20 Aralık 2007 Perşembe

Türkiye'nin İlk Güzelleri

1929 Yılında ilk güzellik yarışması Cumhuriyet Gazetesi bir kampanya düzenler.Gazetede çıkan haber ve ilanlarda bunub milli bir vazife olduğunu vurgulanarak ,Türk Kızları yarışmaya davet edilir.dönemin hükümetininde desteklediği yarışma 2 Eylül 1929 yılında yapılır.Türkiye nin ilk güzeli balıkhane Nazırı Mehmet Tevfik Beyin torunu Ferihaevfik Hanım olur.Seniye Hanım ikinci,Araksi Hanım da üçüncü olmuşlardır.Jüride yer alan isimler arasında dönemin en saygın isimleri vardır.Feriha Tevfik hanım organizasyon bozukluğu nedeniyle o yılın Avrupa ve Amerika Güzellik yarışmalarına katılamaz.1930 yılında Amerikada yapılan yarışmaya katılır dereceye girmesede büyük sükse yapar.ve Hollwooddan film teklifleri alır.Fakat ondört yaşındadır ve çok sevdiği ülkesinden ayrı kalmayı göze alamadığı için teklifleri kabul etmez.




Cumhuriyet Gazetesi 1930 da ikinci yarışmayı düzenler.ve Mübeccel Namık Hanım kraliçelik tacını takar.16 Ocak 1930 tarihli Resimli Uyanış Dergisinde haber şöyle verilir.Bu hafta Cumhuriyet Gazetesinin teşebbüsü ile ikinci defa olarak bir türkiye güzellik kraliçeliği daha
intihab olundu.Bu yeni Kraliçe Mübeccel Namık Hanımdır.Kendisi yeşil gözlü uzun boylu ve
çok mütenasip endamlıdır. 32 Numara Mübeccel Namık Hanımdır.Ancak ne yazık ki Fransa nın Cannes Şehrindeki yarışmada dereceye giremez.Bir sonraki yılın yarışmasında alaka umulanın altındadır. 28 Temmuz 1930 tarihli ilanda şöyle yazmaktadır,Güzellik Müsabakası na iştirak için gelen resimler kafi miktarda olmadığından resim gönderme müddetini Teşrini evvel nihayetine kadar temdit ettik.Güzeller Beyoğlunda Foto Süreyya ve Foto Femina ya giderek bizim hesabımıza resimlerinizi çektiriniz.Katılım umulan sayıya yaklaşır.




1931 yılının Kraliçesi Naşide Saffet Hanımdır.Seniha Hanım ikinci,Selma Hanım da üçüncü güzel seçilirler.Türkiyenin büyük heyecanla beklediği yurtdışındaki yarışmalarda hiçbir güzelimiz dereceye girememiştir.Bu nedenle yeni yapılan yarışmaya ilgi çok azalır.15 Haziran 1932 Tarihli Cumhuriyet Gazetesinin başlığı (Dünya Türkiye Güzelini bekliyor)dur.Gazete bu tarihten 2 Temmuza kadar 16-25 yaş arası evlenmemiş namuslu kızları yarışmaya davet eden haberler yayımlar.Kraliçe seçilecek güzele 500 Türk Lirası mükafaat verilecektir.(Hafi ve Balo kıyafetiyle yapılacak seçmelerde kazanamayanların izzetinefislerinin rennnncide edilmemesi için isimlerinin ilan edilmeyeceği) açıklanmasına rağmen sadece 7 genç kız yarışmaya müracaat eder.





Bunların arasında son anda yarışmaya katılan Tüccar Halis Beyin 17 yaşındaki kızı Keriman Halis Hanım 1932 yılında düzenlenen dördüncü yarışmaya katılır.Onu Ailesi ve çevresi bu yarışmaya katılması için bilhassa teşvik etmişlerdi.O T arihlerde yapılan yarışmalarda adayların büyük ekseriyetini iyi ve tanınmış Ailelerin Kızları teşkil ederdi.Kara kaşlı,Kara gözlü,parlak uzun ve siyah saçlı,ve bembeyaz tenli hakikaten çok güzel bir kızdı,Keriman Halis Hanım .Tahsilini Feyziati ( Sonraki adıyla Boğaziçi) Lisesinde yapmıştı.Hızır Yangın Söndürme
Aletlerinin Mümessili olan Halis Bey Kızını bizzat götürüp kaydettirmişti bu yarışmaya.Keriman
Halis Hanım Türkiye Güzellik Kraliçesi seçilir.




Belçikanın SPA Şehrinde düzenlenen Dünya Güzellik yarışmasına katılır.ve Kraliçe seçilir.Keriman Halis Hanım o günü şöyle anlatır.Önce Kadınlardan meydana gelen bir jüri önüne çıktık.Burada inceden inceye kontrolden geçtik.Sonra bir Tiyatro Salonunda esas yarışmaya girdik. 28 Ülkenin güzeli teker,teker boy göstererek gelip geçtiler.ve sonunda iki güzel kaldık.Ben ve Almanya Güzeli.Son gün yalnız Alman güzeli ve beni tekrar görmek istediler.Üzerime kırmızı renkte bir tuvalet giymiş,yakasına da beyaz kurdele takmıştım.Memleketimizi Bayrağımızın renkleriyle tanıtmaya çalışıyordum.Son an gelip çattı.Jüri Başkanı ayağa kalktı.Elindeki kırmızı mühürlü zarfı büyük bir itina ile açtı.Tiyatroda büyük bir sessizlik hüküm sürüyordu.Heyecandan düşüp bayılabilirdim.Neyse Zarf açıldı.Bütün Tiyatro Salonu ( Yaşasın Miss Turkey) sesleriyle inledi.


Tabi o günlerde bütün yurtta büyük sevinç yaşanır.Atatürk,Keriman Halis Hanıma gönderdiği kutlama telgrafında kendisine Kraliçe anlamına gelen ECE unvanını verir. 1934 yılında çıkan soyadı kanunu ile Keriman Halis Hanım ECE Soyadını alır.

Errol Flynn (Robin Hood) 1909-1959

Geçen yazımda size Frank Sinatra dan ( Mr. Voıce ) bahsetmiştim. Türkiyeye Tv gelmeden önce sinemalar en önemli eğlence ve görsel hayatı sergileyen önemli faktörlerden birisiydi.Bizde hala bir Sinema yasamız bile yokken,o yıllarda 300 den fazla film çekilen bir sanayimiz vardı.bu gün Tv lerde güzel diziler seyrediyorsak temelinde Yeşilçam piyasasının çevirdiği filimlerin önemi çok büyüktür.Evet o zamanın senaryoları basit temellere dayalı ailevi sorunları işleyen filimlerdi.Zengin evlat, fakir kız veya onun tersi zengin kızı fakir sanatkar veya ressam,şoför, V.S Bu filimleri açık ve kapalı sinemalarda zevkle seyrederken,Birde Amerikan Sineması vardı ki piyasayı bu filimlerin yüzde yetmişi işgal ederdi.Ben o zamanlar korsanlı,kılıçlı kahramanlık filimlerin hayranıydım.Ve benim beğendiğimHollwood filimlerinden Errol Flynn ın çevirdiği filimleri hiç kaçırmazdım.İdolüm Errol Flynn di.






Bu gün filim sanayii o kadar geliştiği halde 1933 yılında çevrilen Robin Hood un verdiği tadı
vermiyor.Atletik bir yapıya sahip olan Errol Flynn kılıçlı filimlerinin zevkine doyum olmazdı.
Errol Flynn ı tanımlıyacak olursak kılıçlı filimlerin en ölümsüz kahramanı,perdenin değişmez
Robin Hood u hayatını bir şarap gibi sorumsuzca ve kaygısızca tüketen ve başarının doruğunda kendi kendisini özenle ısrarla yokedip bitiren gönüllü kader kurbanı olarak biliyoruz.Hayatımın bu yarısını gönlümün çektiği gibi yaşıyacağım.Diğer yarısı ise umurumda değil demişti.Sanki bilerek söylemişti.Tam 50 yaşında öleceğini .Beyazperdede bıraktığı temel imaj son derecede cesur ve atılgan bir şövalye imajıdır.Ama bu parlak imajın altında sayısız sorun ,skandal,günah ve dram yatar.Bunları seyircisine yansıtmamıştır.Çoğu zaman hep bir hedonist ,zevk ve keyifehli iyi yaşam düşkünü olarak tanınmıştır.Kadınlar üzerine şöyle demişti.Kadınlar beni bekar bırakmak istemiyor,Bende kendimi evli bırakmaya niyetli değilim.







İşte bu ilginç insan İngiliz Commonwealth inin bir parçası olan Tasmanyada Avusturalyalı bir ana babadan doğdu.Babası seçkin bir bilimadamıydı.Bioloji ve Zooloji uzmanı Prof Teheodore Thomson Flynn O da hayatı boyunca babasına hayran olarak büyüdü.Kişilik olarak çok benzeşmesine karşın Annesiyle arası hiç iyi olmadı.En iyi okullara gönderildi.Ama hepsinden kovulmayı becerdi.Genç yaşta macera tutkusu ağır bastı.Sirocco adlı çarık çürük bir gemiyle Yenigineye tam yedi aylık bir yolculuk yaptı.Bu serüven dolu tehlikeli yolculuğun öyküsünü sonraları ( Beam Ends ) adlı kitabında anlattı.Genç uzun boylu ve gerçekten yakışıklı bu genç adam yeni doğmakta olan Avusturalya filim sanayinin bir yönetmeninin Charles Chauvel in dikkatini çekti.Ve Flynn (ın the wake of bounty) adlı bir filimde oynadı.Filim önemsizdi ama onda oyunculuğa karşı bir ilgi doğurmuştu.Ardından İngiltereye gitti.Birbuçuk yıl bir özel okulda oyunculuk eğitimi aldı. Warner Bros un bir ajanının gözüne çarpmasıyla birlikte,önce birkaç küçük filimde oynadı.Sonra Warner Bros un iddialı ve gösterişli tarihsel filmi Captain Blood Başrolü alması gecikmedi.






Bu deneyimsiz ve ünsüz oyuncuya böyle bir filimde başrol verilmesi gerçek bir kumardı.Ancak Rafael Sabatiniden uyarlanan Michael Curtiz in yönettiği ve Errolün yanıbaşın da Warnerin genç bir aktrisinin Olıvıa de Havilland ın boy gösterdiği filim herkese uğurlu gelecekti.Errol Flynn biranda yıldız oluyor,birçok filimde oynıyacağı Curtiz le iyi bir ahbaplık kuruyor.Yine birçok kez tam olarak 8 filimde birlikte oynuyacağı De Havilland la tanışıyordu.Filmin Hollywood daki galası öyle parlak olmuştu ki,Flynn ın bundan sonraki filmleri tarihin değişik dönemlerinde geçen macera kurdeleleriydi.The Charge of the lıght Brıgade.(Hafif süvari alayının hücumu) Kırım savaşında,The Prınce and the pauper (Çalınan taç) İngiliz tarihinde 6 ncı Edvard zamanında,The Edventures of Robin Hood (Vatan kurtaran aslan)Aslan yürekli Richard İngilteresinde ,Santa fe Trail,( Santa fe yolu) ve They Died With their Boots on,( Sayılı Kahramanlar) Amerikan tarihi içinde geçiyordu.







Errol Flynn tüm bu filimlere yakışıklılığı,çevikliği atletik yapısı güleç yüzüyle eşsiz bir hava veriyordu.Kendisinden önce Douglas Fairbanks ın oynadığı kimi rolleri alıyor,onlara daha
çok çağdaş ve sevimli birer kimlik bağışlıyordu.Doğrusu onun Vatan kurtaran aslanını izledikten sonra,kendi türünde tam bir başyapıt olan bu filimden daha iyisini ve baş rolde de Flynn dan mükemmelini hayal etmek neredeyse olanaksız. Flynn ünlü yıldızlarlada karşılıklı oynadı.The sisters-Balo gecesi,vede The Private lives of Elisabeth and Essex Kraliçe Elisabeth te Bette Davisle oynamış,ikinci filimde Kraliçenin büyük aşkı Lord Essex i canlandırmıştı.






Flynn yönetmen olarak en çok Michael Curtis ve Raoul Walsh la çalıştı.Dodge City,(Kahramanlar diyarı) Virginia City,(Vatan kahramanları) San Antonio (San antonıo Aslanı) Silver River,(Gümüş nehir) gibi Westernler,The Dawn Patrol,(Şafak Devriyesi) Dive Bomber,(Bombardıman uçağı) Desparate Journey,(ümitsiz yolculuk)Edge of Darkness,(Karanlık günler) Objectıve Burma,(Hedef Burma) gibi savaş filimleri çevirdi.Arada modern dramlardada rol almadı değil,Ama seyirci onu hep çağın ötesinden gelen efsaneleşmiş kahramanlara kimliğini veren ezeli serüvenci olarak tanıdı,sevdi.





Çevirdiği filimlerde yenilmezliğin sembolü olarak tanımladığımız Errol Flynn Kaybolan Şöhreti gibi 50 yaş gibi erken bir zamanda 14 Ekim 1959 da Vancover de Beyazperdeden ve yaşamdan veda etti.

Frank Sinatra (Mr.Voice) 1915-1998

Kıymetli Dostlarım uzun zaman sizlerden ayrı kaldım. Sizlerle bugünki hasbıhalimde benim
çok sevdiğim,Bence Hafif Müziğin Ballad türünün Kralı, FRANK SİNATRA dan bahsedeceğim. Frank Sinatra Newyork un Hoboken Semtinde italyan kökenli İtfaiyeci Marty Sinatra yla
Kişilikli iriyarı ve güçlü bir kadın olan Dolly Sinatra nın çocuğu olarak 1915 yılında doğdu.Asıl
Adı ,Francis Albert Sinatra dır. Zor bir doğumdan sonra ölü sanılıp bir kenara bırakılan bebeği ,söylentiye göre Büyükannesi soğuk suya tutarak hayata döndürdü.Böyle doğan çocukların sonradan güçlü ve çetin ceviz kişiliklere dönüştüğü söylenir.Sinatra bu kuralı doğruluyor olmalıdır.Hobokenli küçük Sinatra çelimsizliğine karşın Annesinin şımarttığı,cebine bol para koyduğu bir sokak çocuğu olarak büyüdü.Genç yaşta okulu bıraktı. Çeşitli işlerde çalışmaya başladı.






Dönemin İdolu Bing Crosby yi örnek alarak müziğe yönelmesi gecikmedi. ilkönceThe Hoboken Four Adlı bir guruba katıldı.Sahneye çıktı. Bir gece bir kulüpte dönemin ünlü Trompet ustası Harry James onu farketti. 1939 da Harry James, ertesi yılda Tommy Dorsey Orkestrasında solist olarak çalışmaya başladı. İlk sükseli plaklarını da Dorsey le doldurdu. Ve yavaş,yavaş savaş yıllarının en popüler genç şarkıcısı oldu. Annesinin etkisiyle,komşu kızı yine İtalyan kökenli Nancy Barbato ile evlenip ard arda iki çocuk yaparak bir aile kurdu.Ama daha 1941 yılında bir plağıyla,ünlü Billboard Dergisinin en iyi genç şarkıcı unvanını almasıyla başlayan hızlı yükselişi genç adamın başını döndürmekte gecikmedi.Rock Döneminin ve Elvis,The Beatles ve benzeri sanatçılarının uyandırdığı kitlesel histeri olayının öncüsü Sinatra ve o nun Konserleridir.Savaşı unutmak içgüdüsüyle çılgın gibi eğlenmeğe çabalayan bir Amerika da Sinatra kısa zamanda bir müzik ve sahne fenomeni olarak zirveye çıkacak ve özellikle 1943 ten başlıyarak sinemadada şansını arayacaktı.





Sinatra özellikle MGM ile anlaşma yaptıktan sonra bu şirkette çevirdiği Müzikallerle Sinemada ilerlemeye başladı.Aralarında Anchors Aweigh (Gönül kimi severse) till the clouds roll by,( Bulutlar gelinceye kadar) Take me out to the ball game,(Gençlerin sevgilisi) ve ünlü On the Tovn,(Denizciler geliyor) da bulunan bu filimlerde çoğu kez Gene Kelly nin danslarına adım uyduruyor,ve elbette filmin romantik şarkılarını söylüyordu.Şarkıları ise yine listelerde başa tırmanıyor,gitgide olgunlaşan sesiyle Yalnız kalplerin,hep terkedilmişlerin aşk acılarının ve bahar sevinçlerinin yansımasını milyonlara duyuruyordu. 10 yıllık bir yükseliş döneminden sonra 19950 başlarında Sinatra nın süksesi birden azaldı.Konserleri ilgi çekmez oldu.MGM ile olan anlaşması yenilenmedi.Temelde Şarkı ve oyun yeteneğinde bir düşüş yoktu.Bu sıralarda tüm Amerikada örnek diye gösterilen Sinatra Ailesi dağılmış, Frankie sayısız flörtünden sonra hep eninde sonunda eve Ailesine dönmesini beklemeye alışmış olan ve uğrunda (Nancy Wıth a laughıng face) adlı şarkıyı söylediği eşini, Ava Gardner uğruna resmen boşadı. Ava ile 1951 de evlendiler.ve birkaç yıl çok mutlu bir birlikteliği sergilediler.Her anlamda çöküş yaşayan ve teselliyi ancak Ava nın kollarında bulan sanatçı,bir söylentiye göre yine Ava nın inadı ve desteği ile Colombia nın çevireceği ( From here to eternıty ) İnsanlar yaşadıkçada er Maggıo rolünü kaptı.




Sinatra kalabalık kadrolu filmin en unutulmaz rolünü çizmeyi ve bir yardımcı oyuncu Oscar ını almayı başardı. Sanki yeniden doğmuştu.Sanki tüm Amerika ve Dünya onu yeniden hatırlamıştı. Güvenini kazanınca Ava ya karşı sertleşmesi ve kabalaşması da kaçınılmazdı.Ünlü çift 1957 de ayrıldılar.Sinatra artık oyuncu olarakta zirvedeydi.Şöhretini 60 lara kadar sürdüren birçok
filme imzasını attı.Bu çabası 60 lar boyuda sürdü. Son derece yoğun karmaşık,giderek gizemli bir hayatın içinde Sinatra sinemaya hep gereken yeri ayırdı.Özel hayatı kuşkusuz ki çok dikkat çekiyordu.Sayısız kadınla birlikte oluyor,Lauren Baall,Judy Garland,Marlene Dıetrıch,Elizabeth Taylor,Marılyn Monroe,Kım Novak v.s. ile kısalı -uzunlu ilişkiler yaşıyordu.Genç oyunculardan Mia Farrowla evlenip kısa bir süre sonra ayrılıyor.Adı sık,sık ilk gençliğinden beri önlenemez bir ilgi duyduğu Mafya örgütü ve onun karizmatik kimi Babalarla birlikte anılıyor.




Özellikle Las Vegas ın kurucusu Bugsy Siegel le olan ilişkisi,ve onun gibi kumar başkentinde kendi Casinu suna sahip olma çabaları ayyuka çıkıyordu.Çünki Sinatra için iktidar hertürlü biçimiyle iktidar.Çekici giderek büyüleyiciydi.Onun hiçbir biçimde ve hiçbir alanına ilgisiz kalamıyordu.Elbette politik olanına da ,Politik liderlere ve Başkanlara yakınlığı hep sürecekti. Lyndon Johnson,Richard Nixon,Ronald ve Nancy Reagan la hep dost olacaktı.1960 larda başlıyan ve sayısız Las Vegas gecesine büyük neşe katan beraberlik ,Bir gurup sanatçıyla ,Dean Martin,Sammy Davıs Jr,Peter Lawford,ve Joey Bishopla kurduğu (Rat Pack) ekibiyle birkaç filimde beraber oynadılar.



1955 lerde Rock'n Roll un çıkışıyla birlikte müthiş karşı olduğu yeni ve modern müzik akımlarıyla artık belli bir uyum içindeydi.Hatta bir dönemde aleyhine ağzına geldiğini söylediği Elvıs Presley le sahneye çıktı.( Are you Lonesome tonıght veya Love Me Tender ) gibi klasiklerini yorumladı.Çünkü artık Rock'n Roll veya başkabirşey hiçbir müziğin ona dokunmayacağını ,artık sesi,şarkıları ve yorumuyla klasik olmaya doğru gittiğini biliyordu.Nitekim 1960 larda en güzel şarkılarından kimilerini söyledi ve bu 1o yılı,kendi yaşam felsefesini en iyi anlatan bir şarkıyla Claude François nın bestesinden Paul Anka nın düzenlemesiyle söylediği MY WAY le kapattı.



Kadife sesli sanatçı bugün hayatta değil Şarkıları tazeliğini ilk günki gibi korumakta. Bir Frank Sinatra vardı,ama sesiyle daima yaşıyacaktı. 8 haziran 1998 tarihli TIME Dergisi şöyle diyordu.o yaşadı,sevdi,kavga etti,Uslubu vardı.Cesareti vardı,hatta oyunculuğu vardı. Ama herşeyin ötesinde o Amerikan Popunu gerçek anlamıyla tanımladı. Yani bir başka deyişle ,kendisininde çok iyi söylediği gibi ,o her şeyi kendi yöntemleriyle yaptı.(I dıd it my Way ................) yolunu çizmişti ,o uzun ince yolda........................


Not = Mehaz Sn.Atilla Dorsay ın 100 yılın 150 oyuncusu kitabından.

28 Ekim 2007 Pazar

Görsel Sanatlar,Desen,Çizgi Romanlar...

Sevgili Dereden Tepenin kıymetlı Dostları,daha evvelki sohbetlerimizde,Çiniyle,Karakalemle,
Pastelle Resimler yaptığımdan bahsetmiştim.Geçen gün odamı düzeltip tanzim etmek istedim,
birde baktım ki Albümler yaptığım resimlerle dolmuş.Onların arasından seçtiklerimi sizlere sunuyorum.Ve hala resim yapmaya ve sizlerle değişik mevzulardan bahseden yazılarıma devam ediyorum.


Bu uğraşlar beni yormadığı gibi hayata bağlılığımı bir kat daha arttırıyor.Yaşımız gelmiş kemale, bu zamana karşı bir yarış oluyor bir yerde.ve şu anda aklıma Şantör ömür Göksel inbir şarkısı aklıma geldi.Bakın şarkı ne söylüyor;
Ha üç gün önce ha beş gün sonra
Saatin çalınca gelince sıran
Nasıl yaşadıysa ,nasıl öldüyse bunca insan.


Ölüm Allahın emri,Yalnız şu ayrılık olmasa.Allah gecinden versin benim şu anda öyle acele etmeye niyetim yok.Allah hepimize daha uzun ömürler versin.Ama alnımıza ne yazılmışsa o olur.Takdir yüce yaradanındır.Neyse bu tatsız sözleri bir kenara bırakıp resim hakkında sizlerle biraz hasbıhal edelim.

DESEN : Bir yüzeyin üstünde,nesnelerin renklerini değilde biçimlerini canlandıran resimdir.
Uygulanan teknik ne olursa olsun bütün görsel sanatlar desene dayanır.Bir fikri gerçekleştirecek Sanatçı,ister Ressam,Gravürcü,Heykeltraş,ister Mimar olsun bir kompozisyonun ya bütününü
ya da bir parçasını en kestirme yoldan bir kağıda çizmek,eserin son şekli üzerinde çalışmaya
girişmeden önce bir hazırlık yapmak ister.Bu çeşit çalışmalara taslak adının verilmesi bundandır.Desen dediğimiz zaman Gümüş,Kurşun veya Tahta bir uçla Boyaya batırılmış bir fırça ile sert veya yumuşak bir kalemle çekilmiş bir çizgi topluluğu anlaşılır.Demek ki desen bütün görsel sanatların temelidir.Hatta denilebilir ki sanat eserinin oluşmasında ta başından sonuna kadar rol oynayan malzemeyi buyruğu altına alan tasarlayan,denetleyen ekleyen ve çıkaran ana işlem o dur.Bir eserin geçerliği dehanın damgasını taşıması veya sıradan bir ürün durumuna düşmesi o nun niteliğine bağlıdır.



Desenin doğuşunu bir masalla anlatmaya kalkışan eski yunanlılar,Bir genç kızın savaşa giden nışanlısının meşale ışığında duvara vuran profilini çizdiğini,düşünmüşlerdi.Fakat Tarih öncesi Ressamlarının o genç kızdan çok daha önce yalnız çizgi ile kayalara barınakların duvarlarına geyik ve bizon siluetleri resmettiklerini bilmiyorlardı.Eski desenlerin çoğu neden adsız kalmış,Sanatçıların adları bilinmemiştir.Çünki bunları yapanlar için bu desenler bir övünme vesilesi olmaz.Kullandıktan sonra hemen yırtılan birer araştırma çalışması olarak kalırlardı.Desenlerde ancak XVII yüzyıldan sonra imza görülür.Koleksiyoncular bu gün ilgimizi çeken kağıt üstüne yapılmış desenlere ancak o çağdan beri önem verdiler.Zamanla yalnız ifade tarzları değil araçlarda değişti.Desenleri ancak XIX yy da aranmaya başlanan primitif Ressamlarla XV ve XVI yy ustaları genellikle kemik tozu ile hazırlanmış kağıt üstüne silinmez ve bozulmaz çizgilerini birer gravürcü kesinliği ile gümüş uçlu kalemlerle çizerlerken,bir süre sonra,daha yuvarlak uçlar,ve Dürer in kullandığı füzen kömürler tebeşir kalemler,veya Rönesans İtalyanlarının çok sevdikleri sanginler gibi yumuşak araçlar kullanılmaya başlandı.Çini mürekkebine batırılmış,kaz tüyü veya kamış kalem,sert çizgileri olduğu kadar ince çizgileri de çok iyi gösteren mükemmel bir araçtı.


Günümüzde desen her dalda önemini gözler önüne sermektedir.Bunlara misal Batikcilik, Çinicilik,Dokumacılık,Duvar Kağıdında olsun Halı ve Kılımcilikte kullanılan objelerin sergilendiği güzellıklerin başında desen en önemli unsurlardandır.Desen çizgi çizen desinatörün maharetine kalmış bir husus olarak önemsediğimiz herhalde daima karşımıza çıkan sanatların anası ve o işin özünü teşkıl eden bir sanattır.Moda dan tutun da yaşamımızın her döneminde güzel sanatların insanlara verdiği zevklerin temelinde daima karşımıza desen çıkar.Yaratıcılık artı desen harikalar yaratan unsurların temel taşıdır.


Desen diyerek konunun daha derinlerine inmeden,şimdi önemli bir konuya parmak basacak
olursak çizgi romanları ( Burada da desen çok önemlidir.) Yedisinden yetmişine kadar sevip
merakla takip edenlerimiz,Bu maceraların adeta tiryakisidirler.Evvela Çizgi Roman Nedir?
Çizgi Roman ne resim ne de yazıdır.Resim yada yazının bütünleyici olarak kullanılan diğer
bir faktörle ilişkisi sonucunda ulaştığı sentezdir.Yani çizgi roman birbirinden farklı iki temel
unsurun (Metinle Resmin) kaynaşmasıyla oluşan bir anlatım biçimi bir kurgu sanatıdır.



Çizgi Roman metinle birlikte sunulan resimler dizisi.Resmin bulunduğu karenin içinde anlaşılmasına yardımcı olan metin de yer alır.A B D de şimdiki halını almadan önce metinsiz veya bir metni canlandırmak için yapılan resimlerden meydana gelen hikayeler.Resimli Romanın öncüsü sayılır.Resimli Roman 1880 yıllarında resimli magazinlerein rağbet görmesiyle yayıldı.Bu arada Mizahi Dergilerin hızla gelişmesi ve Newyork Basınının iki kodamanı olan Joseph Pulitzer ile W.R.Hearst arasındaki mücadele Resimli Romanlardaki iki unsuru yani Resim ile yazının kaynaşmasını hızlandırdı.Bu gelişme özellikle Rıchard Qutcault un (Yellow kıd 1896 Buster brawn 1902 ve rudolph Dirk sin The Katzenjammer kıds 1897 Little Tmmy 1905 eserlerinde görülür.


1910 dan sonra resimli roman çizerler arasında başlıca iki eğilim belirdi.Bunların bir kısmı resimli roman sadece bir eğlence aracı olarakkabul ediyor.Bazılarıda yeni bir ifade aracı olarak görüyordu.Krazi Kat in (1911) yaratıcısı George Heriman canlı resimden Felix Cat tipini alan 1921 Pat Sullivan ve özellikle Brıngıng Up Father ( bizde adı Güngörmüşler ) 1913 ile Milletlerarası ün kazanan George Mc Manus ikinci gurupta yer alıyordu.Basım Dağıtım
Ajanslarının (İnternational News Service) 1912 .King Features SYndicate 1914 kuruluşuyla
Resimli Romanın yayılışı büyük ölçüde arttı.


ABD li Sanatcılarının çabasıyla Resimli Macera Romanları kısa zamanda bütün dünyaya
yayıldı.Harold Foster in resimlediği Tarzan 1936 da yerini Burne Hogart aldı.Ve Dick Calkins
ile Phıl Nowlan ın Buck Rogers i (Bu romanda hayalbilim konuları işlenmektedir.) Aynı gün
yani 7 Aralık 1929 yayınlanmaya başladı.Bu dizinin kazandiği başarı basın ajanslarının (Suspence)( Heyecan) ve harekete önem vermesine yol açtı.Böylece Chester Gould (Dıck Tracey )1931 ile polis romanını resimli romana aktarırken Alex Raymond (1931-1956) bir polisiye macerası (Secret Agent X-9) uzak ülkeleri ele alan bir hikayeyi (Jungle Jim) ve bir bilimsel macerayı (Flash Gordon) Bizdeki adı Baytekin yayımlanmaya başladı.Bununla beraber Harold Foster (Prınce Valiant) Bizdeki adı arslan prens ile 1937 Eskiçağ ve Ortaçağ maceralarıyla ilgi topluyordu.



Bu arada ressamların çoğu geleneksel Sanat kurallarını resimli romana uygularken Milton Caniff, Frank Robbins ve Frank Godvin ( Connie 1932 gibi sanatçılarda resimveya sinemaya has usulleri uygulayarak özel bir uslup bulmaya çalıştılar.Böylece Kompozisyon (Helezonı) Piramit biçiminde v.s. resimli romana girdi.Resimlerin çerçevesi eşkenar dörtgen elips ve daire şeklini aldı.Seçilen konular genellikle cepheden çizilirken Ressamlar yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya görüntülerden de yararlanmaya başladılar.Rengin kullanışı estetik bir değer kazandı.Renk çoğu zaman gerçeğe uygun olmuyor ama psikolojik ve dramatik etkileri geliştirmek için kullanılıyordu.Macera konularını işlemekte kullanılan bu yeni araçlar 1933 te yayımlanan ilk resimli roman kitaplarının çok kısa zamanda başarı kazanmasını sağladı


Flash Gordon, Jungle Jim,Secret Agent X-9 yaratıcısı Alex Raymond un Askerden döndükten
sonra yarattığı RıpKırby (Bizdeki adı Dedektif Nik) 4 Mart 1946 da yayınlanmaya başlayan Rıp
Kırby nin maceraları gazete okurları tarafından büyük ilgi görmüş,Bu zarif salon efendisi görünümündeki Jön çok sevilmiştir. Bu ilgi 1949 da Raymond a ünlü (Reuben ödülünü getirmiştir.)Dedektif Rip ülkemizde ilk kez Nat Pinkerton adıyla 1001 Roman dergisinde görüldü.Ancak bu günkü ününe 195o li yıllarda Hürriyet Gazetesinde başlıyan yayınla ulaştı.



Rıp in ilk öyküleri King Features Editörü Ward Grene ve yazar Fred Dickenson tarafından
yazılmıştır. 1956 da Alex in büyük bir talihsizlik sonucu otomobil kazasında yaşamını yitirmesi
üzerine Ajansı onun başlattığı öyküyü ve kahramanı yaşatabilmek için yerine çizer John Prentice i bulmuştur. Bu çizimler Prentıce nin 1999 da ölümüne kadar sürmüştür.Son Rıp Kırby günlük bandı Frank Bolle tarafından çizilmiştir.Ta ki 26 Temmuz 1999 yılında Ajans çizgi kahramanıRıp i emekli edinceye kadar,Bu gün Rıp emekli ve köşesinde uşağı Desmond la birlikte oturmaktadır.Bizde ise Resimli Roman 1946-1947 yıllarında Basınımız Pazar günleri Renkli ilavelerleokuyucularına zevkli anlar yaşatmiştı. Ama bugün Pazar günleri sunduğu moda sayfaları ve luzumsuz yazılardan müteşekkil ilaveleri boşu boşuna basıp bizlere sunmaktadır.Basınımız ya çizgi romanın önemine vakıf değil,yada Genel Yayın Yönetmenleri bu güzel çizgi romanların zevkine varamamış.Ben her zaman derim nostalji insanların merak,duygu ve zevklerini bir kere daha tekrarlanmasını istediği unsurlardır.


Gazetelerimiz gene böyle renkli ilavelerle büyük bir okuyucu kütlesine sahip olacaklarının
bilincine vardıkları zaman güzel eserlerin okuyucularına ulaşacağını temenni ediyor,Hepinize
renkli çizgi romanlardaki maceraların mutlu sonla bitenlerini yaşamanızı temenni ediyorum.
Sevgili Dostlar sanatın sonu yoktur.gelişen Dünyamızın bizlere daha neler getireceğini kestirmek insan dimağına sığmaz.Yıllar evvel olacağına ihtimal vermediğimiz şeylerin imkan dahilinde olduğunu görerek hayret ediyoruz.Gelecek günlerin nelere gebe olduğunun yaşarken göreceğiz.Burada son noktayı koyarken sıhhat ve uzunömrün hepimize nasib olmasını diler,Hepinizi saygı ile kucaklarım,Şen ve Esen Kalınız.

7 Ekim 2007 Pazar

İstanbul Yedi Tepe (Seven Hills İstanbul)

Kuruluşu eskilere dayanan ( Costantinople ) İstanbul un eski Romada Yeditepe üstünde kurulduğuna dair rivayetler vardır. Ancak topografik olarak böyle bir şeyin olmadığı görülmektedir. Osmanlı da hiçbir zaman yedi tepeli ibaresini kullanmamış,yalnız belirli bir imar politikası izlemiş, İstanbul da tepe olsa bile yedi tane değildir.Kültür Bakanlığının yayınladığı Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisinin 1993 Basımlı7 cildine göre İstanbul un 7 tepesi şöyle sıralanıyor.
1 nci Tepe = Sarayburnundan içeri doğru yükselen Ayasofya nın Sultan Ahmet Cami
sinin ve Topkapı Sarayının bulunduğu yükselti.
2 nci Tepe = Nuruosmaniye külliyesinin bulunduğu Çemberlitaşın yer aldığı yükselti.
3 ncü Tepe = İstanbul Üniversitesi Merkez binası olan Harbiye Nezaretinin bulunduğu yer.
4 ncü Tepe = Üstünde Fatih külliyesi bulunan güneyde Lykos Deresi vadisine ve Aksaraya doğru inen Kuzeyde dik yamaçlarla Haliç sahiline kavuşan tepe.
5 nci Tepe = Sultan Selim külliyesinin yeraldığı tepe.
6 ncı Tepe = Edirnekapı ve Ayvansarayın kurulduğu şehrin batı surlarını taşıyan tepe.
7 nci Tepe = Aksaray semtinden surlara ve Marmara sahiline kadar giden bölge ola
rak nitelenmiştir.



İstanbul yaklaşık 7500 yıl boyunca çeşitli İmparatorluklara Başkentlik yapan Türkiye nin ve Avrupanın en kalabalık şehirlerindendir.Dünyanın en eski şehirlerinden olan İstanbul M.Ö 5500 yıllarında Oyurum Atınların Beyliği 330-395 yılları arasında Roma İmparatorluğu.395-1204 ile 1261-1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu 1204-1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğuna Başkent lik yapmıştır.




Kentin asıl gelişimi İmparator I Costantinus dönemine rastlar.Byzantıon. 330 da Roma
İmparatorluğunun başkenti yapıldı.Kentin adı da bu tarihte Costantınus kenti anlamında
Kostantinipolis olarak değiştirildi.Araplar Kenti,Kostantiniye diye anmış,Osmanlıların
kenti fethinden sonra da bu ad özellikle paralar üzerinde kullanılmıştır. Halk Kente Estanbul,Stimbol, İstambol,ve istanbul demiş,17-18 yüzyıllarda İstambol adı kullanılmıştır.Osmanlılar döneminde resmi dilde kentin adı Dersaadet,Deraliyye, Darülhalife,ve Asitane adlarını almıştır.




Bütün kültürleri bünyesinde toplayan bu güzide kent Türkiye nin incisi ve onunla gurur duyan,Tarihi ve Efsun bir belde olarak her Türk ün gönüllerinde taht kurmuş bir belde olarak gelişmesine devam edecek ve Türkün iftiharı olarak daima payidar olacaktır.Özetleyecek olursak son söz olarak İstanbul hakkında söyleyeceğim şunlardır ;

İ S T A N B U L

Antik çağlarda çok önemli bir Kültür.Sanat Merkezi idi.
İki Bölgesel İmparatorluğa Başkent lik yapmıştır.
Bizans döneminde bir kültür ve sanat Merkezi idi.
Osmanlı döneminde bir kültür ve sanat Merkezi idi.
Cumhuriyet Türkiyesinin,kültür ve sanat Merkezidir.
Semavi dinlerin buluşma kentidir.
Yazılı ve görsel Medyanın Merkezidir.
AB Tarafından 2010 Avrupa kültür Başkenti seçilmiştir.
Dünya olimpiyatlarının yapılacağı aday kentler arasındadır.
Saraylar ve Köşkler Kentidir.
Müzeler Kentidir.
2100 yıllık kültürün antik kalıntı ve yapıtlarına sahiptir.
Dünyanın en güzel ve popüler Boğazına sahiptir.
Kuzeyde Karadeniz, ve Güneyde Marmara ile çevrilidir.
Holdinglerin Merkezidir.
Bankaların ve Borsanın Merkezidir.
Türkiyenin çok yönlü Turizim Merkezidir.


Ve Sevgili Dostlar yazıma son noktayı koyarken Büyük Şair Yahya Kemal BEYATLI nın
bir şiiriyle size veda ediyorum.Hepinize Sıhhat ve Esenlikler Dilerim.

BİR BAŞKA TEPEDEN

Sana dün bir tepeden baktım aziz İSTANBUL
Görmedim,Gezmediğim ,Sevmediğim hiçbir yer
ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel
Nice revnaklı Şehirler görünür Dünyada
Lakin Efsunlu güzellikleri sensin yaratan
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan,Sende ölen, Sende yatan.

YAHYA KEMAL BEYATLI

Yüzyılın Harikalarından (MahmutPaşa Çarşısı)

Kapalıçarşının bir kapısı Mahmutpaşa çarşısına açılıyor.sıradan ve ucuz malların bulunduğu
Mahmutpaşa bir yokuşta kurulan daimi pazar.Bu nedenlerden dolayı İstanbul denince Boğaz,Camiler ve Kızkulesinin yanısıra Kapalıçarşı ,Mısırçarşısı ve Mahmutpaşa çarşısı gelir akla.




Mahmutpaşa çarşısı İstanbulda Mahmutpaşa semtinde Fatih Sultan Mehmet Devri Sadrazamlarından Mahmut Paşa ( Ö.1474 ) tarafından kendi adıyla anılan camiyle birlikte yaptırıldi.( 1462 ) Çarşıda 256 dükkan vardır.Zamanla dükkanlar bölünerek sayıları arttırıldı.Çarşıda yine Mahmut Paşa adına yaptırılmış bir türbe ( 1473 ) hamam,sebil ve çeşmeler vardır. 500yıldır alışverişin Merkezi Mahmut Paşa da Ticaretin akış hızı değişsede muazzam bir kitle ihtiyaç duyduğu herşeyin en uygun fiatlı ve çeşitli olanını hala Mahmutpaşadan ediniyor.Mahmutpaşada beşikten mezara ne ararsanız bulunabiliyor.Mahmutpaşa denince Sanki 18 nci yüzyılın bir pazar yerindeyiz.Sokaklar buram,buram tarih kokuyor.Mahmutpaşa Bizans döneminde başlayıp,Osmanlıda devam eden bir kültürün mirasını taşıyor omuzlarında.Mahmutpaşa İstanbulun tarihi yarımada bölümünde yer alıyor.Kapalıçarşı ve Mısırçarşısı gibi iki önemli Ticaret merkezi arasında bir köprü işlevi görüyor.Fetihten sonra semt ticaretin odak noktası olmayı sürdürmüş.





Mahmutpaşa 15 nci yüzyıl sonlarında mahalle olarak kurulan ve uzun bir dönem Haliç e nazır konumu ile seçkinlerin konaklarınında bulunduğu bir bölgeydi.Fakat İstanbul limanının hemen üstünde yer alması ticaretin zamanla ağır basmasına yol açtı.Giderek Hanlar,Dükkanlar Ardiyeler çoğalmaya başladı.Zamanla konutlar azaldı. Ve semtte çıkan yangınlar bu süreci hızlandırdı.Her yangından sonra,konaklarda oturanlar başka semtlere göçtü.Hanelerin yerine Han ve Dükkanlar inşa edildi.çevresindeki,Mercan,Sultanhamam,Yeşildirek ve Tahtakale gibi semtlerle Mahmutpaşa yalnız perakende ticaretin değil,toptancı ticaretinde kalbiydi.



Ticaretin akış hızı zamanla değişsede muazzam bir kıtle ihtiyaç duyduğu herşeyin en uygun fiatla ve çeşitli olanını hala Mahmutpaşadan ediniyor.Göz alabildiğine Dükkanlar uzanıyor semt boyunca.Ve tabiki Mahmutpaşa dendiğinde bu çarşının vazgeçilmez ögesi Hanlar,uzak bölgelerden gelen tacirlerin konaklayabilmesi ve mallarını güvenle koruyabilmesi ihtiyacından doğmuş yapılar.Hanlar zamanla depo ve işyeri olarak esnafın kullanılımına açıldı. Bu günde her tip dükkanın bulunduğu Hanlar zamanın yıpratıcılığına karşın gösterişli yapılar olmayı sürdürüyor.Bir dik yokuştan inerken girdiğiniz bir han sizi 250 yıl öncesine götürür.



İstanbulda alışveriş sözcüğünün karşılığı Mahmutpaşa olarak yerini buluyor.Akıllarda 500 senedir bu mekanda yapılmış pazarlıklar gelmiş geçmiş esnaflar ,yüzlerce çeşit mal,ve hiç
eksik olmayan müşterileriyle Mahmutpaşa ticaretin merkezi olmayı sürdürüyor.Birer zaman
tüneli olan hanlar,büyük alışveriş merkezlerine inat dimdik ayakta.Zaman ve ticaretin tanığı
bu yaşlı semt nice genç kızları gelin etmek,ve onların çocuklarının da ihtiyaçlarına cevap ver
mek üzere kollarını açmış yeni müşterilerini bekliyor.Sohbetimize burada son verirken ,Sizlere Büyük Şair Orhan Veli Kanık ın bir şiirini sunuyorum.

İSTANBUL U DİNLİYORUM
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor
Yavaş,yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda
Uzaklarda çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
Kuşlar geçiyor derken
Yükseklerden sürü sürü çığlık çığlık
Ağlar çekiliyor dalyanlarda
Bir kadının suya değiyor ayakları
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarlarında ter kokuları
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
Başında eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
Bir yosma geçiyor kaldırımdan
Küfürler,şarkılar,türküler,laf atmalar
Bir şey düşüyor elinden yere
Bir gül olmalı
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
İstanbul u dinliyorum gözlerim kapalı
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde
Alnın sıcak mı,değıl mi bilmiyorum
Dudakların ıslak mı,değil mi bilmiyorum
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum
İstanbul u dinliyorum,
ORHAN VELİ KANIK

Yüzyılın Harikalarından (Mısır Çarşısı/Sahaflar Çarşısı)

Mısır Çarşısı

Mısırçarşısı nı bilmeyenimiz yoktur.Tarihin bizlere armağanı güzelim bir çarşı,Kapısından içeri adım attığınızda bir tarih karşılıyor sizi, cıvıl,cıvıl insanlarıyla Baharatçıları,Kuyumcuları,ve Hediyelik eşya satıcılarıyla adeta bir renk cümbüşünün içinde zamanda yolculuğa çıkıyorsunuz.Mısırçarşısının yüzölçümü olarak Kapalıçarşıdan daha küçük olmakla birlikte
özellıkle yabancı Turistlerin uğramadan geçmediği ilgi odağı mekanlardan biridir. Tıpkı Kapalıçarşıda olduğu gibi Mısırçarşısındada iki ana kapısı Eminönü ile Sultanhamam arasında bağlantı kurar.Yan kapıları ise Yenicami,Tahtakale,Mercan Yemişiskelesi ve Süpürgecilere çıkar.Son zamanlarda bazı Kuyumcu Dükkanlarının açılmış olması Mısırçarşısının özelliğini değiştirmez.Tarihi boyunca herderde deva olmuş kurutulmuş bitkilerin çeşit,çeşit otların ve yüzlerce tür baharatın buluştuğu dev bir pazardır burası.



Dünya doğal ürünlere yönelmeyi daha yeni yeni keşfederken Lokman Hekimler Yetiştiren Anadolu bitkilerin şifalı gücü Mısırçarşısı üzerinden yüzlerce yıldır dağıtmaktadır.Sanayileşmenin getirdiği ( Tat ) farklılaşmasını hazmedemiyenler için çiftlik yapımı veya köyçıkışlı peynirlerin pastırma türlerinin sucuk ve bakliyatın da sergilendiği Mısırçarşısı bu geleneksel özelliği kolay,kolay yitirmeye pekde niyetli görülmemektedir.




Sahaflar Çarşısı

Sahaflar çarşısı İstanbulun Osmanlı Döneminden bugüne kadar yaşayabilmiş en eski kitapçı çarşısıdır.Kapalıçarşının Fesçiler kapısı ile Beyazıt Camii arasında yer almaktadır.Osmanlı döneminde Medreselerin çevresinde Medrese öğrencilerinin ihtiyaçlarını karşılayan sahaf dükkanları bulunurdu.Kapalıçarşının inşaatı 1460 larda tamamlandiğında çarşıdaki Dükkanların birkısmı da Sahaflara tahsis edildi.Evliya Çelebiye göre Sahafların Kapalıçarşıda bulunduğu dönemde Kapalıçarşıda 50 kadar Sahaf Dükkanı vardı.Sahafların Kapalıçarşıdan çıkıp bugün bulundukları yere taşınmalarının sebebi 1894 teki büyük İstanbul Depreminde Kapalıçarşıda meydana gelen büyük hasardır.Depremden sonra Sahaflar Kapalıçarşıdan ayrılarak yavaş,yavaş bugünki Sahaflar Çarşısının bulunduğu o zaman Hakkaklar Çarşısı adıyla bilinen yere taşınmaya başladılar.Zamanla buradaki Sahafların sayısı çoğaldı.ve çarşı Sahaflar çarşısı olarak anılmaya başladı.




Sahaflar çarşısı 1950 yılında büyük bir yangın geçirdi.İstanbul Belediyesi yangından
sonra yanmayan Dükkanları da yıkarak çarşı yeniden inşa edildi.1952 de Sahaflar yeni
yapılan Dükkanlarına taşındılar.Başlangıçta tarihi eser niteliğinde olan el yazması,taş basma,ve eski harflerle yazılmış çeşitli kitapların ağırlıklı olarak satıldığı Sahaflar çarşısında Kitapçılar bugün daha çok Üniversite öğrencilerine ve Turistlere hitab eden kitaplar satmaktadır.Ancak bazı Dükkanlarda eski antika kitaplar da bulunmaktadır.


Çarşının Beyazıt Camii tarafındaki kapısından girişte ,Camekanlı bölümlerde eskı Matbaalardan kalma Taşbaskısı malzemesi sergilenmektedir.Çarşının ortasında birde İbrahim Müteferrika büstü bulunmaktadır.

Yüzyılın Harikalarından (KapalıÇarşı)

Dostlarım
Bu gün sizlere sunduğum Kapalıçarşı yazısı yarı nostalji yarı da hala yaşamakta olan bir çarşının hikayesidir. Kapalıçarşı nın temeli 1461 yılında atılmıştır.Dev ölçülü bir labirent gibi 30700 metrekare alanı kaplayan 60 kadar sokağı 3600 den fazla dükkana sahip kapalıçarşı aslında tek başına bir kent e bedeldir.Bir yandan yayıldığı muazzam alan,bir yandan içinde dükkanların sayısı ve çeşitliği ile dünyanın önde gelen merkezlerinden biridir.Doğal olarak bu görkemine birde tarihsel önemi ekleyecek olursak sanırız Kapalıçarşı nın konumunu bir nebzede olsa özetleyebiliriz.Nuruosmaniye ile Beyazıt ı bağlayan iki ana kapısı arasında büyük bir ana cadde ve bu Anacaddeye açılan irili ufaklı onlarca sokak Kapalıçarşı yı aslında onlarca kapı ile çevresine bağlamaktadır.Kapalıçarşı aynı zamanda dünyanın en büyük kuyum çarşısıdır.Dünyada bir eşi
daha bulunmayan el emeği göz nuru kuyumlar,çevresindeki hanlarda şekillenir ve çarşının
vitrinlerinde ziyaretçilerini bekler.Bir dönem göz kamaştıran Müzayedelerin yapıldığı Büyük
Bedesten ile yanı başındaki Sandal Bedesteni bugünlerde Halıcıların mekanı olmuştur.Sandal
Bedesteninin hemen gerisinde ise Bitpazarı olarak anılan 2. el ev eşyalarının satıldığı dükkanların sıralandığı galeri yer alır.Ve Türkiye Ekonomisine bile adını verdiği serbest piyasanın kalbinin attığı döviz piyasası yine Kapalıçarşı da doğmuş ve adı ile özdeşleşmiştir.



İşlemeli Tunikler,Mercan Kolyeler,ve Avize Küpeler,hemen hemen bütün Mağazaların Vitrinleri etnik modasından izler taşıyor. Kapalıçarşı görkemli tarihi,Rengarenk Mağazaları cıvıl,cıvıl Atmosferiyle herkesin gözdesi üstelık her gittiğinizde farklı bir mekan ya da muhteşem kumaşlar,Aksesuarlarla dolu bir Dükkan keşfedebilirsiniz.



Nuruosmaniye ile Beyazıtı bağlayan iki ana kapı arasındaki cadde ve bu ana caddeye açilan irili ufaklı sokaklarında ne ararsanız bulabilirsiniz.Yeterki biraz zaman ayırın.Rengarenk kumaşlarla bezeli Dükkanlar her türlü Aksesuarı bulabileceğiniz Kuyumcular,ve takıcılar,Kapalıçarşıdaki alışverişinizi daha da zevkli hale getiriyor.Alışveriş molanızda ister bol kepçe Restoranlarında karnınızı doyurabilir,ister yeni yeni açılan modern Kafelerde kahvenizi yudumlayabilirsiniz.

İstanbul un Fethinden sonra Fatih ten sonra Fatih Sultan Mehmet 1461 senesinde Trabzona sefere çıkarken Ayasofya ya yardım ve gelir getirsin diye kurduğu Cevahir ve Sandal Bedestenleri bugün ki Kapalıçarşı nın kurulmasının ilk adımıdır.Zaman içerisinde Bedestenlerin yanında kurulan Dükkanların yine zaman içerisinde yavaş,yavaş üstünün kapatılması ve çarşı haline gelmesi 1463-1465 yıllarına rastlar.

Kapalıçarşı bitişik 4 yanı ve yakın çevresi kendi içlerinde ayrı birer ünite olan hanlarla çevrilidir.Bu gün çarşıya doğrudan bağlı kalan yani sadece çarşıdan girilebilen ve dışarıya
kapısı olmayan Hanlar Astarcı Hanı,Büyük ve Küçük Safran Hanları,Evliya Hanı,Sarraf Hanı
Mercanağa Hanı,Zincirli Han,Varakçı Hanı,Rabia Hanı,Kuyumcular Hanı,Yarımtaş Hanıdır.
Yüzyıllar içinde birçok yangın ve Depremle hasar gören Kapalıçarşı ilk kez 1546 yılında daha sonra ise 1618-1652-1660-1695-1701-1750 yıllarında çıkan yangınlarda büyük hasar görmüş,ve tekrar onarılmıştır.Felaketlerden bir türlü yakasını kurtaramıyan bu muazzam çarşı
1766 tarihindeki depremle büyük hasar görür.Sonraki senelerde kısmi yangınlar geçiren
Kapalıçarşı 1894 yılında meydana gelen depremle yeniden büyük hasar görür.Son olarak
1954 Tarihinde yine yanan çarşının onarımı tam 5 yıl sürer.Kapalıçarşı ilk zamanlar doğal sistemlerle aydınlatılırdı.Sadece güneş ışığıyla aydınlatmanın seçilmesinin sebebi yangına karşı
alınan bir önlemdi.

Kapalıçarşı şekil yönünden pek düzenli olmasa da 47000 metrekarelik bir alanı kaplar.Üzeri kurşun kaplı ve pencereli yüzlerce kubbesi vardır.Kapalıçarşı nın ilk çekirdeği bugün eski bedesten adı verilen,Bizans çağından kalma bir yapıdır.Bu günkü Kapalıçarşı değerli eşya ve mücevher alıp satılan bölümleri ile Fatih Sultan Mehmet tarafından ,asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman çağında ahşap olarak yapıldı.Çeşitli deprem ve yangınlardan sonra birçok kez onarım gören Kapalıçarşıda 2 Lokanta 4399 Dükkan 2195 oda 497 dolap 12 Hazine 1 cami 10 Mescid 1 Hamam 19 Çeşme 8 Kuyu 24 Han 1 Mektep ve bir Türbe vardı.Kapalıçarşı daki sokaklara verilen isimler Dükkanlarda satılan mallara göre konulmuştu.İstanbul Ticaret Hayatının önemli bir Merkezi olan Kapalıçarşıda Fatih çağında yaptırılan Bedestende yer almaktadır.


Bir başka bölüm olan ve günümüzde içine Kapalıçarşının içinden Nuruosmaniye den girilebilen Sandal Bedesteni bir tür Osmanlı Çarşıları içinde kubbe sayısı en fazla olanıdır.Günümüzde Kapalıçarşı da 3600 işyeri var.Toplam 30000 kişi çalışıyor.Turizm sezonunda günlük ziyaretci sayısı 250000 - 400000 arası değişiyor.Türkiye Ekonomisine bile adını veren Serbes piyasanın kalbinin attığı, Döviz piyasası yine Kapalıçarşıda doğmuş,ve adı ile özdeşleşmiştir.



Kapalıçarşı da çok fazla turiste rastlarsınız.Bir yanda Japonlar,bir yanda İngilizler,bir yanda Alman lar biraz dikkatle incelerseniz Turistlerin Türkiye den en çok neler satın aldığını
anlayabilirsiniz.Genellikle cam ve Tekstil ürünlerinin satıldığı Dükkanlarda bir yoğunluk vardır.
Kapalıçarşıda dolaşmaktan ayaklarınıza kara sular inecek ve oturup bir şeyler içmek isterseniz bu sihirli dünyadan çıkmanıza gerek yok.Çünkü Kapalıçarşıda bir çok kahve var.Kahvelerde genellikle dişarıya atılmışküçük taburelerden oluşur.Taburelerin üzerine oturup,bir yanda Türk kahvelerini yudumlayıp,bir yandan da bu güzelliğin fotoğrafını çeken insanlarla karşılaşırsınız.
Kapalıçarşı kapılarından içeri adım attığınızda kendinizi Alice Harikalar Diyarında gibi hissedersiniz.



Fatih Sultan Mehmet İstanbul u aldıktan sonra Şehrin dahilindeki Çarşılar,Dükkanlar, Hanlar,Hamamlar,Evler ve Camiler yapılmasını emretmişti.Şarkta bez satmak için yapılmış
daha sonra her nevi kıymetli eşyanın alım satımına tahsis olunmuş,Kapalıçarşılara Bedesten denildi.Fatih Sultan Mehmet eski saray yanına yaptırdığı Bedesten sonraları eski Bedesten
iç Bedesten ,yahut Cevahir Bedesteni diye anılmaya başladı.Bunun ilerisinde yapılan ve yeni Bedesten denilen Kapalıçarşıda bir yolu pamuk,bir yolu ıpek le dokunan ve Sandal denilen bir nevi kumaş satışına tahsisinden dolayı Sandal Bedesteni ismini almıştı.Her iki Bedestende Fatih Devri inşa karakterleri hakimdir.


Her devirde hayatımızı aksettiren çarşı yabancı Seyyahların kitaplarında yabancı Ressamların fırçalarında binbirgece masalları gibi yaşatılmıştır.Kaybolmaya yüz tutmuş birçok mesleği kendisine has kültürüyle yaşatan Kapalıçarşı Dünyanın en eski,en büyük,ve en çeşitli üretimlerinin sergilendiği bir mekandır.Modern çağın gereklilikleri sonucu yapılan yeni Alışveriş Merkezlerinin Mimari ve kültürel dokusundandolayı etkiliyemediği Kapalıçarşı çok çeşitli ürünü birçok yerden daha ucuza sergilemektedir.Ve yazımızı ( Hikayemizi ) Büyük Şair Orhan Veli Kanık ın bir şiirini okuyarak bitirelim.

KAPALIÇARŞI
Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin
Sandık odalarında
Seninde Dükkanın öyle kokar işte
Ablamı tanımazsın
Hürriyette gelin olacaktı yaşasaydı
Bu teller onun telleri
Bu duvak onun duvağı işte
Ya bu Camekandaki kadınlar
Bu mavi,mavi
Bu yeşil fistanlı
Geceleri de ayaktamı dururlar böyle
Ya bu pembezar gömlek
Onun da bir hikayesi yok mu
Kapalıçarşı deyip geçme
Kapalıçarşı
kapalı kutu,