19 Şubat 2013 Salı

Mısır Sanatı


Eski Mısır uygarlığından günümüze kalan belgeler arasında,temel düzenine ve geleneklerine sıkıca bağlı kalmış olan Mısır Sanatı ile ilgili olanlar büyük bir yer tutar. Özellikle insan resimlerinde görüldüğü gibi,Mısır sanatında,herşeyi olduğu gibi değil de olması gerektiği gibi gösterme eğilimi vardır. Resimde perspektif kullanılmamış,buna karşılık kişilerin önemlerine göre hacimleri büyültülmüştür.


Eski Mısır'da kral ve yüksek memurların mezarları olan anıtlar (Mestaba) adı verilirdi.Bunlar,çiğ tuğladan yapılmış,hazinenin ve mezarın yerleştirildiği bir yeraltı bölümüyle Heykellerin konulduğu dörtgen biçimli bir üst bölümden meydana gelirlerdi. Bu dönem heykelciliğinden zamanımıza pek birşey kalmamıştır. III.Sülale zamanında taşın geniş ölçüde kullanılması mimarlığa yenilik getirmiştir. Bu dönemin en önemli yapısı,Mısır sanatınında en güzel örneklerinden biri olan zoser mezarıdır.Büyük bir ustalıkla meydana getirilmiş olan bu eser mestaba planına göre yapılmış olup,yeraltı bölümündeki bir odaya da  kralın heykeli yerleştirilmiştir.


M.Ö.2620 Yıllarında mimarlıkta geometrik bütünlük ilkesi benimsenmiştir.Keops,Kefren ve Mikerinos'un mezarlarının bulunduğu piramitler bu dönemde yapılmışlardır. Cilalı duvarlarla çevrili mezarların içinde tapınak olarak kullanılan odalar vardır. Asıl mezar bölümü ise ölü gömüldükten sonra temelli olarak kapatılırdı.İç duvardaki boyalı kabartmalarda ölenin ve hizmetçilerinin günlük yaşayışları canlandırılırdı. V. ve VI.Sülale dönemlerinde yeni tanrılar için yapılan tapınaklar, en önemli yeri dikilitaşların tuttuğu yeni eserlerin kurulmasını gerektirmiştir.Piramitler daha küçük yapılmaya başlanmış ve içlerine uzun dini yazılar kazılmıştır.


Siyasi durumun değişmesiyle birlikte daha özgür ve canlı akımlar gelişerek eski şekilleri değiştirmişlerdir. Yöneticilerin baskısı altındaki taşra bölgelerinden gelen bu yeni akım sanatta birlik ve geleneği bozmuştur. Fakat XI.Sülalenin tebli kralları yaptıkları savaşlarla ülkede birlik kurulmasını sağlamışlar ve klasik şekillere dönülmüştür. Karnak,Medinet,Medi ve Deir El-bahrideki tapınaklarbu dönemin sayıları az olan yapıtlarına örnektir.Yeni Krallık devrinde üç önemli dönem görülür. İlki XVIII.Sülale devrinin başlangıç yıllarına rastlar. Önceleri görülen ince ve zevkli şekiller sonradan yapmacık bir sanata dönüşmüştür.


Amarna mezhebiyle başlıyan ikinci dönemde Amenofis IV.ün yeni özgürlük ve doğruluk ilkeleri egemen olmuştur.XVIII.Sülalenin sonlarında başlıyan üçüncü dönemde ise,Amon diline dönülmüş ve büyük boyutlu eserlere önem verilmiştir. Mimarlığa da yeni kurallar konulmuştur. Bu dönemin bir özelliği eski tapınakların sürekli eklerle büyütülmesidir.Böyle genişletilen tapınakların en ünlüsü Karnak'taki Amon tapınağıdır. Her Firavun burada bir iz bırakmak amacıyla bazı bölümleri yıkmış ya da yeni bölümler eklemiş sonunda da yapının birliği bozulmuştur.


