24 Ağustos 2008 Pazar

Dünya da Ve Türkiye de Gölge Oyunu Karagöz-Hacivat (Geleneksel Türk Gölge Oyunu)

Geleneksel kültürünümüzün Ortaoyunu ve Meddah ile birlikte en önemli köşe taşlarından biri olan gölge oyunumuz Karagöz - Hacivat oyunları günümüzden yüzyıllarca önce ortaya çıkmış,insanları eğlendirirken düşündürmüş, zaman,zaman toplumsal bilinç oluşmasında öncü bir rol oynamıştır.Gölge oyunlarının ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte ,Asya ( Java ,Endonezya,Çin ) kökenli olduğu bilinmektedir.Gölge oyununun ilkin nereden çıkmış olabileceği konusunda iki ana görüş vardır.Birinciye göre gölge oyunu ilk olarak Asyadan çıkıp batıya doğru yönelmiş ve yayılmıştır.İkinciye göre Batıdan doğuya ve Asyaya geçmiştir.Asyanın çok zengin bir gölge oyunu geleneği olduğuna göre ister Hindistandan ,ister Javadan isterse Çinden çıkmış olsun,gölge oyununun Asyadan Batıya yayıldığı görüşü daha güçlüdür.İslam Ülkelerinde görülen gölge oyununun Javadan gelebileceğini kabul edebiliriz.1300 ile 1750 yılları arasında Malaya ve Bali dışında Endonezya islamlığı kabul etmişti.Bundan öncede Arap Gezginlerinin Kızıldeniz Çin kıyılarında dolaştıkları Güneydoğu Asya kıyılarında küçük yerleşmeler olduğunu biliyoruz.Bu bakımdan İslamlık etkisinden önce Arapların bu bölge ile tanışıklığı bulunduğuna göre,bu değinmeden önce Arapların Java gölge oyununuda öğrenmişlerdir.




Doğu ülkelerine özgü bir sanat olduğu anlaşılan gölge oyununun ilk Çinde çıktığı söylenir.Söylentiye göre İmparator Wu ( M.Ö -140 - 87 ) çok sevdiği karısının ölümü üzerine derin bir üzüntüye kapılır.Şav Wong adlı bir Çinli İmparatorun üzüntüsünü hafifletmek için ölen kadının hayalini bir perde arkasından gösterebileceğini söyler.Sarayın bir odasına gerdiği bir perdenin üzerine karısına benziyen bir kadının gölgesini düşürür.ve bu gölgeyi ölen kadının hayali olarak imparatora sunar. ( M.Ö - 121 )Gölge oyununun Türk kültüründe ne zaman ortaya çıktığı Karagöz ve Hacivat olarak ne zaman biçinlendiği ise bir muamma olma özelliğini korumaktadır.Her ne kadar bu konuyla ilgili bir takım tezler ortaya atılmış isede bunların hiçbiri kesin değildir.Zaten bu tezlerin bir bölümü söylenti olmaktan öteye gidememiştir
Bunlardan en yaygın olanı Sultan Orhan Devrinde ( 1324 - 1362 ) Ulucaminin inşaatı sırasında Bursada geçmiştir.Cami inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bali Çelebi ( Karagöz ) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz ( Hacivat ) arasında geçen nükteli konuşmaları dinlemek isteyen işçiler işi gücü bırakıp onların etrafında toplanır,bu yüzden de inşaat yavaş ilerlermiş.Bu durumu öğrenen Padişah her ikisinide idam ettirmiş.( Bir rivayete göre Karagöz idam edilmiş,Hacivat ise hacca giderken yolda ölmüş ) Daha sonra çok pişman olan Padişahı teselli etmek isteyen Şeyh Küşteri başından beyaz sarığını çıkarıp germiş,ve arkasına bir şema yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile de Karagöz ve Hacivatın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını tekrar etmiş.O tarihten sonra Karagöz oyunları değişik mekanlarda oynanır olmuş.Günümüzde de
Karagöz perdesine Şeyh Küşteri meydanı denir.Ve Şeyh Küşteri Karagözcülüğün piri kabul edilir.




Karagöz hakkında ilk kesin belge Şehzadelerin sünnet şölenini anlatan 1582 tarihli Sürname-i Hümayundur.Türk gölge oyunu Karagöz,çok önemli bir kültür mirasıdır.Denebilirki Osmanlı kültürünün ve toplumsal yapısının bir kesiti,bir mikrokozmosudur.Burada çok uyumlu ve zengin bir bütüncülük buluruz.( Çeşitli Sanatlar bir gösterimde bir araya gelip güzel bir mozaik oluşturur. İşitsel ve görsel değerler,şiir,Anlatı,Halk şiiri,tekke şiiri,divan müziği,halk müziği,sanat dansı,ve halk dansı,sözlü edebiyatını,tüm söz oyunları tekerlemeler,yanıltmacalar,bilmeceler,gerçeküstü öyküler,kılıklamalar,çene yarişması ,tersinleme,yerindesizlik,abartma,lafçılık,ad oyunu,cinas oyunu,ve başkaları gibi en çok yutturmaca diyebileceğimiz iki türlü söz oyunu gösterim boyunca sürüp gider.Bunların ilki ikiz anlamlıktır.( equivoco ) Bir söz iki ve daha çok anlama gelir.İkincisi ise benzeşlemedir.( Paranomasia ) değişik anlamlarda fakat ses benzerliği bakımından birbirinin aynı veya birbirine yakın iki sözcüğün veya sözün birbirinin yerine kullanılmasıdır. Bunlar gerek repliklerin gerekse hareketlerin belli bir tartımla yürümesi,Türkçe bilmeyenlerin bile izleyebileceği değişik bir dil oluşturur.Ayrıca değişik ağızlarla konuşanlar arasında bir iletişimsizlik de yaratır





Gölge oyunumuz Karagöz-Hacivat bir zamanlar toplumun en önemli eğlencesiydi Eskiden ramazan gecelerinde mutlaka ramazan eğlencesi yapılır,Büyük bir sabırla beklenen ,iftar topu atıldıktan sonra iftariyelikler sofraya gelirdi. İftar yemeğini yiyen herkes doğruca Karagöz ve Hacivat gösterisi seyretmeye giderdi.Önce perde arkasında ışık yanar ,narake zırıltısı ve tef velvelesi ile göstermelik kalktıktan sonra Hacivat çelebi şarkı söyliyerek gelir ve ( Ne olur şu dört köşe perdede bana da bir kafadar olsa ah bana bir eğlence medet amannnn amannnnn diye Karagözü çağırmaya başlardı.ve tabi herkes kahkahaları patlatırdı.Muhavere denilen Karagöz ve Hacivat atışması bittikten sonra fasıl bölümü başlar,bu bölümde oyunun akışına göre zenne,çelebi,tuzsuz delibekir,beberuhi,tiryaki,acem,laz,matiz,zeybek gibi tipler perdeye gelirler,oyunlarını oynarlar ve sonunda bir çengi yada köçek çıkarak seyircileri eğlendirirlerdi.Tabi ki sünnet düğünü denincede akla hemen Karagöz-Hacivat oyunu gelirdi.Karagöz-Hacivat gösterisi yapılmayan bir sünnet düğünü gelen davetlilerden tam not almazdı.Şeyh Küşteriden beri deriden yapılan ve kök boya kullanılarak boyanan tasvirler hayalinin elinde can bulurdu.İşte o hayaliden bir perde gazeli.




Seyreden Ahbaplara işve nümadır perdemiz
Hem verir ruha gıda cana sefadır perdemiz
Arifane hep hayalatı cihanı gösterir
Güya ayinci ibret nümadır perdemiz
Ki görürse ne acep meftundur e canu dil
Var ise bir dilberi mahi likadır perdemiz
Gösterir çeşmi siyah ile Hacı Ehvada şekil
Verir dikkatle bakana hoş edadır perdemiz
Eylemiş bu hayme-i dünyaya Şeyh Küşteri
Hem zail hem halil-i ibret nümadır perdemiz
Hep metanet üzredir ehli kemalin perdesi
Hal olursa lağvolur sahip cemalin perdesi
Bulmaz ahenk eğer vermezse mıtrıp güşmal
Nayi tanbur keman şarkı mavalin perdesi
Cem olunca aşkı maşuk bezmi hasda
Ol vakit mani değil kalsa visalin perdesi
Hacı envadla Karagöz bulamazdı isdar
Olmasaydı bezmi irfanda hayalin perdesi





BİR KARAGÖZ OYUNU

Karagöz,Hacivata rüyasında gördüğü bazı cinlerin ona bir dua öğrettiğini,cinlerin öğrettiği bu duayı okuyarak hastalara şifa vereceğini söyler.Hacivat hastaları bulup Karagöze göndermeye gider,Bu sırada birbirlerini seven Hacivatın kızı Dilber ile Tosun bey buluşurlar.Dilber Babasının bahçedeki ceviz ağacının yanında gömülü olan altınları alıp Tosun beye vereceğini bu altınları başlık olarak verip kendisini almasını söyler.Bu konuştuklarını duyan,Karagöz Hacivata haber vermek ister.Hacivat Tosun beyi kızının yanında yakalayınca Tosun bey deli numarası yapar.Hacivat Tosun beyi okuyup iyileştirmesi için Karagöze getirir.Karagöz Tosun beyin kulağına herşeyi bildiğini,merak etmemesini söyler.Karagöz Hacivata uygun bir dille kızı Dilber ile Tosun beyin evlenmelerine izin vermesini,yoksa altınların gideceğini söyler,Hacivat iki gencin evlenmesine izin verir.

KARAGÖZ OYUNLARI LİSTESİ

Aptal bekçi,Bahçe,Balık,Bursalı leyla,Büyük evlenme,Cambazlar,Cazular,Cincilik,Eczane,Ferhat ile Şirin,Hain kahya,Hamam,Hekimlik,Kağıthane sefası,Kanlı kavak,Kanlı nigar,Karagözün ağalığı,Karagözün ahçılığı,Karagözün gelin olması,Karagözün şairliği,Kırgınlar,Kütahya çeşmesi,Leyla ile mecnun,Mal çıkarma Mandıra sefası,Meyhane,Orman,Ortaklar,Sahte esirci,Salıncak,Sünnet,Tahir ile zühre,Tahmis,Tımarhane Yalova sefası ve yazıcıdır.




VE HAYYY HAKKK

Gönül verdik perdeye dost,başlayan bir gazeldir
Hüner değilse bu dünyaya gelmek ne güzeldir
Ölümlüymüş dünya,neler gelmiş neler geçmiş
Hüner geçmişi gününde görüp güldürmededir
Gülen pek az,ağlayan ne çok,Tanrıyı saymazsak
Hüner oynayan kim,oynatan kim bilmededir
Tanrı gölgesini eksik eylemesin duamız
Hüner,gölgede solmadan açmayı bilmededir.

VE FİNAL

Yanınca ışıklar geliriz biz perdeye
Çocuklar gülsün eğlensin diye
Adım Hacivat arkadaşım Karagöz
Edelim şimdi bizde iki söz
Dile getirir tüm insanlar
Bu dünya bir sahnedir
Geldik bizler perdeye
Aslımız deriden surettir
Aç gözün bak dikkatle
Oyun değil,Temsil hakikattir
Bizler geçmişten gelen gölgeleriz
Sönünce ışıklar silinir hayalimiz..



Çağdaş Türk Karikatürünün Önderlerinden Cemal Nadir Güler (1902 -1947)

Çağdaş Türk Karikatürünün miladı kabul edilen Cemal Nadir Güler çizdiği karikatürlerin yanısıra Amcabey karakteriyle de yaşadığı döneme damgasını vurmuştur. 1902 yılında Bursada doğan Cemal Nadir Güler,Ortaokuldan sonra Tabelacılık,Makinistlik,Gezici öğretmenlik gibi pekçok işte çalışmıştır.İlk karikatürünü 18 yaşındayken 1920 yılında Sedat Simavinin çıkardığı Diken Dergisinde yayınlanan Cemal Nadir Güler 1926 dan sonra İstanbula gelerek çizmeyi sürdürür.ve 1928 yılında Akşam Gazetesinde günlük karikatür çizmeye başlar. 1930 da yeni bir gazete çıkar.Sonposta Cemal Nadir bu gazetede ülkemizdeki ilk yerli bant karikatür tiplemesi olan Amcabeyi günlük olarak çizmeye başlar.




1932 yılında da Amcabeye göre adlı ilk karikatür Albümü yayınlanır ki bu albümde ülkemizde yayınlanan ilk karikatür Albümü olarak gene karikatür tarihimizdeki ilklerin arasında geçer.Cemal Nadir Güler Amcabeyin yanısıra Akla Kara,Dalkavuk Dede ile Torun,Salamon,Yeni Zengin,gibi pekçok çizgi tip yarattı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Cumhuriyet Gazetesinde çizerliğini sürdüren Güler ,1941 de Vedat Günyol ile birlikte Arkadaş adlı Çocuk Dergisini 1942 -1944 yılları arasında ise Amcabey adlı Mizah Dergisini yayınladı.Bu dergide özellikle genç karikatürcülere çizme imkanı tanıyarak onların ilk çizgilerini yayınlıyarak bu konudada öncülük etti.



Cemal Nadir Güler kısacık ömründe pek çok şey sığdıran çok üretgen bir sanatçıydı. 10 kadar karikatür Albümü yayınladı. 5 kez Karikatür Sergisi açtı. Ona ait bir başka yenilik de Karikatür üzerine halka pekçok konferans veren ilk çizer olmasıdır.Cemal Nadir sadece çizerlikle yetinmedi onun yazarlık yönü de vardır.Ankara Radyosu için çeşitli skeçler yazmıştır. Yüzkarası adlı oyunu İstanbul Şehir Tiyatrolarında sergilenmiştir.Cemal Nadir Güler en verimli çağında 27 Şubat 1947 de aramızdan ayrılmıştır.



Cemal Nadirin yokluklarla geçmiş kısa hayatı 27 Şubat 1947 yılında sona eriyor. Cemal Nadirin ölüm haberi duyulduğunda İstanbulda pek görülmemiş birşey oluyor.Hayat duruyor.Esnaf Dükkan açmıyor,nerdeyse tüm İstanbul Cemal Nadirin Beyazıt Camiindeki cenaze törenine katılıyor.O güne kadar bir sanatçı cenazesinde görülmemiş bir kalabalıkla cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığına defnediliyor.Yarattığı tiplerle toplumsal bir eleştiri yapan Cemal Nadir Arkadaş Dergisinde çizdiği Dede ile Torun karikatürlerinde bilgi ile cehaleti,yeni ile eskiyi karşı karşıya getiriyordu.Amcabey tiplemesiyle toplumdaki çarpıklıkları Çıkarcı tipleri,iki yüzlüleri alaya alırken Dalkavuk tiplemesiylede dalkavukluk yaparak çıkarlarını koruyanları eleştiriyordu.Yeni Zengin tiplemesi toplumdaki sonradan görmeliği,Akla Kara tiplemeleride eğitimsizliği ifade eden karakterlerdi.



Cemal Nadir Gülerden iki Anektod ;
Cemal Nadir Bursa da bir özel okulda resim öğretmenliği yapıyordu.Uzun zamandır aylık alamamıştı.
Okul Müdürü üstada sorar.
- Bu gün ayın kaçı
Üstat gülerek
-Kırbiri Efendim der.
Müdür şaşkın
-Ayın kırkbiri olur mu ?
Üstat sıkılarak
-Vallahi 41 gündür Maaş alamadık ta.



Üzüntülü bir gününde Cemal Nadire sorarlar
- Bu ne somurtkanlık Allahaşkına üstat ? Halbuki sen Gülersin
Cemal Nadir cevap verir
- Yanılıyorsun Dostum Ben Nadir Gülerim.

Türk Karikatürü Değerli Çizerlerinden Bedri Koraman

1928 Yılında Bafrada doğan Bedri Koraman İlköğrenimini Bafrada tamamladı. Koraman Güzel Sanatlar Akademisinde Cemal Tollu Atölyesinde eğitim gördü. Aynı yıl dergi ressamlığı ve karikatürcülüğe başladı.Babıali denilen basın dünyasında Türkiye Yayınevi,Vatan,Tasvir,Milliyet,Güneş,Sabah,Mizah,Taş,Karikatür,Gölge ,Dolmuş gibi yayın organlarında çalıştı.1951 de Deve adlı bir mizah dergisi çıkardı.Cicican,Cemkurt Tekir Hafiye,adlı Resimli Romanları çizen Koraman Milliyet,Güneş,ve Sabah Gazetelerinde Bedri Korama nın Haftalıkları adı altında tam sayfa renkli Karikatürler çizdi.



Kitap kapakları,Film afişleri,Kartpostallar Desin anima,Reklam filmleri yaptı.Siyasi Karikatürlerin bir kısmını içeren siyaset Arenası adlı kitabı olan Bedri Koraman yurtiçinde ve yurtdışında karikatür dalında pekçok ödülünde sahibidir.Yurtiçinde ve dışında çeşitli sergi ve yarışmalara katıldı.İtalya Marostica, Yugoslavya Üsküpte ve Sarajevo da özel ödüller kazandı.Spor yazarları Derneği Spor karikatürleri yarışmasında birincilik ve ikincilik ödülleri aldı.
Bedri Koraman 1945 te Güzel Sanatlar Akademisinden ayrıldıktan sonra Karikatür çizerek başladığı kariyerine 1946 yılında önceleri resimler çizdiği Afacan-Çocukgözü dergisinde başlamış,Burada daha sonraki sayılarda Şahap Ayhanın başlattığı bir seri olan Pire Nuri ile Zengibar başlıklı çizgi romanı hazırlamıştır. 1947 yılında Çocuk Alemi için hazırladığı bilimkurgu çizgiromanı Tonguç başlığının ardından,bir dönem de ÇocukHaftası için çalışmış,metinlere resimler hazırlamış,Toraman adlı bir çocuğun maceralarını çizgiromana aktarmıştı.1950 de 101 Roman Dergisinin kapaklarını çizmiş,1954 te Vatan Gazetesinde polisiye bant Cem Kurt u hazırlamıştır.





