29 Aralık 2012 Cumartesi

Fransız İhtilali


1783 Yılında başlayan Fransız Devrimi bütün Avrupa da Demokrasi,Ulusçuluk,ve Anayasaya uygun yönetim ilkelerinin benimsenlenmesi yolunu açmıştır. Fransız Devriminin en önemli nedeni Kilise büyükleri ve soylular sınıfıyla kentsoylu sınıfı arasında başgösteren dengesizlik  ve çatışma karşısında krallık yönetiminin güçsüz ve çaresiz kalmasıydı.


1786  Yılında maliyenin büyük açık vermesi üzerine yeni vergiler konmak istenmiş,fakat bu isteğe karşı çıkan soylular Temsilciler Meclisinin (Etats Generaux) toplanmasını istemişlerdir. Bu  Meclise kilisenin soylular sınıfının ve (Tiesr etat) adı v erilen üçüncüsınıfın temsilcileri katılırlardı. Temsilciler Meclisi 5 Mayıs 1789 günü toplanmış ve daha başta egemenliği ellerine geçiren üçüncü sınıf temsilcileri,bazı sert çatışma ve tartışmalardan sonra 17 Haziran da Ulusal  Meclisi toplantıya çağırmışlardır. Bu isteğin kral ve soylulara kabul ettirilmesi devrimin ilk adımı olmuş,Bunu Fransız Halkının 14 Temmuzda ayaklanarak krallık yönetiminin sembolü olan Bastille kalesini zaptetmeleri izlemiştir. Ayaklanmadan sonra artık kurucu meclis Meclis adını almış olan Ulusal Meclisin kararlarıyla 4 Ağustosta Derebeylik düzeni ortadan kaldırılmış 27 Ağustosta insan Hakları bildirisi ilan edilmiş,11 Eylülde ise kralın,yasama gücünün kararlarını yalnız bir defa veto etmek hakkı dışındaki bütün hakları elinden alınmıştır.


Paris Halkının 5-6 Ekim günleri Versailles a yürümesi üzerine önce kralın,Arkasından da kurucu Meclisin Parise taşınmasından sonra Devrimin akışı sokağın baskısı altına dahada çok girmiştir.12 Temmuz 1790 günü kabul edilen ve Piskoposlarla Papazların göreve seçimle getirilmelerini.Ulusa,Krala, ve anayasaya bağlılık andı içmelerini öngören bir yasa din adamlarının (Devrimciler) ve (Tutucular) diye ikiye ayrılmalarına yol açmış,Jakobenlerden daha Demokratik amaçları olan işci örgütleri Belçikaya kaçmakta olan kralın 20 Haziran 1791 gecesi yakalanıp Parise getirilmesinden ve Kurucu Meclisce bütün yetkilerinin elinden alınmasından son ra,İlk defa olarak Kurucu  Mecliste Cumhuriyetci istekler açığa vurulmuş bu arada Anayasayı tamamlayan Kurucu Meclis kendi kendisini dağıtmıştır.


Kurucu Meclisten sonra kurulan Yasama Meclisinde egemenlik demokrasiyi amaç edinen Jironderlerin eline geçmiştir. Bu Meclisin kararıyla Avusturyaya açılan savaşın başlangıçta iyi gitmemesi üzerine başlarında Danton bulunan bir halk topluluğu Pariste ayaklanarak devrimci bir Belediye yönetimi kurmuş,Yasama mecliside halkın baskısıyla kralı tahttan indirip hapsetmiş ve kralın durumu konusunda yetkili olacak yeni bir meclisin kurulmasına karar vererek dağılmıştır.


Konvansiyon adıyla 20 Eylül 1792 tarihinde toplanan ve sağ,orta ve sol gurupların üçünün de temsil edilmekte olduğu yeni meclis Krallığın kaldırılmasına oybirliğiyle karar vermiştir.Kralın yargılanması sırasında ağır basan sol kanat kralın idama mahküm edilmesini sağlamış,gönüllü Askerler toplanarak Avusturya ya karşı yapılan savaşta başarılı sonuçlar alınmış,ancak kralın 21 Ocak 1793 tarihinde idam edilmesi bazı bölgelerde ayaklanmalara yol açmış, ayrıca Fransaya karşı İngilterenin öncülüğünde bir cephe kurulmasına sebep olmuştur.


Bir süre sonra Carnot nun  çabaları ve ordunun başarılı sonuçlar alması sonunda,bozulan durum düzelmiş Devrim Mahkemelerinin aralıksız çalıştığı bir dehşet dönemi başlamıştır.Bu dehşet döneminin başlıca kurbanları da önce Marie Antoinette ile Jironderlerin büyük kısmı,Sonra Danton,ile Robespierre olmuştur.Robespierre in öldürülmesinden 16 Ekim 1795 tarihinde Direktuvar Hükümetinin kurulmasına kadar bir tepki dönemi yaşanmıştır.


Özellikle sol uçlara karşı bir şiddet politikası uygulayan bu dönemi izleyen ve kentsoylu sınıfın topluma egemen olma isteğinin gerçekleştiği Direktuvar Yönetimi dönemi ise,Napoleon un iktidara geçmesinden önceki bir geçiş dönemi olmuştur.


Direktuvar döneminden sonra iktidara geçen Napoleon ikinci defa yenildikten sonra Fransa da yeniden krallık yönetimi kurulmuştur. Bu yönetim ilk büyük sarsıntıyı 1830 devrimiyle geçirdikten sonra 1848 devrimiyle yerle bir olmuştur.

20 Aralık 2012 Perşembe

Sinema


Sinema hareketsiz görüntülerden yararlanarak bir beyaz perde üzerinde hareketli görüntüler oluşturan anlatım ve temsil aracıdır. Sinema filmi ancak çeşitli aşamalardan sonra seyirci karşısına çıkar. İlkin konu bulunur,ardından konu geliştirilir ve filmin dramatik yapısı kurulur.Geliştirmeden sonra senaryo yazılır. Senaryo ayrım (sekans) lara ve çekim (Plan) lara bölünür.Çekimlerin ayrı ayrı sayısı belirtilir. Bu senaryo çevirim senaryosu adını alır. Bir ayrımda bir çok sahne bulunabileceği gibi bir sahnede çeşitli sayıda çekimler yer alabilir.


Sahnelersıraya göre numaralandırılarak hepsine bir başlık verilir. Kapalı yerde geçen olaylara (İç sahne)  açık havada geçenlere ise (Dış sahne) denilerek belirlenir. Çevirim senaryosunun yazıldığı sayfanın sol sütununa görüntüyle,sağ sütununa ise sesle ilgili hususlar yazılır. Bu notların az yada çok oluşu yönetmenin senaryonun yazılış sırasında hazır bulunmasına ve isteğine bağlıdır. Filmin çevriminde görevli kişiler beş bölümde toplanırlar. Yapım yönetmeni,Yönetmen,Yönetmen yardımcıları,Yazman,yapım görevlisinden oluşan(Yönetim takımı)Görüntü yönetmeni,Alıcı yönetmen,Yardımcıları,Işıkcılar,şakşakcıların bulunduğu(Alıcı Takımı) Sanat yönetmeni,Dekorcu,Dekor işçileri,Donatımcı,Döşemeci,Giysi yaratıcısı,Baş giysici,Giydirici,Makyajcı,Berberi içine alan Dekor Giysi makyaj takımı ses yönetmeni yardımcısı,mikrofoncunun katıldığı ses takımı ve Başoyuncu ikinci rol oyuncuları ufak rol oyuncuları ve figüranları kapsayan (Oyuncular takımı) Çekim iç ve dış olarak ikiye ayrılır.


İç sahneler gerçek dekorda olabileceği gibi,Stüdyoda da hazırlanabilir.Bazen dış sahneler de stüdyo da hazırlanabilir. Dekorlar gerçek büyüklükte yada küçültülmüş ölçülerde hazırlanabilir,ancak gerçek büyüklükler tamdeğildir. Küçültülmüş dekorlar optik oyunlarla filmde normal büyüklükte görünürler. Dış sahnelerin stüdyoda çevrilmesine,uzaklık şehir trafiğini aksatma gibi nedenler yüzünden dışarıda çalışılamaması durumunda başvurulur.Genellikle tarihsel filmlerde izlenen bir başka yolda sahne dekorunun stüdyoya yakın bir yerde açıkta hazırlanmasıdır.


Sinemanın anlatım araçları oldukça karmaşıktır. Bunlardan alınacak sonuçlar teknik gelişimlere bağlıdır. Sinemanın ilk anlatım aracı çevrimin biçimsel sonucu olan çekimdir.Çekim uzay ve zaman kavramlarını bir arada kapsadığından değerlendirilmesi  sadece biçimsel açıdan yapılamaz. Çekimin içindeki kişilerin hareketleri iç,alıcı makinanın hareketiyle belirlenenler ise dış hareket olarak kabul edilir. Bu iki hareketin birleşmesi sinema görüntüsünün hareketliliğini sağlar.


Alıcı makinanın hareketi,kendi çevresinde dönmesiyle,yada uzay içinde yer değiştirmesiyle gerçekleşir.Seyircinin sahneyi izlediği görüş noktasının ve buna bağlı olarak sahne görüşünün sürekli olarak değişmesi,alıcı makinanın iki hareketinin bire indirgenmesiyle sağlanır. Bir çekimden bir başka çekime geçiş hareketinin sürekliliğinin kesintiye uğraması da görüntüdeki değişiklikleri doğurur. Nesneler yada insanlar yakın çekimde gösterilirken uzak çekimle verilebilir. Bundan başka uzak çekimle gösterilen nesne yada insanların yakın çekimine geçilebilir.


Görüntünün hareketliliğini düzenleyen,buna bir doğrultu veren,görüntüyle ses kuşağı arasındaki ilişkiyi çizen kurgu çalışması, sinemanın bir başka önemli anlatım yoludur. Kurgu sinema diline özerkliği çekime gerçek anlatımı kazandırır. Filim yapımındaki  son aşamalardan biri olmakla birlikte ilk çalışmalardan itibaren  üzerinde durulması gerekir. Senaryonun sonucu kurguya bağlı olduğundan yönetmen çekimleri kurguyu düşünerek düzenler.Filmin anlatım araçlarının incelenmesi,sinemanın estetik açıdan değerlendiribilmesinin temelini oluşturur. Bağımsızlığı kabul edilen sinema dilinin tek başına bir sanat eseri meydana getirmeye yeterli olup olmadığı şeklindeki sorun günümüzde olumlu bir sonuca bağlanmıştır.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Seramik


Seramik topraktan yapılan süs ve kullanma kaplarıdır. (Seramik) sözcüğü,yunanca boynuz anlamına gelen ve sert topraktan yapılmış,boynuz biçiminde bir çeşit vazo için kullanılan (Keramos) sözcüğünden türemiştir.


Seramikcilikte ham madde olarak kullanılan kil,önce suyla biçim vermeye elverişli bir hamur olana dek işlenir,biçim verildikten sonra kurutularak birkaç  kez tekrarlanan fırında pişirme işlemine geçilir. İlk pişirmeden sonra seramiğin üzerine fırçayla boyayarak yada hamurdan yapılmış parçalar yapıştırılarak süsler yapılabilir. Bunların üzerleri sır ya da mine gibi cilalarla boyanıp yine fırınlanır. Bundan başka sırlanıp pişirildikten,sırın üzerine boya ile süslemeler yapıldıktan sonra da fırına verilebilir.


Seramik işlerine biçim verilmesi iki şekilde olur. İlki çamuru tornayla çevirerek,ikincisi de kalıba dökerek biçim vermektir. Pişirilmiş seramik hamurunun üzeri pürüzlüdür. Bu pürüzlerin arasında kir birikimini önlemek için üzerine camsı bir sıvı olan cila sürülür. Bu cilanın çok ince ve saydam olanına vernik yada sır,daha kalınolanına ise mine denir.


Seramikcilik çok eski zamanlara dayanır. İlk çağlarda Mısırlılardan kalma sır yada mine ile kaplı çömleklere ve seramik duvar kabartmalarına rastlanmıştır. Yunanistan'da çömlekler yumuşak hamurdan yapılırdı. Cila bilinmediğinden çanak ve çömleklerin üzerleri siyah yada koyu kırmızı renklerde şeritlerle süslenirdi. daha sonra pişmiş çömleği beyaz hamura batırmak ve istenilen biçime göre kazımak yöntemi olan daldırma  usulü uygulanırdı. Bir süre sonra süslemeler oyularak yapılmaya başlandı. Etrüsklerde ise çömlekler siyah olur,süslemeler kabartma yapılırdı. Bu süslemeler çoğu kez yaldızlı olurdu. Bir süre sonra Strüsk çömlekleride ince hamurla yapılıp üzeri sırlandı.


Türklerde eski zamanlardan beri çanak,çömlek yapımına önem vermişlerdir. Daha çok Türkistan ve Horasanda ilerlemiş olan seramik işleri,İslamiyetten sonra dahada gelişti. Bunun en iyi örneği Timur'un eşine az rastlanan çinilerle kaplı Semerkant'taki mezarıdır. İranın Moğollar tarafından istilasından sonra İran'daki seramik sanatçıları Selçuklu Türklerine katılarak çiniciliği geliştirmiştir.


Çanakkale'de çok eski zamanlardan beri çömlek işleri ve seramikcilik yapılır ve yurdun çeşitli bölgelerine gönderilirdi. I.Dünya savaşından çoğu seramik yapımevleri yıkıldığından seramikcilik Kurtuluş savaşına kadar geri kalmıştır. Günümüzde seramik endüstri kolları arasında yeralmış özellikle Marmara Bölgesinde birçok fabrika kurulmuştur. Ayrıca Devlet güzel sanatlar Akademisinde bir seramik bölümü kurularak bu konu bir sanat dalı olarak da geliştirilmiştir.

7 Aralık 2012 Cuma

Otomobil


Kendi motorunu itici gücüyle işleyen kara taşıt aracı. Kullanılma amacına göre binek otomobili,zırhlı oto vs. çeşitlere ayrılır.Yüzyıllar boyunca insanlar,itici güç olarak insan ya da hayvan kuvvetini gerektirmeyen,kendi kendine yürüyen araçlar yapmayı düşlemişlerdir. 1449 yılında İtalya'da Jacopo Mariano ve 1455 yılında Roberto Valturio tekerleklerine rüzgarla hareket edebilen pervaneler takılı araba taslakları çizmişlerdir. 1482 yılın da da Leonardo da Vinci,ünlü yaylı arabasının planını çizmiştir. Yüzyıl kadar sonra,Tallemont des Reaux bu plandan yararlanarak bir araba yapmak istemiş,fakat yaptığı deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.


1680 yılında İsaac Newton (Tepkıli) bir aracın projesi üzerinde çalışmıştır. Newton'un tasarladığı araç,dört tekerleğinin ortasında bir kazan bulunan ve bu kazandan arkaya doğru buharvererek,tepki ilkesine göre hareket eden bir arabaydı. Sağlanan enerji taşıtın ağırlığını hareket e getirme yeteneğinden çok uzak olduğundan bu fikirleri uygulama alanı bulamamıştır.


Buhar makinasının icadından sonra 1790 yılında, Nathan Read adında bir Amerikalı, iki tekerleği birer silindirli makineyle hareket eden,4 tekerlekli ve kendi kendine yürüyebilen bir arabanın patentini almıştır. Fakat kendi kendine hareket edebilen bir aracın içinde oturup arabanın hareketlerini denetlemeyi başaran ilk insan, Fransız mühendisi Nicolas Joseph Cugnottur. Ancak arabada ön tarafa konulan makinenin ağırlığı yüzünden arabaya yön verme güçlüğü bu tip araç üzerinde yapılan deneylerden 1771 yılında vazgeçilmesini zorunlu kılmıştır. 1828 yılında Fransa'da Marc Seguin,buharlı arabasında köşeleri dönerken tekerlekler üzerindeki baskının hafifletilmesi için difransiyel dişlisini kullanmıştır.


İskoçyalı James Watt da 1784 te verdiği ihtira beratı dilekçesinde (sokak) arabalarında buhar makinaları kullanmaktan söz etmiştir.İngiltere'de yaklaşık olarak 3 ton ağırlığında olan ve saatte ortalama 15-18 km.hız yapabilen buharlı araçlar geliştirilmiştir. Bu araçlar bir düzine veya daha fazla yolcu taşıyabiliyordu.Bu tür arabayı ilk kullanan Richard Trevithick'tir. 1821 yılında Julius Griffith'in ve 1825 te Goldsworthy Gurney'in buharlı postaları hizmete girmiştir. Walter Hancock adında bir İngilizde 1834 yılı Ağustos -Kasım ayları arasında bu tip  araçlarla dörtbin yolcu taşımıştır. Atlı araba işleticileriyle Demiryolu kampanyalarının Buharlı Arabaların gelişmesine şiddetle karşı koymaları bu alandaki ilerlemeye engel olmuştur.


Hafif buharlı taşıtlarda yakıt olarak kömür kullanılması pratik olmuyordu. Bu nedenle Albert de Dion 1880 lerde üç tekerlekli arabalarında akaryakıt kullanmaya başladı. 1890 yılında Leon Serpollet (Flaş) tipi patlamaz kazanı yaptı.1771 yılında Alesandro Volta elektrik kıvılcımı ile metan-hava karışımını tutuşturma deneyleriyle patlarlı motorların öncülüğünü yaptı. 1804 yılında İsviçreli İsaac de Rivaz gaz patlamasıyla devim gücü olan bir taşıt yaptı. Fakat geliştiremedi.


Akaryakıtla işleyen ilk arabayı yapan, Avusturyalı Siegfried Marcus'tur. Marcus ilk olarak 1865 yılında bir el arabasına motor takmış,on yıl sonra 3 araba daha yapmış,fakat bu buluşunu geliştirmek için herhangi bir teşebbüste bulunmamıştır.Otomobilin icadını tek bir isme bağlamak imkansızdır.Bununla birlikte otomobili ilk olarak bir endüstri ürünü haline getirenler Gottlieb Daimler (1834-1900) ile Karl Benz (1844-1929) adlı iki Almandır.


Daimler motorlarının yapım hakkını alan Fransız Panhard ve Levassor şirketi 1891 yılında yeni tip Panhard arabaları piyasaya sürmüştür.Gottlieb Daimler (Penhard sistemini) Cansaatt-Daimler yarış arabalarında kullanmıştır.Otomobilin gelişiminde bundan sonraki dönüm noktası,Daimler'in oğlu Paul ile Wilhelm Maybach ın (Mercedes) otomobili olmuş,Bu otomobil ilk olarak 1901 yılında piyasaya çıkmıştır.Böylelikle XX.Yüzyılın başında,piston motorlu otomobil bugünkü otomobillerin özelliklerini taşımaya başladı.



30 Kasım 2012 Cuma

Moliere (1622 -1673)


Fransız Tiyatro yazarı ve oyuncusu. Asıl adı Jean Baptiste Poquelin'dir.Çocukken soylu çocuklarıyla birlikte bir cizvit okuluna gönderildi. Büyüyünce Cyrano de Bergerac ve başka genç  sefih lerle septik filozof Pierre Gassendi'nin öğrencisioldo. 21 yaşına gelince Tiyatro oyuncusu olmak için ailesinden ayrıldı. Madeleine Bejart ve kardeşleriyle kurduğu topluluk Paris'te 18 ay perdezsini açtıktan sonra taşraya,turnelere çıkmak zorunda kaldı.


1645-1658 yılları arasında tiyatronun müdürlüğünü yaparken çeşitli zorluklarla karşılaştı.Ayrıca hem trajedilerde,hemde farslarda oynuyordu. Bu arada yazarlığada başladı.Önceleri oyun taslakları yazıyordu. 1655 ve 1656 yıllarında ilk oyunları (Le tourdit) ve (Le depitamoureux) yü yazdı. ün kazandıktan sonra Paris'e döndü. 1658 Kasımında Kral Louis XVI ün karşısında bir temsil verdi. Kral Louvre'daki bu temsili beğenerek Petit Bourbon'daki salonu onlara ayırdı. Topluluk Pierre Corneille ve öteki Fransız yazarlarının eserlerinin yanında Molıere'in kendi oyunlarını da oynuyarak büyük başarı kazandı. Bu dönemde,Molıere'in ilk oynanan oyunu günün Fransız edebiyatcılarını alaya alan (Les precieuses ridicules) Gülünç Kibarlar 1659 dur.


1662 de Palais-Royal'de sahneye koyduğu (L'ecole des femmes) kadınlar okulu adlı eseri büyük gürültülerin kopmasına tartışmaların çaılmasına sebep oldu. Yapılan eleştirilere 1663 te (Ciritique de L'ecole des femmes) kadınlar okulunun eleştirisi ile cevap verdi.Aynı yıl yazıp sahneye koyduğu (Impromptu de Versailles) da oyuncular kendi adlarını kullanıyorlar ve tabi oynayışın o günlerde pek moda olan yapmacık oynayıştan daha iyi olduğunu savunuyorlardı.


1662 de Madeleine Bejart'ın kızı Armande'la evlenmesiyle yıldırımları yine üzerine çekti.Ama kral onu seviyor,koruyordu.Molıere yeni Versailles sarayının eğlence hayatını yönetmekle görevlendirildi. 1664 te ünlü oyunu Tartuffe'ü yazdı. Bu oyunla sayıları sarayda da çok olan yobazlara ve yobazlığa saldırıyordu.


Bu arada sağlığı bozulmuş Aile hayatında huzursuzluklar baş göstermiş ve Jen Baptiste Racine'le araları açılmıştı. 1665 yılında yazdığı (Don Juan) dinle alay ettiği gerekçesiyle (Tartuffe) gibi oynatılmadı. İkiyüzlülük temasını işleyen ve günün güldürü anlayışının sınırlarını zorlayan güçlü oyunu (Le Misanthrope) insandan kaçan 1666 oynadı ve başarı kazandı.1668 yılında üç başarılı oyun daha yazdı. ( Amphitryon )  kıskanç bir kocayı anlatan (George Dandin) ve Plautus un bir eserinden yararlanarak yazdığı (L'avare) Cimri.


 Molıere'in son oyunları,sosyeteye girmeye özenen bir sonradan görmeyi anlatan (Le Bourgeoıs Gentilhomme) Kibarlık budalası 1670, toplumsal komedilerin en gülünçlerinden olan (Les femmes savantes) Bilginç kadınlar 1672 ve (Le Malade imaginaire) Hastalık hastası 1673 dür. Molıere 1673 Şubatında bu son oyununda oynadıktan birkaç  saat sonra ölmüştür.

Şeker


Şeker suda eriyen,tatlı karbonhidratlara verilen genel addır. Şeker çeşitleri içinde en yaygın olanları şekerkamışı yada şeker pancarı ve üzüm şekeridir.Şekerpancarı sakaroz,üzüm şekeri glikoz adı ile bilinir. Bunlardan başka meyvelere tadını veren früktoz (ya da levüloz) sütte bulunan süt şekeri (Lakto) çimlenmiş arpada oluşan malt şekeri (Maltoz) gibi şekerler de vardır.


Karbonhidratlar şekerlerle birlikte nışasta,inülin ve selüloz gibi daha karmaşık bileşikleri de içine alan,ayrı bir organik bileşikler sınıfıdır. Molekül yapılı olan bu bileşiklerde moleküller karbon,Hidrojen ve oksijen otomanlarından oluşmuştur. Bu moleküllerde hidrojen atomlarının oksijen atomları sayısına 2/1 olduğu,yani suyun hidrojen,oksijen atomları oranına benzediği için bu bileşikler karbonhidrat adını almışlardır. C (H2O) Şeklinde gösterilirler.


Şeker adını alan ve suda çözülebilen karbonhidratlar iki çeşit olabilir. Üzüm şekeri (Glikoz) örneğinde olduğu gibi molekülleri daha basit karbonhidrat moleküllerine bölünemezlerse,bu çeşit bileşikler monosakarit adını alırlar. İki monosakaritin birleşmesi ile oluşan,Şekerkamışı veya pancarda bulunan sakaroz ,sütteki laktoz ve çimlenmiş arpada oluşan moltoz diskarit adını alırlar.Önemli besin maddelerinden biri olan sakaroz adını alan şeker öteki karbonhidratlar ve yağlarla birlikte,insan vücudunu ısıtır ve organların çalışması için gerekli enerjiyi sağlar.


XVII.Yüzyıla kadar ılıman iklimde yaşayan insanlar arasında üzüm suyu,ve bol şeker yerine kullanılırdı. Ancak son çeyrek yüzyıl içinde tatlandırıcı madde olarak şeker önem kazanmış ve Avrupa ülkelerinde hızla yaygınlaşmıştır. Bugün şeker sanayii gelişen Türkiye'nin üzüm ve bol meyva yetiştiren illerinde önemli miktarda pekmez üretimi ve tüketimi de yapılır.Sakaroz,Şekerkamışında özellikle şeker pancarında hurma,ceviz,badem ve çiçeklerde bulunur. Elverişli olduğu için bunlardan sadece şekerkamışı ve şekerpancarı şeker üretiminde kullanılır.


Şekerkamışı tropikal ve alttropikal bölgelerde yetişir. uzun yıllar yaşayabilen bir bitkidir.Türkiye de Adana yöresinde şekerkamışı yetiştirilmesi için denemeler yapılmıştır. Nitekim Akdeniz kıyılarında az oranda da olsa bu bitkinin bir türü yetiştirilir ve tüketilir.Bu bitki en çok Hindistan,Küba,Portorıco,Güney Amerika,Hawaii ve virjin adalarında üretilir. Ayrıca ABD nin Louisiana etyaletinde de önemli miktarda yetiştirilir.


Şekerkamışı fabrikada yıkanıp küçük parçalara bölünür. Bu parçalar ağır silindirler arasında ezilerek özsuları alınır,kalan artıklar ise buhar kazanlarında yakıt olarak kullanılır. Şeker şerbeti süzme yoluyla yabancı madddelerden ayrıldıktan sonra,içinden karbondioksit geçirilir.Ardın dan buhar kazanlarına alınır. Burada buharlaşma ile yoğunlaşan şeker şerbetinden ham şeker kristalleri ayrılmaya başlar. Ham şeker arıtılarak beyaz şekere dönüşebildiğinden önce eritilir ve kemik  kömüründen süzülür,ardından tekrar yoğunlaştırılır. Böylece beyaz renkteki şekerkristalleri ayrılır.İki yıllık bir bitki olan şekerpancarından şeker üreten başlıca ülkeler, Rusya,Orta Avrupa ülkeleri,Fransa,ABD, ve Türkiyedir.


24 Kasım 2012 Cumartesi

Saatler


Saat zamanı ölçmeye yarayan bir araçtır. En ilkel saat olan Güneş saatında Güneşin Dünya etrafındaki görünür dönme hızından yararlanılır. Ancak bu saat geceleri ve kapalı havalarda kullanılamaz.Daha sonra bulunan (Klepsidr) denilen su yada kum saatları,eşit miktarda bir sıvının (Su) ya da çok ince taneli bir katının (Kum) bir delikten geçerken  daima aynı zamana ihtiyaç göstereceği ilkesine dayanır. Ancak akış hızının sabit olmayıp, işlemi toplam süresinin sabit oluşu bu sistemi sakıncaluı kılar. Aynı sakınca Günümüzde kullanılan saatlardada görülür.


Fakat bunlarda ölçülebilen minumum zaman parçası,saniye basamağında olduğu ve hatta 1/100 saniyeye inebildiği halde, Klepsidrlerde bu süre oldukça uzundur. Bir mumun yanma hızının değişmezliğinden yararlanan mum saatinin kullanılması ise,çok kolay olmakla birlikte güvenilir değildir.Çünkü yanma hızı kolayca denetlenemeyen etkenlere bağlıdır.


Zaman ölçme tekniğindeki gelişme,makineli saatlerin yapılmasıyla gerçekleşmiştir. bu saatlara ilişkin ilk bilgiler 1276 da yazılan (Libros de saber de Astronamia) adlı kitapta görülür.Zamanın daha iyi ölçülmesi çevrimsel hareketlerin kullanılmasıyla sağlanmıştır. Bu hareketlerden yararlanan saatlerin başlıca bölümleri şunlardır.Motor,düzenli bir şekilde salınım yapan bir organ, salınım hareketini kesili dönme hareketine çeviren bir maşa, hareketi ileten organlar ve göstergeler.


Makineli saatlerde kullanılan ilk motor,ağırlıklı bir motordur.ipin bir ucuna ağırlık bağlanıyor diğer ucu ise bir döner tambur üzerine sarılıyordu. Aşağıya inen ağırlık bir maşayla ayarlanan tamburu döndürüyordu. Maşa,bir tekerin etkisiyle,her sallanışta tamburun bir dişinin dönmesini sağlıyordu. Bu tür saatler ilk kez 1335 te Milano da yapılmıştır.XV. Yüzyılda zemberekli motor ve (Konoid) bulunmuş,zemberekli motorun keşfi,taşınabilir saatlerin yapılmasını mümkün kılmıştır.


XVI. Yüzyılın sonuna doğru Galileo Galilei bir sarkacın salınımlarının eşzamanlılığını bularak bu ilkeyi saat yapımında uyguladı. Böylece sarkaç kullanılmasıyla zamanın doğru ölçülmesi mümkün oldu. Sarkaçtan yararlanan ilk saat, Huygens tarafından 1657 de gerçekleştirildi. Huygensin bir başka buluşu zemberek kurulurken mekanizma üzerindeki kuvveti sürdüren Devam Ağırlığıdır. Ayrıca Huygens saatlerin hacminin küçülmesini sağlıyan yaylı tekeri bulmuştur.


Sarkaçlı yada yaylı tekerli saatlerin hataları iki nedenden ileri gelir. Sıcaklık değişmeleri ve maşanın,sarkacın ya da tekerin salınımları üzerindeki etkisi. Sıcaklık değişmeleri sarkacın uzunluğunu ve bunun sonucu olarak salınım devrini değiştirir.1721 de George Graham ın buluşu olan cıvalı saatte sarkaç çubuğu yerine kullanılan metal çubuklar,uzunluk değişmelerinii giderecek şekilde düzenlenmiştir. Bu sorun,sarkaç çubuğu yerine uzama katsayısı yaklaşık olarak sıfır olan ve invar denilen bir çelik nikel alaşımının kullanılmasıyla çözülmüştür.


Yaylı tekerlerde sıcaklık değişmesi  tekerin yayının uzunluğunu değiştirdiğinden salınım devri değişir.Bu sorun
teker yayı yapımında çelik yerine elinvar kullanılarak çözülür.Saat tekniğinde elektrikten de yararlanılmış ve ilk uygulama olarak zembereğin kurulmasında elektrik enerjisine yer verilmiştir. Saatlerin çalıştırılması için senkron motor kullanılması önemli bir adım sayılır. Bu tür saatlerin başlıca nitelikleri,yapılarının basitliği,kesin sonuç vermeleri,salınım hareketleri yapan organlar bulunmaması ve sessizliktir.


19 Kasım 2012 Pazartesi

Ganj Nehri (Ganga)


Ganj Nehri Hindistanın Kuzey topraklarından ve Bengaldeş'ten geçen 2.700 Km. uzunluğundaki Akarsu. Doğu yönünde Bengal Körfezine doğru akar ve Brahmaputra ırmağı ile birlikte 4/5 Pakistan'a ait olan 45.000 Kilometrekare bir delta yaparak körfeze dökülür.Ganj Nehri Himalaya yaylalarındaki Bhagirathi ve Alakmanda akarsularının birleşmesinden doğar. Darve sarp boğazarla Slwalik tepeleri ve küçük bir Ticaret şehrinin bulunduğu Hardvar ovası boyunca akar.


Geniş bir kavis çizerek Kuzey Hindistanın büyük alüvyal ovasında Kanpurdan Allahabad'a doğru iner,burada Jumna ırmağı ile birleşir.Doğuya doğru ilerler ve Varansi den 200 mil kadar sonra sol tarafından Gogra ve Gandak adlı iki akarsuyu sağ tarafında da Patna yı geçtikten sonra hemen saonra Deccan yaylalarında birleştiği tek Akarsuyu Son'u alır.


Ganj Vadisinin en önemli Endüstri bölgesi delta üzerinde kurulu olan, Bankaların ve Endüstriyel yatırımların bulunduğu Kalküta ve Howrah'dır. Bu bölgede en büyük jüt Endüstrisi kuruludur. Ayrıca  Makine kimya kağıt ve tüketim maddeleri endüstriside önemli yer tutar.Himalaya Dağları ile Deccan yaylaları arasında bulunan Ganj Vadisi kesif tarımı,çeşitli Endüstrisi Kalabalık şehirleri ve sıkışık trafiği ile Hindistanın kalbidir. Ayrıca Hindular ölüleri yakarak küllerini Ganj Nehrine dökerler.


Ganj Nehri Hinduizim inancına göre kutsaldır. Hindular Nehri Tanrıça Ganga'nın kişileştirilmiş formu olarak kabul ederler. ve bu nedenle insanlar Nehre taparlar. İnançlara göre belirli günlerde nehirde yıkanmak günahların affedilmesi ve tövbelerin kabul görmesini sağlar.Hinduizimdeki ölü yakma geleneği nedeni ile birçok insan Hindistan gibi büyük bir ülkede binlerce kilometre yol katederek yakınlarının küllerini bu nehre  serperler. Hindu inançlarına göre Nehrin suyuda kutsaldır.ve insanlar için kurtuluş yoludur. inanışa göre bu sudan bir yudum bile içmeden ölmek tamamlanmamış bir hayattır. Bunun ile birlikte ölüm döşeğinde bir hastaya son nefesinde nehrin suyundan içirmek cennete gitmesinin garantisidir.


Hinduizm inancında ne olursa olsun Ganj Nehrinin kirlenmeyeceği inancı vardır. Bu nedenle yıllarca kirlilik için önlem alınmamışbirçok kanalizasyon hattı ve fabrika atıkları nehre boşaltılmıştır.Aşırı kirlilik yaratan deri sanayii ile birlikte nehre hergün tahminen 1 milyar litre lağım akmaktadır. Ayrıca Hindular hamile iken ölen bayanların ve çocukların cesetlerini Ganj Nehrine atarlar. Ganj Nehrinde çok sayıda cesedin kıyıya vurup kuşlar tarafından parçalanarak yendiğini görebilirsiniz Hindular bunun kutsal olduğunu düşünürler.


Devlet şimdiden arıtma ve engelleme çalışmaları için 33 milyon dolar harcamışsada bugün ganj dünyanın en kirli su kütlelerinden biridir,fakat Hindular bunu kabul etmemekte ve her kutsal ayinde nehre girmeyi sürdürmektedir. Üstelik bu suda yıkanmanın yanı sıra içenlerde olduğundan sarılık,tifo,gibi pek çok hastalık kapılmaktadır.Aynı zamanda bu kirlilik uzun yıllardır Nehir çevresinde yaşayan halk üzerinde alışa gelmedik bir etki yaratmıştır. Halk kutsal olduğuna inandığı nehir suyunu günlük işlerinde kullanmaktadır ve bu nehrin barındırdığı hastalıklara karşı zamanla bağışıklık kazanmalarını sağlamıştır. yerel halk bu yüzden nehrin suyunu şifalı kabul etmektedir.


Buna rağmen  gerek deltasında gerekse suladığı diğer ovalarda yapılan tarım Hindistanın candamarı sayılır. Bu bakımdan Nil Mısır için neyse,Ganj'da Hindistan için odur.yine bu sebeplerden önemli yerleşim merkezleri bu nehrin kıyısında kurulmuştur. Kalküta,Allahabad,Hanpur Patna ve benares bunlardandır.