Abidos'ta bulunan Seti-I ve Teb'deki Ramses II  ve III.Tapınaklarıda önemlidir.Ramse II nin büyük anıtlara düşkünlüğüMısır sınırlarını aşmış özellikle Nubya'da dağı oyarak yaptırdığı Abu Simbel tapınağında kendini göstermiştir. Mezhep ayrılığından sonraki tepki döneminde geleneksel biçimlere dönülmekle birlikte Amarna döneminin izleri silinmemiştir.M.Ö.750 Yıllarında,Habeş asıllı olan XXV. Sülale,klasik geleneğe sıkıca bağlanmış Eski ve orta Krallıkların biçim birliğini sağlamlığını geri getirmiş,hantal gövdeli,büyük yuvarlak kafalı heykeller ve portreler yapılmıştır.


XXVI.Sülaleyle eskiye olan özlem artmış, Neo-klasik eserlerde teknik ustalık yaratıcı güçten daha önemli olmuştur.Bu dönem mimarlık eserleri çoğunlukla delta bölgesinde bulunduğundan toprak ekildikçe yok olmuşlardır.Kabartma ve resimde de eskiye özenti görülür. bunun sonucu,sanatcı eski mezar süslemelerini aynen kopya etmekte ve çağında artık anlamı kalmayan biçimde kullanılmaktaydı.Helenistik dönemde Yunanlılar kültürlerini  Mısır Kültürüne karıştırmadan olduğu gibi korumuşlar, Buna karşılık Mısır sanatı da değişmeden kalmıştır.Mısır ve Roma uygarlıkları arasındaki bağda yüzeyde kalmakla birlikte Taş büsler,Boyalı tahtadan mezar heykelleri ve alçı maskelere bakılarak iki geleneğin bir dereceye kadar kaynaştığı ileri sürülebilmektedir.

13 Şubat 2013 Çarşamba

İspanyol Sanatı


Bugüne kadar İspanya topraklarına egemen olan Uluslar uygarlıklarını öncelikle Mimarlık yapıtlarıyla belgelemiş olmakla birlikte bu yapıtların pek azı günümüze kadar kalabilmiştir. Sözgelimi Vizigotlar zamanında ve Hıristanlığın ilk dönemlerinden çok az şey kalmıştır. Roma Mimarlık yapıtlarının  kalıntıları ise, özellikle Güney İspanya'da çoktur.Müslümanların İspanya'da bıraktıkları yapıtların en önemlisi ise ünlü Cordoba (Kurtuba) camiidir.


1236 yılında kilise haline getirilen bu cami Cordoba'da yapılan camilerin en büyüğü,en güzeliydi. Bu caminin yapıldığı dönemi izleyen Magrip sanatı döneminin en önemli yapıtıda Sevilla'da bulunan Giralda camiidir. XII.Yüzyılda yapılmış olan bu caminin özelliği pembe tuğlayla kafes biçiminde örülmüş olmasıdır. Müslümanların Granada'da (Gırnata) yaptıkları Elhamra sarayı da büyük bir sanat yapıtıdır. Elhamra sarayı 1232 ile 1408 yılları arasında yapılmıştır.


Arap etkisinin XI.Yüzyılda azalmaya başlamasından sonra Hristiyan sanatı gelişir. Santiago de Compostela ile Salamanca şehirlerinde bu dönemden kalma Katedraller bulunmaktadır. XIII.Yüzyılda gelişmeye başlayan gotik üslubun en güzel örnekleri ise Toledo,Barcelona,ve Burgos şehirlerindedir. XIV.Yüzyıl İspanyol gotik yapıları ön cekilere oranla daha da süslüdür. Bunda Müslümanlardan kalan yapıtların etkisi büyüktür.Bu çok süslü Mimarlık biçimi Rönesansın ilk yıllarında hem kiliselerde,hemde konutlarda dikkatiçeker.Rönesansın ikinci evresinde ise daha sert ve daha sade biçimler kullanılmıştır.XVI.XVII.Yüzyıl yapılarında her iki üsluba da rastlanır.


Barok üslubun en önemli Mimarları Jose Churriguera ile öğrencileri olan Pedro de Ribera ve Narcisotome'dir.XVIII.Yüzyılın ikinci yarısı ile XIX.Yüzyılda ise önce klasik,bir dereceye kadar da neo-klasik mimarlık üsluplarının egemen oldukları görülür.Eskiden kalma kabartma ve heykellerde İspanya'dan gelip bgeçmiş bütün Ulusların izlerini görmek mümkündür.Buna örnek olarak San Pedro de la Nave'nin oymaları gösterilebilir. Bu kilisenin süslemelerinde de Vizigot sanatından Roma,Arap hatta Bizans sanatlarına kadar çeşitli sanatların izleri vardır. Cataluna'da da Araplardan önceki dönemlerden kalma ilginç tahta ve taş oymalar vardır.


Ortaçağdan İtalya'dan ve kuzey Avrupa Ülkelerinden gelen sanatçılar,İspanya'da yerleşmişler ve İspanyol sanatını etkilemişlerdir.Bu dış etkiler İspanyol sanatında bir yama gibi kalmamış İspanya'nın kendine özgü çizgileriyle iyice bağdaştırılmıştır. İspanyol resminin en eski örnekleri duvar resimleridir. Bunların en önemlileri San Quiera şehri ile Leon Bölgesindeki San İsidore şehrinin Santa Catalina kilisesinde bulunan Fresklerdir. Ayrıca Toledo ve Burgos şehirlerinde de yine Ortaçağdan kalma ilginç kilise süslemeleri ve oymalar vardır. XVI.Yüzyılda İspanyol sarayında İtalyan Rönesans resmi moda olmuş ve İtalya dan gelen sanatçılar ile İtalyan resmi İspanyayı iyice sarmıştır.


Bu dönemde Flaman sanatı da tutuluyor özellikle Hieronymus Bosh'un resimleri çok beğeniliyordu.İspanyanın yetiştirdiği ilk önemli Ressamlar Yunan asıllı El Greco Jose Rİibera,Francisco Zurbaran ve Luis de Morales'dir. XVII.Yüzyılın ünlü Ressamı Velasquez (1599-1660) ise yalnız yaşadığı dönemin değil Bütün İspanyol Resminin en büyük Ressamlarından biridir. XIX.Yüzyılda da Francisco Goya,gibi bir resim ustasını yetiştiren İspanyanın dünya resmine son armağanları ise Picasso,ile Salvador Dali olarak anılabilir.İspanyol Mimarlığının en önemli yapıtlarından biri olan Madrid dolaylarındaki Escorial Manastırı,Filip II.tarafından yaptırılmıştır.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Hint Sanatı


Hindistan topraklarının çok eski ve zengin olan sanat geçmişi birkaç döneme ayrılır.
a)Tarih başlangıç dönemi. Bülücistan vadilerinde yapılan kazılarda bulunan köy duvarı kalıntıları M.Ö.4000 Yıllarında bu bölgede toprağa bağlı bir uygarlığın gelişmiş olduğunu göstermektedir.
b) İkinci dönem M.Ö.3000 Yıllarında gelişmeğe başladığı anlaşılan bu uygarlık dönemi İndüs vadisinde yapılan kazılarda dolayları surlarla çevrili şehir kalıntıları bulunmasıyla ortaya çıkarılmıştır.


c) Veda dönemi M.Ö.1500-600 Yılları arasında yeralan bu dönem Hindistan'da Ari uygarlığının ilk basamağı olarak kabul edilmektedir.
d) İran Ahamenit uygarlığı etkisi dönemi.İskenderin İran-Hindistan seferiyle bu etkiye birde Yunan uygarlığı etkisi eklenmiştir.
e) Maurya öncesi dönem.M.Ö.VI-III Yüzyıllar arasında yer alan bu dönemde Hindistan'da çeşitli uygarlıkların bir arada yaşadığı görülmektedir.


