuduk defteri
   Nokta nokta harf-be harf bildik rumuzu Hayder-i

   Şah Hasan Şahım Hüseyin-i kerbela meydanının
   Merdiyim sevdim gönülden Abidin ü Bakırı

   Uymazam hergiz yezid'in kavline vü fi'line
   Mezhebim hak'tır hakikat Ca'feriyim ca'feri

   Ben İmamı Kazım'ın rahında kurban olmuşum
   Şah Ali Musa Rızaiçtim kevser

   Hem Muhammed'dir taki tacını serimde aşkar
   Gün gibi verdi Ziya zahir oluptur enveri

   İlm-i vahdet cavidani bil naki'dir vaiza
   Bir nazar kıl vechim üzre hatt-ı şah-ı askeri

   Mehdi-i sahib-zamandır aslü fer ü mü minan
   Huccet-ü kayyum o'dur olduk biz anın çakeri

   Dünye vü ukbadan el çekmiş feragat kılmışız
   Ne hesabı ne azabı ola yevm-i mahşeri

   Hak-pay Haydar'ım ismim Virani'dir benim
   Olmuşam bir can ile uş Kanberi'nin kanberi


        DİLİNDE CANAN  OLUBDUR  
   Dilinde Canan olubdur
   Sücudum sacidim insan olubdur
   Vücudum şehrine şah-ı muhakkak
   Bilin ki Fazl-ı hak yazdan olubdur

   Gönül didara karşı ol sebebden
   Ayrılmaz vallahi hayran olubdur
   Virani Dervişe lütfetti Haydar
   Erişti üçlere selman olubdur

     GEL  DİLBER  AĞLATMA BENİ
     Gel Dilber ağlatma beni Şah-ı Merdan aşkına
   Dü cihanın raniması şiri yazdan aşkına
   Şahım Hasan pir Hüseyin kerbela meydanı için
   Lütfedip bağışla cürmüm Ali süphan aşkına

   İmam Zeynel Abidin'in abına umdumusa
   Arayıp özünde Bakiri buldunsa
   Ceddin Evlad-ı Muhammet caferi bildin ise
   Rahme gel ol şah-ı merdan ali ümran aşkına

   Seyit Musa Kazım'dır ehl-i beytin serveri
   Canı aşkı nuş edenler müpteladır ekseri
   Sahi şehidi Horasan imam rıza'dan beri
   Müptelayı merhamet kıl kalb-i viran aşkına 

   Ey Virani çıkma yoldan doğru raha gel beri
   Muhabbet şevkat senindir Ey Hasan-ül Askeri
   Evliyalar serfiazi Hacı Br-ektaş-ı veli
   Sen genisin ver Muradı devri mihtan aşkına


 NEDİR  EY  GAZİLER  BENİM YANDIĞIM

   Nedir ey gaziler benim yandığım
   Halden bilmez yar elinden dertliyim
   Bu aşkın ateşi yaktı sinemi
   Pervaneyim Nar elinden dertliyim

   Gafletten uyandım gözümü açtım
   Aşkın küresinde kaynadım piştim
   Yavru Şahan gibi tuzağa düştüm
   Kurtulamam tor elinden dertliyim

   Binbir niyaz ettin eğledin beni
   Bir kadim ikrara bağladın beni
   Gül diye tikene dağladın beni
   Korkulatmaz her elinden dertliyim

   Çıktım şu alemi seyran etmeye 
   İkrar verdim bu ikrarı gütmeye
   İndim Bedest ana pazar etmeye 
   Şenliği yok şor elinden dertliyim

   Virani'yem çekem yarın kahrını
   Ver doldur içeyim aşkın zehrini
   Muhabbete saldık gönül bahrını 
   Geçti zaman zor elinden dertliyim

      İSTEMEM ALEMDE GAYRI MEYVAYI

   İstemem Alemde gayrı meyvayı
   Tadına doyulmaz balımdır Ali
   İstemem eşyayı verseler dahi
   Korkmazan sümbülü gülümdür Ali

   Ali'mdir kadehim Ali'mdir şişe
   Alim sahralarda morlu menekşe
   Alim dolu yedi iklim dört köşe
   Alim saki kevser dolumdur Ali

   Ali Vahid şah-ı resul kibriya
   İmam Hasan Hüseyin şah-ı kerbela
   İmam zeynel -Aba ol sahib-liva
   Büküldü kametim dalımdır Ali

   Muhammed Bakır'dır tendeki canım
   Ca'ferüs-sadık'tır dinim imanım
   Musa-i Kazım'dır derde dermanım
   Varlığım kalmadı malımdır Ali 

   Aliyyür-Rızadır şah-ı Horasan
   Taki ile Naki gösterdi burhan
   Hasanül-Askeri mah-ı dırahşan
   Yokladım talihim falındır Ali

   Muhammed Mehdi'dir sahibüz -zamam
   Oniki imama kul oldum heman
   Ma'sum-ı pakandır envar-ı cihan
   Esrar-ı Hüda'ya Alemdir Ali

   Virani'yem düştüm şimdi derdine
   Vücudum gark oldu çile bendine
   Gönül solmaz oldu kendi kendine
   Söyler dehanımda dilimdir Ali

18 Ekim 2013 Cuma

Osmanlı'da Mimari Şaheserler - Selimiye Camii

Selimiye Camii - Edirne'de bulunan, Osmanlı Padişahı II. Selim'in Mimar Sinan'a yaptırdığı Camidir. 80 yaşında yaptığı,ustalık eserim dediği,Selimiye Camii gerek Mimar Sinanın gerek Osmanlı Mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir.Caminin kapısındaki kitabeye göre yapımına 1568 yılında başlanmıştır. Caminin 27 Kasım 1574 Cuma günü açılması planlanmışsada ancak II. Selimin ölümünün ardından 14 Mart 1575 te ibadete açılmıştır. Mülkiyeti Sultan Selim Vakfındadır.Bugün şehrin merkezinde bulunan Caminin yapıldığı alanda inşasına Süleyman Çelebi döneminde başlanan sonradan Yıldırım Beyazıtın geliştirdiği Edirne'nin ilk sarayı (Ssaray-ı Elik) ve Baltacı Muhafızları Haremi bulunmaktaydı. Bu alandan Sonbayır veya Kavak Meydanı diye bahsedilir.


Sultan Selim'in Caminin yapılacağı şehir olarak neden Edirneyi seçtiği kesin olarak bilinmemektedir. Evliya Çelebi Seyahatname adlı eserinde Padişahın rüyasında islam Peygamberi Muhammed'i (s.a.v)gördüğünü ve onun kendisinden Kıbrıs'ın fethi anısına bir cami yaptırmasını istediğini yazmıştır. Ancak Kıbrısın caminin yapımına başlanmasından 3 yıl sonra 1571 de fethedildiği bilindiğinden bu iddianın doğruluk payı olamaz. Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye'de daha önceki hiçbir camide yada Antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesinde rağmen Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde 31,25 metre çapında tek bir lebi ile örtülmüştür.


Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak fil ayaklarına 6 m. genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda Caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.Caminin 4 köşesinde bulunan herbiri 3 şerefeli 380 cm.çapındaki Minareler 70,89 metre yüksekliğindedir. Minarelerin Alem dahil yükseklikleri bazı kaynaklara göre 84 bazılarına göre 85 metredir. Cümle kapısının 2 yanındaki minarelerin şerefelerine 3 ayrı yoldan çıkılır.Diğer 2 minare tek merdivenlidir. öndeki iki minarenin taş oymaları çukur ortadaki minarelerin oymaları ise kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması camiyi göğe doğru uzanıyormuş gibi gösterir. Bu caminin en büyük özelliği Edirne'nin her tarafından görülmesidir.


Caminin Mermer,Çini ve Hat işçilikleri de önemlidir. Yapının içi iznik çinileriyle süslüdür.Büyük kubbenin tam altındaki Hünkar Mahfili 12 mermer sütunludur. ve 2 m.yüksekliktedir.Çinilerin bir kısmı 1877-1878 Osmanlı Rus savaşında Rus Generali Mihail Skobelev tarafından sökülerek Moskovaya götürülmüştür.Yapının Kuzeye,Güneye ve Avluya açılan 3 kapısı vardır. iç avlu,Revaklar ve kubbelerle süslüdür. Avlunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvan vardır. Dış Avluda ise Sıbyan mektebi,Darül kurra, Darül hadis, Medrese ve imaret bulunmaktadır.Sıbyan Mektebi günümüzde çocuk kütüphanesi Medrese ise Müze olarak kullanılmaktadır.Geçmişte cami meşalelerle aydınlatılmakta idi,Meşalelerden çıkan is, hava akımı oluşturmak üzere özel olarak yapılan bir delikten dışarı çıkmaktaydı.


Caminin Müezzin mahfilinin mermer ayaklarından birinin altında ters bir lale motifi bulunmaktadır. Rivayete göre Caminin yapılacağı arsa üzerinde bir lale bahçesi bulunmaktaydı. Bu Arsanın sahibi başlarda Arsasının satılmasını istememiştir. En sonunda Mimar Sinan'dan camide bir lale  motifi olmasını isteyerek arsasını satmıştır. Mimar Sinan da lale motifini bu arsada bir lale bahçesi olduğunu,ters olması ise sahibinin tersliğini temsil etmektedir.

Humphrey Bogart - (1899-1957)

Humphret Bogart - Humphrey Deforest Bogart adıyla iyibir Newyork'lu Aileden Dünyaya geldi. Annesi Dergi Ressamı, Babası ise Operatör Doktor'du .Bogart Phillips Askeri akademisinde okurken bir söylentiye göre okuldan kovuldu. Sonraları Bahriyede görev aldı. Üst dudağını zedeleyen ve ona sert bir görünüm veren kaza bu sırada oldu.Bir Tiyatroya girdi. Ve önce yönetici, sonra oyuncu olarak çalışmaya başladı. İrili ufaklı rollerden sonra 1929 yılında tam 30 yaşında Fox Şirketinden bir öneri aldı ve bir deneme anlaşması imzaladı.Çeşitli küçük roller oynadı. Diğer Şirketlere geçti. Ama gerçek bir başarı kazanamadı.Alışılmış olmayan yakışıklı sayılmayacak fiziği ve haşin, kendine güvenli tavırları işi kolaylaştırmıyordu.


Yeniden Tiyatroya döndü. 1935 te Robert Sherwood'un (The Petrified Forest) Taşlaşmış Orman oyununda Acımasız bir Gangster rolünde ilk kez başarı kazandı. Warner Bros oyunu filme alacağı zaman Baş oyuncu Leslie Howard Bogartın aynı rolü oynaması şartını koştu. Böylece 37 yaşında ve bu kez kesin olarak sinemaya dönüş yaptı. Ve filmdeki ganster Duke Montee.gerçektende Belleklere yerleşti.Bogart ününe gerçekten çok zor ve geç ulaşmış oyunculardan biridir. Yılda yarım düzine filmde, çokluk dönemin ve Warner Starları Edward G. Robinson, James Cagney veya George Raft'ın gölgesinde hemen hepsi olumsuz yasadışı kişilikler olan sayısız rol canlandırdı.


1937 den itibaren aralarında Sylviya Sidney, Bette Davis, Ann Sheridan, ida Lupino da bulunan ünlü kadın starlarla karşı karşıya oynaması sayesinde yavaş yavaş da olsa dikkati çekiyordu, Marked Woman (Damgalı kadın) Dead End (Çıkmaz sokak) Angel With Dirty Faces (Kirli yüzlü Melekler) The Amazing Dr.Clitterhouse (Cinayet Doktoru).Artık sonunda öldüğü filmlerden bıktığı için George Raft'ın Hıgh Sierra filminde oynamayı reddetmesi Raoul 'ın bu ünlü Gangster filminde Bogart'a unutulmaz bir Loser (kaybeden) rolu getirdi. Kötülüğü içinde son kerte insancıl olan yaşlılığın eşiğindeki haydut Roy Earle'e inanılmaz bir gerçeklik duygusu kattı Bogart. ve finaldeki kaçınılmaz ölümünü trajik bir duyguya çevirmesini bildi.


Arkasının gelmesi gecikmedi yine George Raft'ın yardımiyle Dashıel Hammelin 3.kez sinemaya uyarlanacak romanı The Maltese Falcon (Malta şahini) için ilk başta düşünülen Raft bu kezde yepyeni bir yönetmene (John Houston'a) güvenmediği için rolü istemedi. Bogart özel Dedektif Sam Spade'e Hammetin tüm hayal ettiğini veren hatta ötesine geçen bir canlılık getirdi. Malta Şahini Bogart'ı birden yıldız yaptı. Film üstüne film çeviriyordu. Houston'la Across the pasific, Treassure of sierra madre, Key Large, Beat the Devil,birbirinden ilginç filmler çekti. Ama talihin ona yeniden ve artık kesin biçimde gülmesi için bir başka mucize gelecekti.


Casablanca mucizesi Film çekilip gösterime girdiğinde başarı tamdı.Bogart yüklendiği sinik, bıkkın, hayata ilgisiz bar sahibi Rick rolünde kusursuzdu.Filmin her sahnesi Rick'in her sözü İlsay'la olan ilişkileri (İngrid Bergman) tüm hava alanı bölümü artık unutulmazlar arasına girmişti.Bir efsane film bir efsane oyuncu doğmuştu. Yine Houston'la biraraya gelerek Afrikada çektiği (The African Queen) Afrika kraliçesinde ise bambaşka bir kişiliğe büründü Bogart, içkiyle yumuşamış serseri,pasaklı,küfürbaz bir kaptan rolü, Bogart bu filmle ilk kez bir oscar ödülü alacaktı.1950 lerde bozulduğu sağlığı kaybettiği saçları için duyduğu kaygı (Son filmlerini hep bir perukla oynayacaktı)


Sonunda eşi Lauren Bacall'ın ilerleyen bir boğaz kanseri yüzünden evinde ve uykusunda can verecekti. Bogart bir dönemde oyunculuğunu eleştirenlere şöyle demişti.Ben Laurance Olivier ekolünden değilim,tek bildiğim içimden geldiği gibi oynamaktır.30 yıl boyunca öyle yaptı sanatçı onu anlatan çok sayıda kitap var, En ünlüleri arasında, Nathaniel Benchley,Jonah Ruddy, Clifford Mc. Carthy ve Ezra Goodman'nı kiler anlatabilir.
Mehaz - Sn.Atilla Dorsayın  100 yılın 150 oyuncusu kitabı.

17 Ekim 2013 Perşembe

Franklin D. Roosevelt - (1882-1945)

Franklin D. Roosevelt  30 Ocak 1882 Tarihinde Hyde Park, Newyork'ta doğdu.Babası James Annesi Sara Delano Roosevelt'tir.Ailesi ve özel öğretmenler tarafından hemen hemen bütün biçimlendirici eğitimi ona sağladılar. İlk önce Groton (1896 - 1900) Massachusetts prestijli hazırlık okuluna katıldı. 3 yıl sonra (1900 -1903) yılında Harvard Tarih alanında lisans derecesi aldı. Roosevelt daha sonra Newyork Colombia Üniversitesinde  Hukuk okudu. ve 1907 yılında Baro sınavını kazandi. bir netice almadan okulu bıraktı ve 3 yıl boyunca önemli bir New York Hukuk Bürosunda Avukatlık yaptı. 1910 yılında siyasete girdi. Demokrat olarak New York Eyalet Senatosuna seçildi.


Bu arada 1905 yılında uzaktan bir kuzeni olan Theodore Roosevelt'in yeğeni olan Anna Eleanor Roosevelt ile evlendi. Ve çocukları Anna (1906) James (1907) Elliot  (1910) Franklin Jr. (1914) ve John (1916) doğdular.Roosevelt 1912 yılında Eyallet Senatosuna seçildi. ve Demokratik ulusal kongre destekli Woodrow Wilson'un desteğini edindi. Verdiği destek için bir ödül olarak Wilson ona 1913 yılında Deniz Kuvvetleri Sekreter yardımcısı olarak 1920 yılına kadar süren bir pozisyona atandı.


1920 yılında ABD Başkan yardımcılığına adaylığını koydu ama seçimi kazanamadı.1921yılında Franklin D. Roosevelt o dönemde çok büyük salgın halinde olan çocuk felcine yakalandı. Hastalığı yenmesine karşılık bacaklarına gelen felç yüzünden yaşamının geri kalan bölümünde birdaha yürüyemedi. ABD Tarihinde engelli olan tek Başkandır. Tekerlekli sandalyesiz bir yerden bir yere gidemiyordu ama,ayağa kalkması ve ayakta durup konuşma yapması mümkün oluyordu. 1928 yılında Newyork Eyaletine Vali seçilmeyi başardı. 4 yıl Valilik yaptıktan sonra 1932 seçimlerinde ABD nin 32.nci Başkanı olarak seçildi.


Roosevelt çok zor bir dönemde Başkanlığa gelmişti. Roosevelt işbaşına geldiğinde ABD 1929 dan beri Büyük buhran adı verilen tarihin en büyük ekonomik çöküntüsünü yaşamaktaydı. Nufusun % 25 i işsizdi. 2 milyon Amerikalı evsiz barksız kalmıştı. Roosevelt  yeni düzen (New Deal) adıyla anılan çok yönlü bir yeniden yapılanma programı geliştirdi ve ABD Ekonomisi zamanla tekrar rayına oturup hızla büyümeye başladı.


1939 yılında II.Dünya Savaşı patlak verdiğinde Rooseveltin Başkanlığındaki ABD önce tarafsız kaldı. Ancak Japonyanın Büyük okyanusta ABD ye ait olan Pearl Harbor limanına saldırmasıyla ABD birden kendini II. Dünya savaşının içinde buldu. Franklin D. Roosevelt savaşın hemen hemen tamamında ABD nin Başkanı olarak görev yaptı.Müttefik Devletlere Almanya-İtalya ve Japonyaya karşı liderlik etti. 1945 te savaşın son yılında Müttefiklerin üstünlük sağlamaya başladığı bir dönemde aniden hastalanarak görevi başında öldü.Yerini o zamanki Başkan yardımcısı olan Harry S. Truman aldı.


Franklin D. Roosevelt halen ABD halkının gelmiş geçmiş Başkanlar içinde en çok sevdiği dört Başkandan biridir. ABD halkı tarafından kısaca isminin baş harflerinden olan FDR şeklinde anılır. Başkanlığa dört kez seçilmiştir. ABD Tarihinde Roosevelt'in dışında iki kezden fazla seçilmiş olan hiçbir Başkan yoktur.Daha sonraları ABD Yasaları değiştirildiği için yürürlükteki yasalara göre bundan sonra da hiçbir Başkanın iki kezden fazla seçilmesi mümkün değildir.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Kul Himmet

Kul Himmet - 16 ncı yüzyılda yaşamış bir Halk Ozanıdır. Mezarı doğduğu yer olan Tokat iline bağlı Almus İlçesinin Görümlü ( Varzıl ) köyündedir. Alevi - Bektaşi Mezhebinin Erdebil Tekkesi'ne bağlı Safeviye kolundan olduğu öne sürülür. Yaşadığı dönemde Pir Sultan Abdal ve Şah Hatayi'yle adı anılmıştır. ve yedi ulu ozan'dan biridir. İnancından dolayı çileli bir hayat geçirdiği zindanlarda yattığı söylenir. Ölümüyle ilgili kesin bilgiler olmamakla beraber Pir Sultan Abdal'ın 1560 da asılmasından sonra uzun süre kaçak yaşayıp köyünde vefat ettiği sanılmaktadır. Sevgi,Barış,Dostluk temelli nefesler söylemiştir.


Aleviler arasında Menakıbname,Büyük buyruk,İmam Cafer buyruğu, Şeh Safi buyruğu Fütüvvetname, Menankıb-ül evliya, adlarıyla tanınan ve 1608 yılında Bisati'nin kaleminden çıkan Menakıb-ül esrar, Behcet-ül ahrar yapıtı,bir çeşit Antequem oluşturmaktadır. Yani bu yapıtın yazıldığı tarihten önce Kul Himmet ölmüş olmalıdır.Yoksa yaşadığı ortamı ve şiirlerini tanıyan Bisati kendisiyle mutlaka görüşür, bu konuda Kul Himmet'ten yararlanır ondan uzun uzun söz ederdi. Haliyle şiirlerine daha  çok yer verirdi. Çünkü gerek Buyruk'ta anlatılan Alevi inancı, Muhammed Ali yolunun ilkeleri,felsefi ve nasıl sürdürülmesi gerektiğini en iyi bilen ayrıca nefeslerinden anlaşıldığı gibi erkanlara bile katkısı bulunmuştur.


Ayrıca  amacı Şah Hatayi'nin de birçok nefesinde övdüğü,yücelttiği ve ona candan bağlılığını söylediği Hacı Bektaş Veli gibi Şeyh Safi'nin de ermiş velilerden olduğunu vurgulamak ve Erdebil'i çekim merkezi yapmaktı.Şeyh Safi'nin İmam Cafer Sadık'tan esinlendiğini ve Buyruğundaki sözleri ondan aldığını ve hatta İmam Cafer'in mührünü taşıdığını şiirlerindeki ifade Kul Himmet bu propagandaya büyük katkıda bulunmuştur.
Ve Kul Himmet şiirlerinden bir demet.


YALNIZLARIN YARDIMCISI

Yalnızların yardımcısı
Kimin var Ali'den gayrı
Şefellerin duacısı
Kimim var Ali'den gayrı

Bilirim yoktan var ettin
Yeri göğü sen yarattın
Yaktın vücudum kül ettin
Kimim var Ali'den gayrı

Aşkları aşka salan
Bahr'olup ummana dalan
Düşmüşlerin elin alan

Gönlümün sırrı penahım
İmamlardır secdegahım
Yerden gökten çok günahım

Gönlümün müptelasıyım
Dertliyim divanesiyim
Ali'dir irfan ocağım

Kul Himmet üstadım dedim
Dilimde ezberim virdim
Gözüm açtım seni gördüm
Kimim var Ali'den gayrı

GAFİL KALMA ŞAŞKIN BİRGÜN ÖLÜRSÜN

Gafil kalma şaşkın birgün ölürsün
Dünya dolu malın olsa ne fayda
Ettiğin işlere pişman olursun
Pişmancılık ele geçmez ne fayda

Birgün seni götürürler evinden
Hak-kın kelamını kesme dilinden
Kurtulmazsın Azrailin  elinden
Türlü türlü yolun olsa ne fayda

Söylersinde sen sözünden şaşmazsın
Helalini haramından seçmezsin
Kesilir kısmetin suda içmezsin
Akan çaylar in olsa ne fayda

Sen söylersin söz içinde sözüm var
Çalarsın çırparsın oğlun kızın var
Hiç demezsin üç beş arşın bezim var
Bedestanlar senin olsa ne fayda

Kul Himmet üstadım çöksem otursam
Türlü varlığımı ele götürsem
Dünya benim diye zapta geçirsem
Bütün dünya senin olsa ne fayda


BİR DOST BULAMADIM

Seyyah oldum şu Alemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkarımla okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Bilmem amelimden yoksa özümden
Ah ettikçe yaşlar gelir gözümden
İki elim kalkmaz oldu dizimden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Bozuk şu dünyanın düzeni bozuk
Tükendi daneler kalmadı azık 
Yazıktır şu geçen ömrüme yazık
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Kul Himmet üstadım ummana daldım
Gelenden geçenden haberin aldım
Mecnun oldum şallar geydim dolandım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

İki elim kalkmaz oldu dizimden
Ah ettikçe yaşlar gelir gözümden
Kusurumu gördüm kendi özümden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Kul Himmet üstadım ummana dalam
Gidenler gelmedi bir haber alam
Abdal oldum şallar giydim bir zaman
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

YOLCU  OLDUM

Yolcu oldum yola düştüm
Yollarım Ali çağırır
Bülbül oldum güle düştüm
Güllerim Ali çağırır

Bir zaman turapta yattım
Türlü çiçeklerden bittim
Arı ile çok bal yaptım
Ballarım Ali çağırır

Bulut oldum göğe ağdım
Yağmur olup yere yağdım
Coşkun coşkun ben kaynadım
Sellerim Ali çağırır

Haneye mıhman gelmişim 
Kah ağlayıp kah gülmüşüm
Bahr-i ummana dalmışım
Göllerim Ali çağırır

Kul Himmet aşka düştü
Aşk deryası boydan aştı
Virdimiz Ali'ye düştü
Dilerim Ali çağırır


GAFİL KALDIR KALBİNDEKİ GÜMANI

Gafil kaldır kalbindeki gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi
Yaratmış hak onsekizbin alemi
Rızkını veren de Allah değil mi

Gelin geçelim biz böyle gümandan
Sakın çıkmayalım dinden imandan
Şefaat umalım oniki imamdan
İmamlar Atası Ali değil mi

Kul Himmet'in der ki ben bir fukara
Aradım buldum derdime bir çare
Yüzü kara nasıl varsın dergaha
Dergahta oturan Ali değil mi

MUHAMMED  ALİ'NİN YOLUN GÖZLERİM

Muhammed Ali'nin yolun gözlerim
Odur ela gözlü sultanım benim
Bektaşı Veli'nin izin izlerim
Odur ela gözlü sultanım benim

Cebrail cennette sordu ahvali
Bu bir kadim yoldur öteden beri
Biri Ali'nin düldül'ü biri Kanber-i
Odur ela gözlü sultanım benim

Hasan Hüseyine ağlar gezerim
Akar çeşmim yaşı çağlar gezerim
Zeynel bakır Cafer'dedir nazarım
Odur ela gözlü sultanım benim

Kazım Musa inza'dır katarım
Taki Naki askeri'ye yeterim
Mehdi-i Resul'ün peşin tutarım
Odur ela gözlü sultanım benim

Kul Himmet üstadım aklım başımda
Gündüz hayalimde gece düşümde
Selman'ın çiğninde çocuk yaşında
Odur ela gözlü sultanım benim

4 Ekim 2013 Cuma

Tuz

Yemek Tuzu - Kimyada sodyum klorür (Na CI) İsmiyle bilinen beyaz kristal yapılı bir bileşiktir. İnsan dahil tüm canlıların besin kaynaklarından olan tuz, ticari bakımdan da önemli bir maddedir. Dünyanın her yerinde rastlanabilen sofra tuzu tarih boyunca önemli bir ihtiyaç ve ticaret maddesi olmuştur.Besin maddesi olması dışında tuz, Dericilikte,Hayvan besiciliğinde, su yumuşatma sistemlerinde ve kimya sanayiinde yaygın olarak kullanılır.


Tuzun Tarihçesine gelince, Modern yer biliminin sağladığı bilgilerden önce tuzun nerede bulunduğunu bilmeyen İnsanoğlu 20.yüzyıla kadar umutsuz bir biçimde tuzun peşinde koştu.Tarih boyunca tuz o kadar değerliydi ki bazı ülkelerde Asker ve İşçiler maaşlarını tuz olarak alıyordu. Büyük Roma yollarından tuzu sadece Romaya değil yarımadanın iç kesimlerinede taşımak için inşa edilmişti.Çinliler,Romalılar,Fransızlar,Venedikliler,Habsbur'lar ve diğer birçok yönetim savaşlar için para bulmak üzere tuz vergisi koymuştu.Bilindiği kadarıyla Anadolu da tuz ile ilgili ilk yazılı kaynaklar ise Hititlere kadar gitmektedir.


Çinde tuz üretimine ilişkin en eski yazılı kaynak MÖ.800 e aitti. Belgede Xia Hanedanlığı sırasında bin yıl önceki deniz tuzu üretimi ve ticaretinden söz ediliyordu.Çin yönetimleri yüzyıllarca tuzu,bir gelir kaynağı olarak görmüşlerdi. Çinde MÖ.12 Yüzyılda tuz vergisinden söz eden metinler bulundu.Yazar Kurlansky et ve balığı tuzlayarak saklayan ilk uygarlığın Mısırlılar olabileceğini belirterek,balığı tuzda saklamaya ilişkin en eski çin belgelerinin MÖ.2 bine tarihlenirken çok daha eski tarihlerden kalan mısır mezarlarında tuzlanmış balık ve kuş eti bulunduğuna dikkat çekti. Araştırmalara göre Mısırlılar Nil Deltasında deniz suyunu buharlaştırarak tuz üretiyorlardı.


Tuzun Bulunuşu - Sofra tuzu doğada Denizlerde çözünmüş halde, kaya tuzu şeklinde ve kurumuş iç denizlerin yataklarında bulunur.Henüz kurumamış tuz gölleri mevcuttur.Türkiyenin içanadolu bölgesinde bulunan tuz gölü, Lut gölü,ve Amerikadaki bazı göller bu tür göllerdendir.Tuz elde etme yöntemleri - Tuz üretimi bütün mineral çıkarma yöntemleri arasında hemen hemen en basit ve kolay olanıdır.Tuz elde etme yöntemlerinin en yaygın olanı tuzla denilen göletlerde tuzlu suyun buharlaştırılmasıdır. Buharlaşma yöntemi çoğunlukla kurak ve sıcak bölgelerde uygulanır. Bu yol ile elde edilen tuzlarda ticari maksatlar için istenmeyen safsızlıklar olabilir, yani elde edilmiş bu tür tuzlarda tuz seven bazı mikro organizmalar da bulunabilir.


Bu mikroorganizmalar örneğin  konservecilikte bazı yiyecek maddelerinin bozulmasına sebep olabilmektedir. Kaya tuzundan da tuz elde edilebilir.Kaya tuzu önemli tuz kaynaklarından biri olup,içerdiği safsızlıklara bağlı olarak saydam veya yari saydam,Grimsi,Beyaz,Turuncu,Sarı Pembe ve kahverengi olabilir.Kaya tuzu az safsızlık ve yabancı maddeler içeren yataklarda yeraltına galeriler açarak parçalar halinde çıkartılır. Çözelti madenciliği olarak adlandırılan bu öntemde safsızlıkların fazla olması durumunda açılan sondaj kuyularına sıcak su gönderilerek suda çözülen tuzlar bulamaç halinde dışarı alınır. Bu bulamaçın kristallendirilmesi için tava veya vakum yöntemleri kullanılır.


Tava yöntemi - Bir tahta kapta dinlendirilen tuzlu suya magnezyum sulfatı çöktürmek için az miktarda  kireç katılır. Sonra tava adı verilen buharlaştırma kabına gönderilir.Bu kabın alanı 80-1oo metrekare olup ocağın sıcak gazlarıyla ısıtılır. Burada önce magnezyum sülfat çöker ve alınır.Daha sonra çöken tuz alınır.Alınan tuz tava üstündeki tahta davlunbaza serilir. Suyu tekrar tava içine akarken tuzda kurur.
Vakum yöntemi ise - Tava yönteminin yerini alan bu yöntemde tuzlu su vakum pompaları yardımıyla buharlaştırılır.