Bu karakterlere sonradan en ünlü çizgiromanı cicican için pilot bir çalışma yapmış,olan Bedri Koraman,ertesi yıl Milliyet Gazetesi sayfalarında cicicanın maceralarına başlamıştır.Cicican için AlCapp ın Hoş Memo çizgi sitilinden esinlenen Koraman 1956 da Erdoğan Egelinin yayınladığı Komet Dergisinde Sefa Önalın Senaristliğinde Kumru başlıklı sıradışı bir çizgiroman hazırlamaya başlamıştır.Onu izleyen karakteri ise 1960 lı yıllarda Milliyette çalışırken senaryosunu Halit Kıvanç ın yazdığı ve yine bir polisiye olan 1957 tarihli Tekir Hafiyedir.1963 yılında sinemaya uyarlanan cicican filminin ardından animasyona ilgi duyan çizer,çizgi filmler üretmek için kurulan Kare Ajansın kurucularından biridir.Ve 1951 yılında Deve adli bir mizah dergisi yayınlamıştır. Koraman 1950 lerin ortasında Milliyette yarım sayfa olarak başladığı çizimlerine 1980 lerin başından itibaren Güneş Gazetesinin Haftasonu ilavelerinde tam sayfalarla devam etmiştir.1973 yılından itibaren Gazetenin birinci sayfasında Abdi İpekcinin önerisiyle birnevi Muhabir Karikatürist konumunda çalışmalar yapmıştır.1982 de Güneşte baş sayfadan günlük karikatürler ve pazar ilavesindede kendisine has anlatım tarzıyla karikatür-öykü adı verilebilecek bir teknikte,tam sayfa çalışmalar hazırlamıştır. 1985 yılında yeniden Milliyete dönen Bedri Koramanın hayranlarına ulaşan ilk kitabı ise 1994 te basılmış Siyaset Arenasıdır.Bu karikatür Albümünde Gazetelerdeki çalışmalarının bir bölümü tekrar yayınlanmıştır.




Bedri Koraman ( Haftalıklara ) ilk önce 1954 yıllarında ufak bir denemeyle başlamıştı.Sonra cicican adlı resimli romanı başlayınca biranda ikinci planda kaldı.Haftalıklar cicican Yeşilçamın beyaz perdesine geçtikten sonra tekrar Haftalıklara döndü Koraman. Ama gerçek anlamda Haftalık adıyla çizmeye başlayışı Askeri darbeler oluyor---- Ne kadar süreceği belli olmayan bu askeri baskı dönemlerinde siyasi karikatür çizemeyince Haftalıklara yoğunlaştı.





Bedri Koramanın 50 yıl önce de şimdide okunur yapan Haftalıklardaki zengin hayat görüşü,çizimlerinde mizahla birlikte felsefi,siyasal,toplumsal ve tinsel sorunları ele alış biçimi ve hayatın değişik alanlarında farklı tecrübeleri yaşamanın olgunluğudur.Bedri Koraman çizimlerinde topluma tabu olarak ezberletilen cinsel baskılara karşı da bir başkaldırı sergiledi.Güzel kadın çizenbir sanatçı olarak tanındı.Uzunca bir dönem bir kadının güzelliği vurgulanmak istendiğinde Bedrinin kızları gibi dendi.




Bedri Koraman Ben daima patrondan sonra en iyi para kazanan adam oldum,çünki çok seviliyorum.çizgilerim Gazeteye tiraj getiriyordu.Haldun Simavinin Günaydın Gazetesini zirvede tuttuğu 700-800 bin bastığı günler----Beni çağırdı,Bedri Bey ben çok zenginim,beni batıramazsın dedi.Şimdi önüne bir kağıt koyacağım oraya maaş olarak öyle bir rakam yaz ki,Akşam eve gittiğinde karınla otururken keşke daha fazla yazsaydım diye pişmanlık duyamıyacağın büyüklükte olsun.Yazamadım eğer o gün aldığımın 5 katını yazsa hemen imzalardım.yahut 10 katını,neyse Ama benden rakam istedi.Burada psikolojik açmaz var,Ben isteyemezdim onlar verirdi.

Altan Erbulak (1929- 1988) Karikatürist-Oyuncu-Gazeteci-Showman

Altan Erbulak 11 Kasım 1929 da Erzurumda doğdu. Annesi dinibütün bir ev kadını, sevecen ve hoşgörülü . Babası Binbaşı,Altanın çocukluğu Babasının atanması ile ilgili olarak Anadolunun muhtelif Şehirlerinde geçti.İlkokulu hemen her yılını farklı okullarda okudu.Alıştığı Arkadaşlarından kopmak onu çok üzüyordu.Ortaokulu Bakırköy ortaokulunda bitirip, Işık lisesine yazdırıldı. ( Anılarında Işık lisesinden ve çocukluğundan detaylı olarak bahis eder ) Işık lisesinde başarısız olup Akademinin Resim Bölümüne kayıt oldu. Akademiyi bitirmeden onbaşı olarak askere gitti.Altanın Babası da resim yapardı.Babası emekli olduktan sonra Bakırköyde,Kartaltepe Mahallesi Muhtarı oldu. Zengin değillerdi ama iki çocuklarını örselenmeden büyütmeyi başardılar.Altanın bilgi adında bir kızkardeşi var. Bakırköyde otururken Münir Özkul,Sadri Alışık,ve Altan Karındaş ile trende gidip gelirken skeçler oynar komiklikler yaparmış.Aile arasındada tuhaflıklıkları zevkle izlerlermiş.Sahneye ilk defa 1955 yılında Cep Tiyatrosunda Amatör olarak çıktı.Aynı yıl Altan Aşkınla evleniyor. Kızı ( Altan ) Ayşe Erbulak doğuyor.( Ayşe bir Norveçli ile evli olarak yaşıyor ) 1957 yılında Haldun Dormenle tanışıyor.Bir kereliğine küçük sahnede Dormen Tiyatrosunda Erol Günaydın ile Teyzesi adlı oyunda,kel bir uşak oynuyor.ve birdaha Tiyatrodan kopamıyor.





1962 yılında Dormen Tiyatrosunda ( Ayı Masalı ) oyununda tanışarak,Füsun Şahinle 21 Şubat 1964 te ıikinci evliliğini yaptı.Bu evliliğinden 20 Ekim 1975 te Sevinç Erbulak doğdu. ( Şehir Tiyatrosu sanatcısı,oda babasının yolunda dizilerde oynuyor,ödüller alıyor.) 1970 yılına kadar Dormen Tiyatrosunda Profesyonel olarak çeşitli roller oynadı.ve bu arada birçok oyun yönetti. Misafir olarak Münir Özkul Tiyatrosunda 1969 da İstanbul Devlet Opera Balesinde konuk oyuncu olarak Güngör Dilmenin baş yapıtlarından Midasın Kulaklarında Berberbaşını oynadı.Bir iki ay sonra Kültür Sarayı yandiğinda,TaksimMeydanında bir saat yangını ağlıyarak izledi.Onu birde yıllar sonra Babasının ölümüyle oğullarının doğar doğmaz ölmeleri ağlattı.Bunun dışında limonu limonata yapan,son derecede neşeli,anlayışlı,bir kimlik sergiledi.Pembe gözlüklüydü ama herşeyi içine attı.





1971 - 1979 yılları arasında Metin Serezli ile birlikte Kocamustafa paşa Çevre Tiyatrosunu kurdu.Buradaki bütün oyunlarda rol alıp,birkaçını da yönetti.Ünlü bir ikilinin o yıllarda Beyoğlu-Şişli dışındaTiyatro açması ilk defa gerçekleşiyordu.İkinci bir ilk ise ( Yüzsüz Zühtü ) Kandemir Konduk un oynanan ilk oyunu olması,idi. 1982 de Egemen Bostancının teklifi üzerine ( 7 Kocalı Hürmüz ) de kekeme Berberi oynadı.uzunca bir süre yalnız gazetecilik, karikatüristlik yaptıktan sonra Haldun Dormenin Pangaltıdaki Tiyatrosunda Necati Cumalının ( Her evde hır var ) adlı oyunda görev aldı. Belli aralıklarla Maksim Gazinosunda şov yaptı.Birkez daha tiyatro girişiminde bulundu.Venüs Tiyatrosunda Erel Günaydınla birlikte ( Bit yeniği )ni adapte edip ( Bit yeniğim ) adı altında oynadı.Birde Aksaray Köşebaşı Tiyatrosunda ( Fehim paşa konağı )nı sahneye koydu.Yedibela Rasim adlı kabadayı rolünü üstlendi.Fehim paşa rolünü Mete İnselel oynadı. Salon Çevre Tiyatrosu sahibi Hasan Zengine aitti.1986 yılında Ali Poyrazoğlu Tiyatrosunda çalışmaya başladı ( Yanımdaki yatak ) adlı oyun dram sayılırdı.ve orada ilk
kez ciddi,dramatik bir rol oynadığı için çok mutluydu.Seyirci ilk kez kendisine gülmüyordu.1 Mayıs1988 yılında ( Dünyalar ) adlı oyunu oynadıktan sonra ertesi gün çıkacağı Almanya Turnesinin hazırlıklarını yaparken aramızdan ayrıldı. Sahnede öldü diyebiliriz.





Hadi Çaman Tiyatrosunda ( Azizname ) oyunu yönetti. ve dekorunu yaptı.Dormen Tiyatrosunda ( Puntila Ağa ile uşağı Matti ) dekorunu gerçekleştirmiştir. Çevre T iyatrosunda Teknik ekiple çalışır Baş Teknisyen Selahattin ustayla dekorları bilfiil sabahlara kadar boyar çıkardı.Tam bir Teknoloji hastası idi.En son çıkan cihazları kendisine ve Tiyatroya hemen alırdı. Eskilerin alaylı dedikleri bir oyuncu idi.Ama İsmail Dümbüllü,Muammer Karaca,ve benzeri ustalarla,usta çırak ilişkisini ölünceye kadar sürdü. Uzunca bir süre yani 1962 yılına kadar yeşilçam da çok sayıda filmde rol aldı.Muhterem Nur en sevdiği film oyuncusudur.Çitlenbik adlı birkaç bölümlük filmde yoksul,iyi yürekli köylü tiplemesiyle dikkati çekti.Feryat filminden sonra 1960 larda Filiz Akınla film çekti.Bir filmde Gönül Yazarla yatağa gireceği için sık sık yıkanır olmuştu.Tv.çalışmalarını sıralamak mümkün değil,çok sayıda program sundu.Tatlı yiyelim tatlı konuşalım bunlardan biri yalnızca.Ahmet Üstelin yazdığı porodilerde özellikle Atılgan Ailesinde oynadı.Egemen Bostancının müzikalleri Televizyonda gösterildi.Bunlardan en renklisi Sezen Aksu Aile gazinosu idi.
Yılbaşlarında skeçler yaptı.Televizyona tutkundu.Bilen Şöför kazanıyor Halit Kıvanç ile birlikte uzun yıllar sundu.Bu programda moral hocası oluyordu.Soruları Halit Kıvanç soruyordu




1947 de Hergün gazetesinde Karikatürist olarak çalışma hayatına atıldı.Sonra sırası ile Vatan,Yenisabah,Milliyet ve çeşitli dergilerde karikatür çizdi.Karikatüristik,gazetecilik hangisi esas mesleğim bilmiyorum derdi.Tiyatroculuk ve gazetecilik kızları gibiydi.Dizi halinde yıllarca süren çizimlerinden baziları =Caferle Hürmüz ( Münir Özkul ,Heyecan Başaran ) dan esinlenerek,Taş Arabası,Yuki ( Orhan Boranın )radyoda yarattığı tipi dergi olarak çizdi.




1958 yılında Yenisabahta gazetesinde çalışırken bir hafta boyunca Medrano Sirkinde Palyaçoluk yaptı.Teoman Orberk bu macerayı resimlerle ölümsüzleştirdi.Bir başka dünya adı altında sirkteki günlerini kaleme alıp karikatürledi.Anıları Nalıncı keseri yada ,Ben bir yalancıyım adlı bir kitapta topladı.Ölümünden sonra Delikır ile kırmızı başlıklı adı altında,Füsun Erbulak tarafından kendi anıları ile birlikte bastırdı.Birde Bilgi yayınevinin bir çocuk kitabında bu anılardan Füsun Erbulak tarafından alıntılar yapıldı. Uçuç böceği ile delikır kiracı ve Taş Arabası adıaltında karikatürlü yazılarını içeren iki kitabı Parantez yayınlarında çıktı. Şu ara Yalvaç Ural kapsamlı bir Albümünü hazırlamakta.




Ödülleri ; Altan Erbulak ın gazetecilik ve karikatürlerinden ötürü çok sayıda ödülü var.
Oyunculuktan ;
İlhan İskender ödülü,Küçük sahnede oynadığı ikinci baskıdaki Canavar Cafer rolü ile, ( Buradaki Kabadayıyı Kahvedekilerle sohbet ederek) çalışmıştı. Sustalının nasıl açılıp kapanacağını öğrenmek istediğinde kendisine ders veren kabadayı ,olmadı demiş,Bunu açınca kapatmayacaksın ) Ekspres Altın heykel 1969 - Ekspres Altın Heykel -1970 - Ekspres Altın Heykel - Yılın en iyi Erkek Tiyatro sanatcısı-1971 İsmail Dümbüllü 1982 - 1983 yılının en başarılı sanatcısı.Gazeteciler Cemiyeti Türk spor Yazarları Derneği spor yazılarında 25. yıl - 1971

Mehaz : Sn.Füsun Erbulak

Türk Sinemasının En Büyük Komedyenlerinden Kemal Sunal (Namıdiğer İnek Şaban) (1944-2000)

Kemal Sunal 1944 Yılında Malatyanın Doğanyol ilçesinde doğdu. Türk Sinemasında başta İnek Şaban tiplemesi olmak üzere canlandırdığı pek çok tipte sevenlerin kalbinde taht kuran Kemal Sunal yediden yetmişe herkesin sevgisini kazandı.Vefa Lisesinden mezun oldu.1981 yılında Ankarada KKK.Armoni mızıkasında vatani görevini ( Askerliğini ) yaptı.Sanat hayatı Zoraki Tabip adlı tiyatro oyunuyla başladı.Bir yıl kadar Kenterler Tiyatrosunda çalıştıktan sonra,Devekuşu Kabare Tiyatrosunda görev aldı. 1973 yılında Ertem Eğilmezin yönettiği Tatlı Dillim filmiyle sinemaya adımını attı.Ve kalabalık kadrolu filmlerde rol almaya başladı.
Türk Sinemasının en büyük komedyenlerinden biri olan Kemal Sunal,peşpeşe çevirdiği filmlerle ticari açıdan büyük başarı kazandı. Filimlerde çoğu zaman saf,şanslı ama iyi yürekli karakterlerin rollerine girdi.1974 yılında evlendi.Ali Sunal ve Ezo Sunal adlarında biri erkek diğeri kız iki çocuğu oldu.1977 de AntalyaFilm Festivalinde ( En iyi Erkek Oyuncu ) ödülünü alan Sunal,Oyunculuğu ve özellikle değişik tiplemesiyleTürk Sinemasında Komedi oyunculuğuna yeni bir soluk getirdi.





12 Eylül öncesi dönemde yarım bıraktığı Üniversiteyi,Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden mezun olarak 1995 yılında Bitirdi. ve Yüksek Lisans yapmaya başladı.Yüksek lisans tezi komedyen kimliğiyle Kemal Sunalın ve Filmlerinin incelenmesidir.Yüksek lisans tezi 2005 yılında Ailesi tarafından Tv. ve Sinemada Kemal Sunal güldürüsü ismi ile kitap haline getirilip yayınlanmıştır.Hayatı boyunca 82 filmde rol aldı.3 Temmuz 2000 Tarihinde Balalayka adlı filmin çekimine başlamak için Trabzona gitmek üzere bindiği uçakta kalkıştan hemen önce geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.
Aramızdan ayrılalı tam 8 yıl oldu. Dile kolay 8 yıl Her yıl olduğu gibi bu yılda mezarı başında sadece Ailesi ve Medya mensupları vardı. Ne kadar acı oysa o hep bizi güldürmüştü.Onun filmleri ile dertler unutulur,bunalımlar sona ererdi.Ne kadar vefasız bir Milletiz.Tüm kederlerimizi unutturan ,halkı ile bütünleşen bir ustayı ölüm gününde yalnız bırakıyoruz.Doğrudur ölenle ölünmez ama en azından bir güncük te olsun hatırlanmaz mı? Yazık ki ne yazık.





Bakın Büyük Komedyen özetle hayatını nasıl anlatıyor.1944 te Malatyada doğdum. Lise son sınıftayken Felsefe Öğretmenim Belkis Balkır ,elimden tuttuğu gibi beni Müşfik Kentere teslim etti.Bu arada Üniversiteye başladım.Bir süre sonra turneler nedeni ile öğrenimime ara vermek zorunda kaldım.Kent oyuncularından sonra sırasıyle Ulvi Uraz Tiyatrosu,Ayfer Feray Tiyatrosu,ve en sonunda Devekuşu Kabare Tiyatrosunda oynadım.1972 yılında Ertem Eğilmezin beni beğenip seçmesiyle sinemaya adımımı attım.Üniversiteyi bitirmeyi ve böylece gençlere örnek olmayı kafama koymuştum.Çünki Türkiyenin okuyan insana ihtiyacı vardı.Üniversiteyi bitirip Lisans Öğrenimimide tamamladıktan sonra tez müddetim başladı,Bundan sonrada çok özlediğim Tiyatro ve Sinemayı birlikte planlıyorum demişti.Kemal Sunal ölümünün üzerinden geçen zamana rağmen halk tarafından sevilmeye devam ediyor.Kemal Sunal adını duyduklarında hemen gülümseyen insanlara rastlıyoruz.Kimsenin Sunal hakkında olumsuz bir düşünceye sahip olmadığını idrak etmemize rağmen,insanların kendilerinden biri gibi benimseyecekleri bir Sinema Oyuncusu daha bulmak zordur.Oynadığı filmlerle eş değer oranda sevildiğini,yarattığı tiplemelerin hemencecik hatırlandığını görürüz.Toplumun görmezden gelinen,horlanan,bir şekilde kendini ifade etme sıkıntısı çeken kesimlerin Sinemada ve Televizyon Ekranında Kemal Sunalın rengi ile cisimleşmesi,sokağın sesi olarak anlaşmasına vesile olmuştur.





Türk Ulusu yüzyıllardan beri mizah anlayışına yatkınlığı olan bir Millettir.Mizah sevdiği gibi mizahi mizaca espritüel kişilere de sempatisi yoğundur.Türk Ulusu genelde duygusal bir karaktere sahiptir.ve Kemal Sunal güçsüzlere,haksızlığa uğrayanlara karşı Şevkat,sevgi ve sempati duygularını yoğunlaştırarak ön plana çıkarmıştır. Halk kendisinden birşeyler bulduğu ölçüde kendini sanatcının yerine koyar,onunla özdeşleşir.Bu durum Kemal Sunal filmlerinde
Açıkça görünen bir olgudur. Keloğlanın saflığı,Nasrettin Hocanın uyanık cin fikirlerini ince esprilerini günümüze taşıyarak onlara benzeyecek sanatçı tipi araması,Kemal Sunal ve diğer komedyen tiplerini doğurmuştur.





Sinema izleyicisi,Kemal Sunalda sözünü ettiğimiz niteliklerin çoğunu bulduğu için filmlerine yoğun ilgi ve sevgi göstermiştir.Sunalın filmlerinde canlandırdığı tiplerin günlük hayatta her zaman karşılaşılan sıradan insanlar,halktan kişiler olması en büyük özelliğidir.İyi niyetli,saf,temiz,kötülük düşünmeyen, sakar saflığıyla işleri birbirine karıştıran,ancak zekasıyla yada Tesadüfen işin içinden çıkıp art niyetli kişilerin kötü yüzlerini ortaya çıkaran Kemal Sunalın yarattığı bu tipleme sonuç itibariyle izleyicinin gerçek hayatta bu yöndeki özlemlerini yansıttığı içindir ki onun oynadığı rolden daima böyle bir beklenti içinde olmuşlardır.Genelde Kemal Sunal filmleri bu doğrultuda gerçekleşmiştir.Sunal filmlerinin konularını günlük hayattan alması,basit ve kolaylıkla algılanabilecek şekilde olması,espri anlayışının ulusal mizah anlayışına uygunluğu halktan tiplerin canlandırılması,filmlerden çıkarılacak ders yada iletilmek istenen mesajın kolayca algılanabilmesine olanak vermektedir.





Kötülerin,Köşe dönücülerin,üçkağıtcıların normal hayattada çok güçlü görünmelerine rağmen,en küçük ters çıkışta dağılmaları,güçsüz de olsa İyi niyetli kişilerin karşısında yada doğru,ve doğruların karşısında daima kaybetmeye mahküm oldukları mesajı bu nedenlerle kolaylıkla algılanabilmektedir.Kemal Sunalın kimliğinde Türk izleyicisi kendini buluyor.Feodal değerlerden koparak kente gelmiş ama Endüstriyel değerleri benimsiyememiş yani iki arada bir derede değerler sistemi arasında sıkışıp kalmış insanı anlatıyor.Bu sıkıntılar çerçevesinde yaşanan gülünçlükleri anlatıyor.Ama aynı zamanda doğru yolu,güzelliği,saflığı,dostluğu,aşkı,güvenirliği de aramaktan vazgeçmediği için sonunda başarıyı yakalayan tiplemelerdir.Kemal Sunalın canlandırdıkları.Sonuç olarak Kemal Sunal Filmlerini 3 yaşından 70 ve daha yukarılar dahil herkes izliyor.Bu şunu gösteriyorki yıllar geçsede ,Kemal Sunal filmleri uzun yıllar izlenme rekorlarıkırmaya devam edecektir.Ruhu şadi Mekanı Cennet olsun.



Aşık Veysel Şatıroğlu (1894 -1973) ( Üçyüzonda Gelmiş İdim Cihana) (Ben Giderim Adım Kalır)

Veysel Şatıroğlu,1894 te Sivas ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi.Veyselin dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir.Olağan dışıdır.Anlatmak gerekirse Annesi Gülizar Ana,Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş,oracıkta dünyaya getirmiş veysel i .Göbeğini de kendi kesmiş,bir çaputa serip yürüye,yürüye köye dönmüştür.Veysellere yörede ( Şatıroğulları ) derler.Babası (Karaca)lakaplı ,Ahmet adında bir çiftcidir.Veyselin dünyaya geldiği sıralar,çiçek hastalığı Sıvas yöresini kasıp kavurmaktadır.Veyselden önce iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.




Veysel yedi yaşına girdiği 1901 de Sıvasta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır.Oda yakalanır bu hastalığa.O günleri şöyle anlatıyor Veysel = Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti.onu giyerek beni çok seven,Muhsine kadına göstermeye gitmiştik,Beni sevdi , o gün çamurlu bir gündü.Eve dönerken ayağım kayarak düştüm.Birdaha kalkamadım,çiçeğe yakalanmışım.Çiçek zorlu geldi.sol gözüme çiçek beyi çıktı.Sağ gözümede ,solun zorundan olacak ,perde indi.Ogün bu gündür dünya başıma zindan.

GİDİYORUM GÜNDÜZ GECE

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayım
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlaya gah güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece



Sağ gözünün görme şansı varmış.Işığı seçebiliyormuş bu gözüyle ,o sıralar yalnız yakınlarındaki Akdağ madeninde doktor varmış.Anası,Babasına çocuğu Akdağmadenine götür,orada gözünü açacak bir doktor var demişler.Sevinmiş Babası ne varki olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veyselin.Birgün inek sağarken Babası yanına gelmiş,Veysel ansızın dönüverince Babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş,o gözde akıp gitmiş.Veyselin Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış,Veysele tüm Aile çok üzülmüş günlerce gözyaşı dökmüşler bu hale,Bundan sonra Bacısı elinden tutarak gezdirmeye dolaştırmaya başlar
Veyseli,Gittikçe içine kapanmaktadırVeysel,Emlek yöresi olarak adlandırılan Sıvasın bu Aşığı/ozanı bol diyarında.Veyselin Babası da şiire meraklı.Tekkeyle içli-dışlı biriymiş.Veyselin dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye,saz verir eline,Halk ozanlarından da şiirler okuyup,ezberleterek avutmaya çalışırmış oğlunu,Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmetin evine uğrar,çalıp söylermiş.Merakla dinlermiş bunları Veysel.Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler,kırılan tellerini takarmış.İlk saz derslerini Babasının arkadaşı olan Divriğinin Köylerinden Çarnışlı Ali Ağadan ( Aşık Ala ) almış, Kendini de iyice saza veremiş.Usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış,Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çarmışlı Ali tanıştırıyor.Daha çok Veyseli.Pir Sultan Abdal,Karaoğlan,Dertli,Ruhsati,gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.




Veyselin Annesi ve Babası seferberlik sonralarına doğru,belki biz ölürüz ve kardeşi Veysele bakamaz düşüncesiyle Veyseli Esma adında Akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar.Esmadan bir kız bir oğlu oluyorVeyselin. Oğlan çocuğu daha 10 günlükken Annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor.Veyselin acıları bununlada bitmiyor.Aksilikler talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor.1921 in 24 Şubatında Annesi,ondan 18 ay sonrada Babası ölüyor.Ağabeyisi Alininde bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve ev işlerine bakması için bir azap (Hizmetkar) tutuyorlar.Bu hizmetkar ileride Veyselin bağrında açılacak başka bir yaranın sebebi olacaktır.Birgün veysel hasta yatarken kardeşi Ali de keven toplamakta iken,Veyselin ilk eşi olan Esmayı kandırarak kaçırıyor.Bu yanaşma,Veyselin acılı yaşamına bir acı daha ekliyor.karısı bir başına bırakıp gittiğinde,Veyselin kucağında henüz aylık kızı varmış.iki yıl kucağında gezdirmiş veysel onu ,ne çare oda yaşamamış.Bir şiirinde dile getirdiği gibi ;

Talih çile kadar sözü bir etmiş,
Her nereye gitsen gezer peşinde
Bin katmerli acılar silsilesi kısacası




Veysel,Anadolu Merkezli aşıklık geleneğinin günümüzde en bilinen kişilerinden biridir.Ahmet Kutsi Tecerin girişimiyle 1931 yılında Sıvasda gerçekleştirilen Aşıklar Bayramına katıldıktan sonra adı duyulmaya başlayan Aşık Veysel yöresinin zengin aşıklık geleneğini sade ve abartısız yorumuyla geniş çevrelere duyurmada önemli ve etkin bir insan oldu.Yorumundaki düzeyin önemi dışında fazlaca öne çıkmasada Aşık Veyselin bugüne ulaşmasındaki temel unsurlardan biri,onun geniş ufuklu ve dengeli yaşam felsefesiydi.Aşık Veysel dönem,dönem birileri tarafından eleştirilmiş olsada,bugünün geniş çevrelerinde koşulsuz kabul görmüştür.1931 yılına dek köyünden hiç çıkmamış olan Aşık Veysel ,bu dönemden sonra kısa sürede,Türkiyenin
her yerinde duyuldu.Bir dönem sonrada Batılı Araştırmacıların ilgi odaklarından biri oldu.

GİBİ

Mecnun gibi dolaşırım çöllerde
Hayal beni savuruyor yel gibi
Ah çeker ağlarım gurbet ellerde
Durmaz akar gözüm yaşı sel gibi
Hesapsız günlerim gelip geçiyor
Varıp sırrın yad ellere açıyor
Evvel benim idi şimdi kaçıyor
Beni görüp saklanıyor el gibi
Aşkın beni deryalara daldırır
Bir dem ağlatırda bir dem güldürür
İster azat eder ister güldürür
Aşık Veysel kapısında kul gibi.




Köy Enstitülerinin kurulmasıyla birlikte yine Ahmet Kutsi Tecerin katkılariyle sırasıyla Arifiye,Hasan oğlan,Çifteler,Kastamonu,Yıldızeli,ve Akpınar köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapıyor.Bu okullarda Türkiyenin kültür yaşamına damgasını vurmuş,birçok aydın Sanatçıyla tanışma olanağını buluyor.Şiirini iyiden iyiye geliştirıyor.1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi özel bir kanunla Aşık Veysele (Ana dilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü ) 500 lira aylık bağlamıştır.21 Mart 1973 günü,sabaha karşı 3.30 da doğduğu köy olan sivrialanda şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur Bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Ne gelsimdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
gör-i başa neler gelir
Veysel gider ad kalır
Dostlar beni hatırlasın



Aşık Veyselin yaşamını özetlemek gerekirse, Sn. Erdoğan Alkanın şu betimlemesi en güzel cümleler oluşturur. ( Kızılırmak soru işaretine benzer,Zara dan doğar Hafik ve Şarkışladan sonra Sıvas topraklarını terkeder.Bir yay çizip,Kayseriyi,Nevşehiri,Ankarayı ve Çorumu sular.Samsunun Bafra ilçesinde denize dökülür.Aşık Veyselin yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir.Bir ucu Bafradadır bir ucuda Zaradan Bafraya dek uzanan acılı bir yaşam, Zaranın doğusundaki Kızıldağın gür sularıyla beslenip sona erer.

OLMASA

Güzelliğin on para etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamam
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz Aleme
Aşıklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başka olmasa
Güzel gözün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
o aşik olmasa




Veyselin birbaşka özelliği daha vardı.Köyünde ve çevresinde ondan önce tek bir meyva ağacı olmadığı halde,Sivrialanda ilk meyva bahçesini o yetiştirmişti.Hem öyle bir bahçe ki içinde elmadan kayısıya,kirazdan,cevize kadar türlü türlü meyva ve çiçek vardı.Veysel kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüler Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar,şu kör adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle işe kalkıştı demişler.Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş,meyva vermiş,köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar.ve bu defa o kör değilmiş,meğer kör olan bizmişiz diyerek AşıkVeyseli kutlamışlar.

KARA TOPRAK

Dost dosr diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Koyun verdi kuzu verdi süt verd,
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim yarim kara topraktır
Ademden bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve getirdi
Hergün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır
Karnın yardım kazma ile bel ile
Yüzün yırttım tırnak ile el ile
Yine beni karşıladı gül ile
Benim sadık yarim kara topraktır
Her kim olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel-i bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır




Aşık Veysel bugün hayatta değil lakin Dostları onu hergün hatırlayarak sevgi ile yad ediyorlar.Bizebıraktığın eserler,seni bir kat daha yüceleştiriyor.Gönlümüzde yattığın yer cennetin olsun,dünyayı bakan gözünle görmedin ama eserlerinle,kalben yazdığın eserler çağlar boyu hep söylenecektir.Seni bir kere daha huşu ile anıyoruz.Cennetlik insan Büyük halk ozanı Aziz Aşık Veysel Şatıroğlu.Burada eserlerini herkesin bilmesi için derc ediyorum.Büyük üstat büyük edebiyatcı.Seni bütün Edebiyat Alemi zaten bağrına basmış,ve büyüklüğünü her zaman söylemekteler.Aşık Veysel Eserleri = Ağlar Veysel çıkmaz sesi,Ağlayı ağlayı vardım pınara,Ala gözlü benli dilber,Aldanma cahilin kuru lafına,Anlatamam derdimi dertsiz insana,Anama,Aşkları,Aşık veyselin son şiiri,Aslıma karışık toprak olunca,Benden selam söyleyin vefasız yare,Bilmem hayal miydi düş müydü,Bir derd ehli bulsam derdimi söylesem,Bir hayal peşindedolandım durdum,Bir küçük dünyam var içimde benim,Böyle düşmüş payım benim,Bu alemi gören sensin,Çamlıbel,Çok yalvardım çok yalvardım,Dostlar beni hatırlasın,Eşim yoktur bulamadım,Güzelliğin on para etmez,İstanbul Karatoprak,Mektup,Memlekete destan oldum,Neler yaptı bana kader,Sabahtan bir güzel gördüm,Sazıma,Uzun ince bir yoldayım,Uyan bu gafletten, ve daha yüzlercesi

SON ŞİİRİ

Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne köye
Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekliyor limanda
Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum.