Cahit Sıtkı Tarancı İlkokulu Diyarbakır da bitirdikten sonra Galatasaray Lisesinde okumaya
başlaması çok bilgili görgülü, irfan sahibi Laik öğretmenler elinde yetişmesi bir şanstır.Fransızcayı öğrendiğinden Baudelaire, Rimbaud, Mallarmeyi tanıdı.Çözümledi, Mülkiye öğrenimini Türkiye ve Paris te yaptı. 1946 da CHP Şiir ödülünde birincilik aldı. Dağlarca ve Atila İlhan ilk üçe giren diğer şairlerdi.Cahit Sıtkı Tarancı Galatasaray Lisesini bitirdikten bir süre Mülkiye Mektebini okuduktan sonra öğrenim görmek için Paris e gitti. İkinci Dünya Savaşının çıkması üzerine Okulunu tamamlayamadan yurda döndü. Ankara da tercüman olarak çalıştı. Genç yaşında ağır bir hastalığa yakalandı. 1956 yılında tedavi için Avrupaya götürüldü, fakat iyileşemedi. Aynı yıl Viyana da öldü.
Tarancı ilk yazdığı şiirlerde Peyami Safa, Necip Fazıl, Ahmet Muhip Dranas ın etkisinde
kaldıysa da 1940 dan sonra yeni şiir akımlarına katıldı. Sanat için sanat ilkesine bağlı kaldı.
ve biçim ile lirizme olan tutkusunu sürdürdü. Şiirde felsefi temalardan,kapalı ve karmaşık mecazlardan kaçınarak gündelik hayatı anlık sevinç ve tasaları Aşkı, Ölümü işledi. Ölüm temasını
yaygın olarak bütün şiirlerinde görülmektedir.Dini inançları ve Tasavvufa eğilimi olmadığından
üstelik bir kader olarak kabullenemediğinden ölüm düşüncesiyle hiçbir zaman barışamadı.Bu
düşünce hayatı boyunca zihnini kurcaladı.Şiirlerinde çoğunlukla kendisini anlattı.Karamsarlığını,kuruntularını, iç sıkıntılarını,korkularını, özlemlerini dile getirdiği (35 yaş) şaire 1946 yılında CHP Şiir yarışmasında birincilik kazandırarak ünlü bir sanatçı olmasını sağladı.Hece ile yazan Cahit Sıtkı ölçü ve kafiyeye bağlı kaldı. Bu konuda ön yargılı olmayarak serbest şiiri de beğendiğini sık sık vurguladı.
Şiirinde uzun cümlelerden kaçınarak anlamı tek mısrada vermeye çalıştı. Zaman zaman sembollere baş vurdu. uzak çağrışımlar ve hayal oyunlarını kullandı.Mecazlarda gerçeğe bağlı kaldı. Halk deyimlereine şiirinde sıkca yer verdi. Bu özellikleriyle Cumhuriyet dönemindeki yeni şiir anlayışını hazırlayan şairlerden biri oldu.Ölümünden sonra yayınlanan eserleri Ömrümde Sükut (1933) Otuzbeş yaş (1946) Düşten güzel (1952) Sonrası (1957) çeşitli gazetelerde tefrika edilen hikayeleri 1976 yılında yayınlandı. Ayrıca Mektupları da Ziya ya Mektuplar (1957) adıyla kitaplaştırıldı.Ölmez Edebiyatçılarımızdan Büyük Şairin seçmiş olduğumuz eserlerinden bazılarını satırlarımıza alarak, onu birkere daha anarak ruhunu şad edelim, Sizler bugün aramızda yoksunuz ama isminiz ve eserleriniz en taze bir şekilde sonsuza dek yaşayacaktır.
ABBAS
Haydi Abbas, Vakit tamam
Akşam diyordun işte oldu Akşam
Kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin artık bu kalb ağrısı
Şu ağacın gölgesinde olsun
Tam kenarında Havuzun
Aya haber sal çıksın bu gece
Görünsün şöyle gönlümce
Bas kırbacı sihirli seccadeye
ve zamana
Katıp tozu dumana
Var git
Böyle ferman etti Cahit
Al getir ilk sevgiliyi beşiktaş tan
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan
KARASEVDA
Bir kere sevdaya tutulmaya gör
Ateşlere yandığının resmidir
Aşk dediğin,mennu misali kor
Ne bilsin Alemde,ne mevsimidir
Dünya bir yana, o hayal bir yana
Bir meşaledir, pervaneyim ona
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir ?
Bir köşeye mahzun çekilen için
Yemekten içmekten kesilen için
Sessiz uykuyu haram bilen için
Ayrılık ölümün diğer ismidir
BEN ÖLECEK ADAM DEĞİLİM
Kapımı çalma ölüm
Açmam
Ben ölecek Adam değilim
Alıştım bir kere gökyüzüne
Bunca yıllık yoldaşımdır Bulutlar
Sıkılırım
Kuşlar cıvıldamasa dallarında
Yemişlerine doyamadığım ağaçların
Yağmur mu yağıyor
Güneş mi var
Farketmeliyim
Baktığım penceremden
Deniz görülmeli çıksam Balkona
Tamamlamalı manzarayı
Karlı dağlarla,sürülmüş tarlalar
Ekmekten olamam doğrusu
Nimet Bildiğim
Sudan geçemem
Tuzludur teneffüs ettiğim hava
Ya nasıl dururum olduğum yerde
Öyle upuzun yatmış
İki elim yanıma getirilmiş
Hareketsiz
Süküta ram olmuş
Sanki devrilmiş bir heykel
Ellerim ne der sonra bana ?
Soğumuş kalbime ne cevap veririm ?
Utanmazmıyım ayaklarımdan
Kalkmalıyım
Dolaşmalıyım
Sokaklarda, Parklarda
El sallamalıyım
Giden trenlere
Kalkan vapurlara
Bilmeliyim
Gölgelerin boyundan
Saatin kaç olduğunu
Islık çalmalıyım
Türkü söylemeliyim
Yol boyunca
Keyfimden ya hüznümden
Geçmiş günleri hatırlamalıyım
Dalıp dalıp Akarsuya
Hayaller kurmalıyım
Güzel geleceğe dair
Yanımdan geçenler olmalı
Selam almalıyım
Robensonu düşünmeliyim
Garipliğini
Şükretmeliyim
İnsanlar arasında olduğuma
Nedir ki eninde sonunda ölüm ?
Ayrı düşmek değil mi Aşinalardan
Kapımı çalıp durma ölüm
Açmam
Ben ölecek Adam değilim
GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN
Ne doğan güne hükmüm geçer
Ne halden anlayan bulunur
Ah aklımdan ölümüm geçer
Sonra bir kuş,bu bahçe,bu nur
Ve gönül Tanrısına der ki
-Pervam yok verdiğin elemden
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin Penceremden
İMKANSIZ DOSTLUK
Değil kardeşim,dal yeşil değil,gök mavi değil
Bilsen ben hangi alemdeyim,sen hangi alemde
Aklından geçer mi dersin,Aklımdan geçen şeylere ?
Sanmam,yıldız ve rüzgar payımıs müsavi değil
Sen kendi gecende gidersin,ben kendi gecemde
Vazgeç kardeşim,ayrıdır bindiğimiz gemiler
BİR BAYRAM YEMEĞİ
Korkarım felekte bir gün
Bir bayram yemeğinde
Anam,Babam gibi kardeşlerimle
En güzel dalgınlığında ömrün
Beni gurbette sanıp
Keşke gelseydi bu bayram
Diyecekler
Ve birdenbire yürekler
Aynı acıyla yanıp
Hepsinin gözleri yaşaracak
Öldüğümü hatırlayarak
SENDE HERŞEY GİBİ
Sende herşey gibi,yakınımda iken
Sende oluyorsun gözlerimde diken
Git git benden uzak,uzak biryere git
Ne olur,içimde herzaman bir ümit
Her uzak şey gibiöyle yalnız hayal
Yalnız Rahiya,Renk, şarkı halinde kal
NEDEN SONRA
Neden sonra farkına varıyorsun
Etrafındaki korkunç ıssızlığın
Yar olsun,dost olsun,ne arıyorsun
Adresi belli mi vefasızlığın ?
Aşk,dostluk hepsi dökülür yapraklar
Çıplak bir ağaç durgun suda aksin
Yalnızlık dediğin hayatta başlar
Kabir boyunca devam etmek için
BİRDE BAKMIŞIM Kİ ÖLMÜŞÜM
Birde bakmışım ki ölmüşüm
Dünya sönmüş başucumda
Bir türlü gözümden gitmez
Ne gurbetlere düşmüşüm
İsterdim ki avuçlarımda
Kimse halim sual etmez
Sorma nelerden olmuşum
Nelere etmişim veda
Böceklere gücüm yetmez
SEN YOKSUN Kİ
Gün çingeneler gibi göçebeydi ufukta
Çimenler üzerinde yuvarlandığımız gün
Akarsulardı gittikçe kararan boşlukta
Sularda yüzünden yayılan tatlı bir hüzün
Göğe sessizce yükselen ay ondördündeydi
Gece Akasya dalında asılı gölgeydi
Bahtiyat başlarımız aynı penceredeydi
Hala o penceredeyim,lakin sular ölgün
Sen yoksun ki,vefasız,sularda ay görülsün
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim
Gök mavi,dal yeşil,tarla sarı olsun
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun
Memleket isterim
Ne başta dert,ne gönülde hasret olsun
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun
Memleket isterim
Ne zengin fakir,ne sen ben farkı olsun
Kış günü herkesin evi barkı olsun
Memleket isterim
Yaşamak,sevmek gibi gönülden olsun
Olursa bir şikayet ölümden olsun
YAŞ OTUZBEŞ
Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder
Dante gibi ortasındayız ömrün
Delikanlı çağımızdaki cevher
Yalvarmak yakarmak nafile bugün
Gözünün yaşına bakmadan gider
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var ?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz ?
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim Aynalar
Zamanla nasıl değişiyor insan
Hangi resmime baksam ben değilim
Nerde o günler,o şevk,o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız
Hatırası bile yabancı gelir
Hayata beraber başladığımız
Dostlatla da yollar ayrıldı bir bir
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç farkettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar,Ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu
İnsan bu yaşa gelince anlarmış
Ayva sarı,nar kırmızı sonbahar
Her yıl biraz daha benimsediğim
Ne dönüp duruyor havada kuşlar
Nerden çıktı bu cenaze,ölen kim ?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar
Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanmadın olacak
Kimbilir nerde,nasıl,kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali musalla taşında
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder