13 Nisan 2008 Pazar

Mevlana Celaleddin-i Rumi (Mevlevilik)

Dereden Tepenin kıymetli Dostları Bugün size Mevlana ve Mevlevilik hakkında malumat vermek istiyorum.Tasavvuf Düşüncesinin öncülerinden olan Mevlana nın ( 1207 - 1273 ) asıl adı Muhammed Celaleddin dir.Anadoluya geldikten sonra Celaleddin Rumi ( Arapların eski dönemlerde Anadoluya Roma ülkesi anlamında verdikleri ad ) ünlendikten sonra da Mevlana ( Efendimiz ) sanlarıyla anılmıştır. Mevlana o zamanlar Harzemşahların yönetiminde bulunan Belh te ( Bugün Afganistanda) doğdu.Babası Bahaeddin Veled Sultanü-l Ulema (Bilginler sultanı ) olarak anılan ünlü bir bilgin ve Mutasavvıftı. Bahaeddin Veled 1218 de Moğol akınları yüzünden karışıklık içine düşen Belh ten ayrılarak İrana doğru yola çıktı.Bir süre çeşitli İran kentlerinde kaldı.Mekkeye giderek Hacı oldu.Daha sonra Bağdat üzerinden Anadoluya geldi.Bir süre Karamanda oturan Bahaeddin Veled 1228 de Konya ya geçerek burada Müderrisliğe başladı.Bu sırada Anadolu Selçuklularının tahtında I Alaeddin Keykubad ( 1220 - 37 ) bulunuyordu.Başkent Konya da en parlak dönemini yaşıyordu. 1218 - 28 arasındaki 10 yıllık yolculuğunda hep babasının yanında bulunan Mevlana din ve tasavvuf alanındaki temel bilgileri ondan öğrendi. Bahaeddin Veled 1231 de ölünce Müderrislik Mevlanaya verildi. 1232 de Konya ya gelen babasının eski öğrencilerinden Burhaneddin Muhakkikin tasavvuftan,bu alanda ortaya yeni çıkan düşüncelerden akımlardan söz etmesi Mevlanayı etkiledi.


Bu arada büyük tasavvuf düşünürü Muhyiddin Arabi nin en yakın izleyicisi Sadreddin Konevi den de çok şey öğrendi. Ama asıl 1244 te Konya ya gelen İranlı Mutasavvıf Şems-i Tebrizi ile tanışması Mevlana yı bütünüyle tasavvufa yöneltti. Şems-i Tebrizinin 1247 de ortadan kaybolmasından sonra Müderrisliği bırakan içine kapanan Mevlana şiir yazmaya koyuldu.İlk büyük yapıtı olan altı ciltlik Divan-ı Kebiri yazdı.Bu arada 1243 Kösedağ savaşı yenilgisinden sonra Anadolu Moğol istilasına uğramış halk ekonomik yönden çöküntüye uğramış,inanç ve değerler düzeni de sarsılmıştı.İşte böyle bir ortamda tasavvuf düşüncesi etkili olmaya başladı.Hacı Bektaş Veli nin Yunus Emre nin Mevlananın düşünceleri giderek artan sayıda yandaş topladı.Mevlana nın düşünceleri özellikle Selahaddin Zerkub ( Kuyumcu ) ve ahi babası
Hüsameddin Çelebi tarafından yayıldı.Mevlana Hüsameddin Çelebinin isteği üzerine öğretisini ünlü yapıtı Mesnevi de açıkladı.Yaklaşık 26 bin beyitten oluşan,alegori ve fıkraların da yer aldığı Mesnevi Anadoluda gelişen tasavvuf düşüncesinin en görkemli yapıtlarından biridir.




Mesnevi yi bitirdikten kısa bir süre sonra Konyada ölen Mevlana nın sohbetleri yakın dostları tarafından Fih ma Fih derlenmiş,mektupları ve Rubaileri de sonradan bir araya getirilmiştir.Mevlana bütün yapıtlarını o dönemde Anadoluda kültür dili olarak kullanılan farsca yazmıştır.Düşünceleri oğlu Sultan Veled in temelini attığı Mevlevilik tarikati yoluyla yüzyıllar boyu canlı biçimde yaşamıştır.Felsefesinin veciz sözlerinden birkaçını burada derc edelim.




Gel,gel ne olursan ol yine gel,
İster kafir,ister mecuzi,ister puta tapan ol yine gel,Bizim dergahımız,ümitsizlik dergahı değildir.
yüz kere tövbeni bozmuş olsanda yine gel .Ölümümüzden sonra Mezarımızı yerde aramayınız
Bizim Mezarımız Ariflerin Gönüllerindedir. Güneş olmak altın ışıklar halinde ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim,Gece esen ve suçsuzların ahına karışan yüz rüzgarı olmak isterdim. Aklın varsa bir başka akılla dost olda işlerini danışarak yap. Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz.Şu tertemiz tarlaya başka tohum ekmeyiz biz. Hayatı sen aldıktan sonra ölmek,Şeker gibi tatlı şeydir,seninle olduktan sonra ölüm,Tatlı candan daha tatlıdır,insan vardır değerlidir dertler içinde,insan vardır,hayır yok dünyaya gelişinde ,Ne büyük yanılgı ne büyük aldanıştır,( İnsan ) diye anılmasının her ikisinde. Bedenimiz tıpkı değirmene benziyor,o değirmen ki,Aşktan akan sudan döner,Kötü havalarda insan dosta aç olur.Biraraya gelse ,dost dosta ilaç olur.Bahçede güller tek tek birşeye benzemez,öbek öbek olunca ,Bahara taç olur. Aşk yüreğinde köpük köpük kan döner köpük değil o ,köpük üstünde can döner. Sevgide güneş gibi ol.Dostluk ve Kardeşlikte akarsu gibi ol.Hataları örtmede gece gibi ol. Tevazuda toprak gibi ol. Öfkede ölü gibi ol.Her ne olursan ol Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.




MEVLEVİLİK : Özünü Mevlana nın düşüncelerinden alan Mevlevilik Anadoluda Doğmuş en eski tarikatlardandır.Mevlana sağlığında kendisine bağlı olanların bir tarikat içinde örgütlenmemiş,yalnızca belirli kurallar koymuş,davranış biçimleri öğütlemişti.Mevleviliğin kurucusu sayılan Mevlana nın oğlu Sultan Veled ( 1226 - 1312 ) babasına bağlı olanların dağılmasını önlemek amacıyla Türbesinin yanında bir dergah kurmuş,çeşitli yerlere halifeler göndererek,kitaplar yazarak,Mevlana nın düşüncelerini açıklamaya ve yaymaya çalışmıştır.Sultan Veledden sonra Konya daki dergahın başına Mevlana soyundan gelen birinin geçmeye başlamasıylada tarikat geleneği oluşmuştur.Ama Mevlevilik öbür tarikatler gibi tekkeler biçiminde örgütlenmesi,ayrı bir giyim kuşam tarzına törene sahip olması 15 nci yüzyılda gerçekleşmiştir.Genellikle Mevlevihane denen Mevlevi tekkeleri Şeyhlerin ve Dervişlerin birlikte yaşadıkları ,her birinin ayrı ayrı işlevi olan çeşitli bölümlerden oluşur.En önemli bölüm tarikata özgü törenin yapıldığı semahanedir.Mevleviliğin dinsel töreni olan sema müzik eşliğinde yapılan bir tür danstır.




Mevlana nın sağlığında hiçbir kuralı olmayan sema,sonradan özel giysilerle yapılan ,ayrıntılı kuralları olan bir töre biçimini almıştır.Semaya eşlik eden ve Mevlevi ayini denen sözlü müzik yapıtlarıda Mevlananın Mesnevisinden seçilmiş bölümlerin bestelenmesiyle oluşturulmuştur.Mevleviliğe giren kişi belli bir süre tekkede hizmet ettikten sonra derviş olur.Dervişlikten sonraki aşama Dedeliktir.Onun üstünde de Şeyhlik bulunur.Şeyhler başında bulundukları tekkeyi çelebi olarak anılan Konyada ki Merkez dergahın Şeyhine bağlı olarak yönetirlerdi.Tekkelerin giderleride öbür tarikatlerde olduğu gibi vakıflar yoluyla karşılanırdı.Osmanlı döneminde Anadoluda Rumelide,ve Suriye,İrak ,Mısır gibi Arap ülkelerinde yaygınlık kazanan Mevlevilik,Türkiyede öbür Tarikatlerle birlikte 1925 ta yasaklandı.Ama ertesi yıl Konyadaki Mevlana Türbesi ve Dergahı müze olarak ziyarete açıldı.İstanbuldaki Galata Mevlevihanesi de onarılarak 1975 te Divan Edebiyatı Müzesi yapıldı.Günümüzde Mevlananın ölüm yıl döneminde bir hafta süreyle ( 7 -14 Aralık ) Konyada ve çeşitli yerlerdeki Festivallerde sema gösterileri de sunulmaktadır.



Mevlana nın eserlerinden olan Fihi ma Fih Büyük hakim,Öz insan, Mevlana Celaleddinin sohbetlerinden meydana gelmiş bir kitaptır.Mevlana kendisini ziyarete gelen yahut kimi zaman ziyaretine gittiği kişilerle konuşurken,sorularına cevap verirken,yeri geldikçe ayetleri ,Tefsir,Hadisleri şerh ederken o mecliste bulunanlardan biri,belkide birkaçı, sözlerini zaptetmişler,herhalde sonradan bu zaptedilen parçalar karşılaştırılmış,belki de kendisine gönderilip düzeltilmiş,en sonunda temize çekilmiş böylece bir kitap meydana gelmiştir.
Ve yazımıza son verirken Mesneviden size Dizeler Sunuyorum, Şen ve Esen Kalınız.




Sır ancak sırrı bilenle eşittir,sır onu inkar edenin kulağına söylenmez. Köpekler havladı diye,
Kervan yoldan kalmaz. Leş bize kötüdür pistir,Ama Domuz ve Köpek için Şekerdir. Renklerin aslı renksizlik,Savaşların aslı barıştır. İyilik arayanda Kötülük olmaz. Sperm erkek bedenin de kaldı mı kokuşur,ve pis kalır,Ama candan bir eşe ulaştımı hayat olur cıvıl cıvıl bir candır.
Gül dalı nerede yeşerirse yeşersin güldür,Şarap küpü nereye konsa konsun şaraptır,Gül mezbelelikte bitmekle kötü olmaz,Şarap altın tasa konmakla helal olmaz. Ölünce değilmi ki çenen bağlanacak,o halde çeneni az oynat. Dünya pazarının sermayesi altındır,öte Alemin sermayesi
ise aşk ve ıslak iki göz. Söz dinleyene göre söylenir,Terzi elbiseyi bedene göre biçer. Varlık
elde etmek için yokluk gerek. Her Dükkanın ayrı bir sanatı ve karı vardır. Gülmek ağlamada
gizlidir,Zevk gamda gizlidir. Gayba haberlerini dinleyen Peygamber,kulağı olmasa Vahiy gelmezdi. Her sevgili aşığından haberdardır,Aşık olmuşsan Allah senden haberdardır. Adalet
layığını yerine koymaktır. Külahın yeri baş,Ayakkabının yeri ayaktır. Cömertlik sebepsiz sorgusuz vermektir. Doğru var olmasa,yalan olur mu?. - Kardeş elini duadan ayırma,Kabul edilmiş edilmemiş sana ne,sen duaya devam et.



Ve en son olarak,Yaşamını Hamdım,Piştim,Yandım sözleriyle özetleyen Mevlana 17 Aralık
1273 Pazar günü hakkın rahmetine kavuştu. Mevlananın cenaze namazını Mevlananın vasiyeti
üzerine Sadreddin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlanayı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlananın cenaze namazını Kadı Seraceddin kıldırdı.Mevlana ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu.O öldüğü zaman sevdiğine yani Allahına kavuşacaktı.Onun için Mevlana ölüm gününe düğün günü,veya
gelin gecesi manasına gelen Şeb-i Arus diyordu.ve dostlarına ölümünün ardından Ah,ah,vah
vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu. Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız,Bizim Mezarımız Ariflerin Gönüllerindedir.




BEN BENDE DEĞİL
Ben bende değil, sende de hemsen, hem ben
Ben hem benimim, hemde senin, sende benim
Bir öyle garip hale bugün geldim ki
Sen benimsin,bilmiyorum ben mi senin.


3 Nisan 2008 Perşembe

Osmanlı İmparatorluğu'nda Harem

Sevgili Dereden Tepenin kıymetli Dostları bu gün gelin gine nostaljik takılalım.17 yy Avrupalı yazarlarının hayal ederek fantazik yazılarıyla Osmanlı Haremini ne kadar kötülediklerini
fakat aslının ne kadar başka olduğunu sizlere dilimin döndüğü kadarıyla anlatmak istiyorum.






OSMANLIDA HAREM : Osmanlı Devlet Teşkilatında Harem-i Hümayun tabir,i hem harem,
hem de Enderunu içine alır.Enderun Padişahı ,Saray ve Devlet Hizmetlerinde bulunacak erkeklerin ,Harem ile İkametgah görevinin yanında kadınların yetiştirilmesi için bir eğitim Müessesesidir.Bu bakımdan hareme yüksek dereceli kadınlar Akademisi de denilebilir.Burada
en alt kademe olan Cariyelikten ustalığa kadar terfi sistemi bulunmaktadır.Haremin bu son
derece çarpıcı ve ilgi çekici yönü ne yazık ki,hep geri plana itilmiş ve yeterince değerlendirilememiştir.Buna karşılık harem hayatının gizliliği ve mahrumiyeti herkese malum olduğu halde özellikle batılı yazarlar tarafından hiç bilinmeyeni en bilinen kısmıymış gibi harem hakkında anlatılanlar basit ilişkiler üzerine kurulmuştur.Buradaki bilgilerle senaryolanan çeşitli film Roman ve Tiyatrolarda da maalesef çok geniş bir teşkilata sahip bulunan haremin asıl fonksiyonu göz ardı edilmiş,oysa son yıllarda harem üzerine yapılan yerli ve yabancı bilim adamlarının yaptıkları çalışmalar,OsmanlıSarayının harem bölümünün Padişahın evi ıkametgahı olmasının yanısıra dünyada eşi benzeri görülmeyen bir mektep hüviyetinde olduğunu gözler önüne sermektedir.



HAREM AĞALARI : Osmanlı da Harem Ağaları siyahi ( Arap Zenci ) kişilerdi. Osmanlı da
özellikle küçük yaştaki Araplar kaçırılarak hadım edilir,ve Hareme kapatılıp yetiştirilirdi.Osmanlılara Mısır Valilerinin gönderdiği en gözde hediyeler hadımlaştırılan harem ağalarıdır.Harem Ağaları haremdeki kızlardan ve haremin işleyişinden sorumluydular.Harem Ağalarının siyahi olmasının sebebi,eğer haremde bir çocuk dünyaya gelirse rengiyle babasını eleversin diyeydi.Harem Ağalarının organları çok küçükken burulurdu.ve daha sonra kesilerek
işe yaramaz hale getirilirdi.Buna hadım edilmek denirdi.Adlarına Ağa denilmişti,fakat aslında erkek bile değillerdi.Sevinsin garipler diye Ağa denilirdi.





Saraya çeşitli yollarla ( Esir alınarak veya satın alınarak ) alınan kadın köleler yeni Cariyeler ( Acemi ) statüsü ile saraya girerler,Bunların Padişahla görüşebilmesi mümkün değildir.
Öncelikle Padişahla karşılaşabilecek ,konuşabilecek bir eğitime tabi tutulmaları gerekmektedir.Eğer bunların içinden gerek zekası,gerek güzelliği ve kabiliyetleri ile dikkati çeken birisi olursa bunlar daha özel bir eğitime tabi tutulurlar ki saraydaki500-600 Cariyenin ancak % 10 u bu guruba girebilir.Bu % 10 un içinden onların yetiştiren Kalfalar ve Valide Sultanın özel hizmetlisi kurumundadır.Eğer has odalık olarak ayrılan cariyeler Padişahın dikkatini çekmeyi başarabilirlerse yani Padişahla Karı-Koca hayatı yaşarsa ikbal mertebesine yükselir.Genelliklede ikballer Padişahın çocuğunu doğurduğunda,Kadınefendi olurlardı.Bunun
bir üst mertebesi Kadın efendinin Valide sultan olmasıdır.Ki o da ancak doğurduğu çocuk tahta çıkarsa mümkündür.




PADİŞAHLAR VE ANNELER : Padişahların Validelerine karşı son derecede hürmetkar
davranmaları onların Saraydaki hüküm ve nufuslarını dahada arttırmıştır.Bunda muhakkak ki ,İslamiyetin Ana hakkı konusundaki müessir prensiplerinin büyük rolü olmuştur.(Cennet
Anaların ayağı altındadır,Ana Babaya iyilik etmek nafile namaz oruç ve hac faziletlerinden
daha faziletlidir.Allahu Teala nın rızası Ana ve Babanın rızasındadır.) vb.Hadisi şerifler Ana
Babaya gösterilecek hizmet ve hürmeti açık bir biçimde ifade etmektedir. Nitekim Fatih
Sultan Mehmet kendisini yetiştiren ve Hıristiyanlık dininde kalmaya devam eden üvey Annesi Mara ya geniş bağışlarda ve temliklerde bulunmuştur. Yine ona ölünceye kadar halini hatırını sormaya ve iyiliklerde bulunmaya devam etmiştir.



Kanuni Sultan Süleyman Annesi Hafsa Sultanı çok sever,bir dediğini iki etmezdi.Hayırları ve iyi kalpliliğiyle ün kazanan Hafsa Sultanın Manisa da Camii,İmaret,Mektep,ve hangahı vardır.III Murad Validesi Nurbanu Sultanın ölümünde matem elbisesiyle cenazeyi takip ile fatih camiine kadar gelmiş,orada namazını kıldıktan sonra Sarayına dönerek ruhu için sadakalar dağıtmıştır.III ncü Mehmet Han da Babası gibi Validesine çok riayet gösterirdi. IV Mehmedin Annesi Turhan Sultana III Selim Hanın da Mihrişah Sultana karşı hürmet ve tazimleri pek fazla idi.Bunun neticesi olarak Valide Sultanların Saraydaki hüküm ve Nufusları dahada artmıştır.Bu durum bazı Valide Sultanların Devlet işlerine de karişmalarına da yol açmıştır.Ancak istisnai olarak görülen bu çeşit olayların daha çok çocuk yaşta tahta çıkan Padişahlar döneminde olduğu gözden kaçırılmamalıdır.






PADİŞAH KIZLARI SULTANLAR : Sultan tabiri Osmanlı Padişahlarının erkek evlatlarına
Kızlarına Padişah Validelerine hatta Ailelerine kadar teşmil edilmiştir.Bu ünvanın Padişahların erkek çocuklarında ismin evveline,Kızlarında ise ismin sonuna gelmesi adet olmuştu.Sultan Selim,Sultan Ahmed,Ayşe Sultan,Fatma Sultan,vs.gibi. Sultan tabiri yalnız olarak kullanılırsa Padişahın kız çocukları kastedilmiş olurdu.Sultanların kız çocuklarına ise Hanım Sultan denir.Sultan doğar doğmaz ilk olarak Darüssade Ağasına haber verilirdi.Ağa oda lalası vasıtasiyle Silahtar Ağaya müjdeli haberi gönderir o da Padişahın bir kız çocuğu olduğunu saraya ilan ederdi.Bu haber üzerine Enderunda bulunan her oda doğum şerefine üç kurban keserek Sultanın doğumunu kutlardı.Bu arada sarayın deniz kıyısında bulunan topla günde beş defa tekrarlanmak üzere üçerkez atış yaparlar.Böylece doğum halka ve Devlet ricaline duyurulurdu.Doğum haberini alan Sadrazam ertesi gün Divan Azalarıyla Saraya gelerek Padişahı tebrik ederdi. Ziyafete gelenlere türlü maddelerden yapılan nefis Şerbetler,Altın,Gümüş,ve Billur kaplarda ikram olunurdu.






Harem hakkında bu hakiki söylemlerin 17 yy da bazı batılı yazarların Haremin gizliliğinin yanı sıra Harem hakkında konuşanların da fantaziler üretmekten başka birşey yapmadıklarını gözlememek mümkündür.Yazımızın başındada söylediğimiz gibi Osmanlı da Harem Cariyelerin yetiştirilmesi için kurulmuş adeta bir eğitim Müessesesidir.Gerisi Batılı yazarlarının hayal mahsulü Fantazilerinden başka birşey değildir.

1 Nisan 2008 Salı

Osmanlı İstanbul'unun Meczupları (Pazarola Hasan Bey)

Asıl ismi Mehmet Hasan, Bu adamcağız aslında deli değil,Belki meczup bile değil, Ruh doktorlarının zeka özürlü dediği guruptan ,Bugünki tıpçılar Pazarolaya baksaydı,büyük bir ihtimalle onun mongoloid olduğunu söylerlerdi.Çünkü kafasının büyüklüğünden ve gözlerinin şeklinden böyle olduğu anlaşılıyor.Deliliğin bazı belirli emarelerini göstermekle beraber zararlı olan belirtilerini pek göstermiyor.Söyleneni anlıyor,söz dinliyor.Annesi ve Babası onu sokağa tek başına salabilecek kadar İstanbula ve kendi çocuklarına güvenebiliyorlar.1920 yılında bir araba kazası geçirene kadar sokaklarda tek başına rahat rahat dolaşırmış.Kazadan sonra ise iki yıl kadar eve kapanmış,ve bir süre sonrada ölmüş. Pazarolanın,çelimsiz,zayıf,hastalıklı ve hatta cüce denebilecek kadar küçük bedeni buna karşılık oldukça büyük heybetli bir başı vardı.Başının üzerinde Maşallah Hasan Bey yazan Abalı bir sarık bulunurdu.


Sarığın bir kenarında kimi zaman bir karanfil,kimi zaman bir gül dururdu.Pazarola Hasan Beyi birçoğu derviş olarak tanımlardı.Zaten onun da İstanbulda girmediği türbe bilmediği tekke
yoktu.Bir gazeteciye Rufai tarikatından olduğunu bile söylemişti.Halkın büyük çoğunluğu kafasının büyüklüğünden dolayı onun zeki olduğuna inanırdı.Pazarola Hasan Bey hiçbir yerden geliri olmadığı halde kimseden para almaz,ancak cebine gizlice konan paraları geri çevirmezdi.Esnaf onu uğurlu saydığı için yemek yemeye veya kahve içmeye davet eder,ve krallar gibi ağırlardı.o ise hiç konuşmaz ,kahvesini içtikten sonra dükkandan hemen çıkar,karşısına çıkanları mesleğine göre Pazarola Berberbaşı, Pazarola Kasapbaşı, diyerek selamlayıp yoluna devam ederdi.Sokaklarda gezinirken bile yanından kalabalık eksik olmazdı.



Pazarola,Herkese bir baş takarak hitab edermiş,çünki ona göre herkes bir şeyin başıymış.Pazarola işlerin açık olsun anlamına gelen ve 19 ncu yy da çok kullanılan bir esnaf sözüdür.Hasan Beyi ilginç kılan şey şudur = İstanbulun bütün dinlerinden insanlar bu adamcağızın kendisine ( Pazarola ) demesini bir uğur sayıyor,Bu adamda esnafa pazarola diyerek aslında kendisine sevgi dileniyor.Çünkü insanlara Pazarola dedikçe iyi davranılacağını,kahve ikram edileceğini ,sigara sarılacağını cebine para konulacağını far etmiş,ama bir süre sonra onun Pazarola dediği esnaf o kadar uğruna inanmaya ve onu para kaynağı olarak görmeye başlamış ki şan şöhret almış başını yürümüş.Herkes Pazarola Hasan Bey geçerken onlarada Pazarola desin diye,hertürlü şaklabanlığı yapmaya başlamış.Bu noktada İstanbulun yaşıyanları mı deli ? yoksa Pazarola Hasan Bey mi deli? o ayrıca tartışılır.



Kızlar tenhada onu yakalayıp yaşmaklarını açıp kendilerini gösteriyor,eğer Pazarola derse yakın zamanda koca bulacaklarına inanıyorlar.Her namazı başka bir camide kılıyor,Cemaat onun
aralarında namaz kılmasının kendi namazlarını daha da makbul kıldığını düşünüyorlar. Neticede
Padişahının bile ismini bilmeyen birçok insan onun ismini bilir,o ilahi aşka eren Pazarola Hasan
Beydir.Şimdi gelin bu yazıyı hoş bir Bektaşi hikayesiyle tamamlıyalım:


Efendim,Adamın birinin çocuğu olmuş.Çocuk Hikmet-i Hüda eğri büğrü kambur,Çolak ,ağzı bir
yanda burnu bir yanda,evlere şenlik bir Ucube-i Hilkat ( Bir acaip yaratık ) Adamcağız göstermedik Hekim,okutmadık hoca bırakmamış.Fakat nafile çare yok.Çocuk yine eğri,büğrü.Adam çaresiz dolaşıp durur.kimi görse derdini döker,medet umar.Birgün adamın biri yahu der,çocuğu bir kerede falan yerdeki Bektaşi Babasına götür,olur da nefesi iyi gelir,der.Adam çaresiz,almış çocuğu o falan yerdeki Bektaşi Babasına varmış. Baba demiş ne olursa sende olur şu masuma bir nefes ediver.Bektaşi Babası bakmış,şöyle bir çoğu evirmiş çevirmiş,Evlat demiş,Sen bu çocuğu falan yerdeki falan zatın türbesine götür.Türbenin duvarına bir iyice işet.Adam Bektaşi Babasının lafını kesmiş, Aman Baba demiş,Evliya Türbesibe işenir mi ? Hafazanallah insan çarpılır,Bektaşi Babası sinsice gülmüş,iyi ya evlat demiş,Sağlam insan çarpılırsa bu oğlancıkda düzelir.Sizlere iyi günlerde,Aklınıza mukayyet olmanızı diler,Hoşça kalın derim...