f) Maurya dönemi M.Ö.III-II Yüzyıllar arasında yer alan bu dönemde Mimarlıkta Budist tapınakları yapımı önemliydi.Heykeldeyse Maurya dönemi oymaları bugünün estetik ölçüleriyle bile olgun sayılabilecek bir düzeydedir.Bu dönem resminden pek az kalmıştır.
g) Kusana dönemi.M.S.I-III Yüzyıllara rastlıyan bu dönemde iki ayrı sanat akımı egemendir. Bunlardan Gandhara akımında Budist diniyle Yunan sanatının  birleştiği Mathura akımında ise İndus ve Ganj bölgelerinin yerel sanatlarının yansıdığı görülmektedir.
h) Amaravati üslubu II-IV Yüzyıllar arasında egemen olan bu uslup zaman bakımından Kusana dönemine girmektedir. Dekkan'da Krişna ırmağı bölgersinde doğmuştur.


 i) Gupta ve Gupta sonrası dönemi IV-VIIIYüzyıllar arasını kapsıyan bu dönemdeki yapılarda Budizm ve Brahmanizmin ortak etkileri görülmektedir.Bu dönemde yapılan büyük tapınak ve manastırlarla dinsel yapıda klasik sayılabilecek bir üsluba varılmıştır.İç süslemenin,oymaların ve kabartmaların sadeleştiği bu dönemin son eserinin Nepal,Tibet,Birmanya ve genellikle bütün güneydoğu Asya sanatları üzerindeki etkisi büyük olmuştur. j) Hint-İslam uygarlık dönemi VIII-XVI Yüzyıllar arasında yer alır.Hindistanda İslamlığın yayılması Hint sanatında derin bir sarsıntı meydana getirmiş,büyük  bir değişiklik yaratmıştır.


Tektanrılı bir din olan Islamiyetlene  Hindistan'ın geleneksel dinlerinin karma simgeciliği nede tanrısallığı değişik biçimlerde gösteren gelenekleri bağdaşabilmiştir.Birçok tapınak Camiye çevrilmiş böylece hem İslam hemde Hindu sanatlarının ögelerini taşıyan deşişik bir üslup doğmuştur.
k) Moğol sanatı dönemi.1527-1856 yılları arasında yer aldığı kabul edilin bu dönemde Mimarlıkta İran geleneğinin etkisi büyük olmuştur.
l) İngiliz egemenliği dönemi XVIII.Yüzyılda Hindistanın İngiliz egemenliğine girmesinden Cumhuriyetin ilan edildiği 1948 yılına kadar süren bu dönemde İngilizlerin halkın gelenekleri üzerinde büyük etkisi olmuştur.


Sanat alanında büyük eserler yaratılmaz olmuş Hint sanatı olarak küçük el işlerinden başka birşey kalmamıştır.Bağımsızlığın elde edilmesinden sonraki yıllarda eski Hint sanat geleneklerinin canlandırılması yönünde büyük çabalar harcanmaya başlanmıştır.XVII Yüzyıl eserlereinden olan tahta (Dört kollu Vişnu) Heykeli, Vişnu,Brahma ve sivay'la birlikte Hindu dininin üçlüsünü meydana getirir. Bu heykel Trivandrum'daki Gouvernment Museum'dadır.

6 Şubat 2013 Çarşamba

Roma Sanatı


Roma Sanatı asıl kaynağını Etrüsk sanatından almış olmakla birlikte,Yunan sanatının da etkisi altında kalmıştır. Böylece iki sanatın karışımından yeni bir sanat anlayışı doğmuştur.Roma Sanatında Mimarlık Yunan Mimarlığı gibi yalnız Tapınaklar,Heykeller,Tiyatrolar çerçevesinde kalmayıp,Şehircilikte de önem kazanmıştır.


Romalılar Mimarlıkta Yunan yapı düzeninden ve Etrüsk sanatındaki kubbe şeklinden yararlanarak büyük kubbeli yapılar meydana getirmişlerdir. Yapılarda kubbe ve binaların yüzlerinde düz taş kullanan Romalılar,duvarlarında yontulmamış taş,tuğla,çakıl kullanmışlardır.Ayrıca yapılarda (Roma çimentosu) denilen kum ve kireç karışımından oluşan bir çeşit harç kullanmışlardır.


Duvar örgüsünde dör köşe taşlar yerine petek şeklinde taşlar kullanarak ağırlığı dengeli olarak dağıtmışlardır. Zafer Takları,su kemerleri ve kemerli binalar Roma Mimarlığının en yaygın ürünleridir.Hamamlar,Mahkeme duruşmaları için yapılan üstü örtülü Bazilikalar,Halk eğlenceleri için yapılan Forumlar duvarlarda heykel yerleştirmek için üstü yarı kubbeli oyuklar ve kabartma süsler, Roma Mimarlığının özelliklerindendir.


Roma Sanatında görülen çanak çömlek süslemeciliği Etrüsk resminin bir devamıdır. Pompei'de yapılan kazılarda çıkarılan yapılar ve ev duvarları boydan boya bir ana renge  göre boyanmış fresklerle süslenmiştir. Resimde perspektif olmadığı için figürler gerçek büyüklüklerini korurlardı. Natürmort türünde resimler boşlukları doldurma ve süsleme amacıyla kullanılmıştır.


Roma sanatının gelişen başka bir dalı da Heykelciliktir.Özellikle büst yapımı çok gelişmiştir. Kabartmalarda insan anatomisi başarıyla belirtilmiştir. Bunun en güzel örneği M.Ö. II Yüzyılda yapılmış olan Romadaki Traianus forumunda bulunan ve imparatorluk savaşlarını kabartmalarla belirten ünlü Traianus sütunudur.

Mozaik


Renkli taş,cam yada seramik parçalarının alçıdan bir zemine yapıştırılarak kullanılmasıyla yapılan yere,duvar ya da tavan süsü.Mozaik olarak adlandırabilecek ilk örneklere Girit'te rastlanmaktadır.ama gerçek mozaikler ilk olarak Yunanistan'da Olynthus'da (M.Ö.V-IV Yüzyıllarda) Makedonya'da daha sonra da Pella'da,Atina'da ve Korent'te yapılmıştır. Romalılar mozaik sanatını geliştirerek İmparatorluk devrinde eşsiz örnekler vermişlerdir.Roma da San Pietro Katedralinin altında bu dönem,mozaik sanatının en güzel örneği bulunmaktadır.


Renkli mozaikler Roma İmparatorluğu zamanında o kadar moda olmuştu ki bütün evlerde mozaik vardı. Bizanslılar devrinde yaldız da kullanılıyordu.Romada Neron un Domus Aureasında da yaldızlı mozaik bulunmuştur. Mozaiklere daha çok yemek salonlarında rastlanmaktadır. Vitrivius ve plinius adlı Romalı yazarlara göre zemin üç tabakadan meydana gelmektedir.Bu tabakaların üstüne renkli parçalar sıralanarak resimler,geometrik biçimler yaratılmaktadır.


Asyada (Antakya'da) ve Afrikada kurulan çeşitli mozaik okullarında mitolojiden görünümlere kadar çeşitli konuları işleyen mozaikler yapılmıştır.Çağdaş hayattan alınma konulara da rastlanmaktadır.(Sicilyada Piazza Armerina'daki araba yarışlarını gösteren mozaikler gibi) Bu eserlerden Roma resmi ve mitolojisi hakkında çok şey öğrenmek mümkündür.


I.Yüzyıldan sonra duvar mozaikleri,yer mozaiklerinin yerini aldı.Hristiyan Kiliselerinin dekorasyonunda mozaik kullanılması moda oldu.Bizans şehirlerinin yanı sıra İtalya'da Roma'da Rovenna da ve Milano da o çağdan kalma eşsiz örnekler vardır. Bizans mozaiklerinin önemli örnekleri İstanbul daki Ayasofya ve Kariye müzelerindedir. Romadaki örnekler arasında en önemlileri şu kiliselerde bulunmaktadır. Santa Pudenziana (IV Yüzyıl) Santa Maria Maggiore (V.Yüzyıl) S.cecillave S.marco (VIII. ve IX.yüzyıllar ) S.Pressede (IX.Yüzyıl) Rovenna  da ki mozaikler arasında ise San Vitale Kilisesi ile Galla Placidia mozaikleri ünlüdür.


Kısa bir aradan sonra XI.ve XII. Yüzyıllarda Roma da mozaik dekorasyonu yine moda oldu. Bu dönemin gerek Romada gerek Venedik ve Sicilya da yapılan mozaikleri Bizans resminin etkilerini taşımaktadır.Vendikteki S.Marco (XII.XIV Yüzyıllar) ve Torcello ile Murano katedrallerindeki mozaikler en önemli ve en eski mozaiklerdir.


Ortaçağın sona ermesi ve resim dilinin değişmesiyle birlikte mozaikin altın çağıda sona erdi.Buna rağmen Tiziano ve Tintoretto gibi Venedikli büyük ressamlar,mozaik alanında çalışmalar yapmışlardır. XIX.Yüzyılda gotik dönemde mozaik sanatı canlanır gibi oldu,yerlerde ve kiliselerde dekoratif amaçlarla kullanıldı.Ravennadaki Ariani kutsama binasının (V-VI. Yüzyıllar) kubbesini kaplıyan mozaiklerden bir Havariyi canlandırdığı görülmektedir.


2 Şubat 2013 Cumartesi

Fil


Filgiller Familyasından,iri gövdeli,memeli bir kara hayvanı. Yüksekliği 4 metreyi, ağırlığı 4-5 tonu bulan filin üst dudağıyla burnu birleşerek uzamış,tutma yeteneği olangüçlü bir hortum biçimini almıştır. Dıştan kalın bir deriye korunan bu uzun ve kalın hortum,hayvanın hem kol hemde el görevini yapar.Yiyeceğini hortumuyla ağzına götüren fil,suyuda yine hortumuyla emip ağzına püskürterek içer.


Filin aynı zamanda koku alma organı olan hortumundan,hayvanı ağır yük taşıma ve kaldırma işlerinde kullanan insanlar,yine yük kaldırtmak için yararlanırlar. Filin 1 ton kadar ağırlık kaldırabilen hortumunda 40.000 den fazla kas vardır.Fillerin gövdesi açık boz ile kara arasında değişen kalın ve sert bir deriyle kaplıdır. Pek ender olarak beyaz derili fillerede raslanır. Filin derisi çok kalın 3. cm.  olmakla birlikte soğuğa dayanamaz.


Seyrek kısa gözle görülemeyen, ancak elle dokulununca hissedilebilen kıllarla kaplıdır. Uzun kuyruğunun ucunda da bir kıl kümesi olan filin kalın ve gür kirpiklerinin uzunluğu 13 cm.yi bulur.Başı çok iri gözleri ufak olan, kulakları büyük birer yelpazeye benzeyen filin görme,ve işitme duyuları zayıf, boynu kısa, beyni gövdesine oranla ufaktır. iki üst kesici dişi dişi gelişerek ağzın dışına çıkmışlardır. Bu dişler hayvanın ömrü boyunca uzamaya devam eder.


Filler sürü halinde yaşarlar, yürüyüşte yaşlı ve tecrübeli bir dişi fil başta olmak üzere,bir sıra halinde ilerlerler.En çok ağaçların tepeleriyle yakın körpe dalları seven fil günde aşağı yukarı 8oo kg. yeşil bitki yer ve 200 litre su içer. Gebelik süresi 21,5 ay olan fil,yavrusunu kaba ve karatüylü olarak doğurur.İki yıl Annesinin sütünü emen yavru fil sütten kesildikten sonra da iki yıl daha Annesinden ayrılmaz.Ortalama 50-60 yıl yaşayan fillerin uzun ömürlü hayvanlar oldukları söylenebilir.


Filler Avustralya ile Güney Amerika dışında dünyanın her yerinde yaşamışlardır. Bilinen paleontolojik fil türleri,Avrasya da yaşamış olan Elephas meridioonalis ile Elephas antiqus Afrika da yaşamış olan Elephas Recki ile Elephas Atlanticus ve Avrasya nın soğuk bölgelerinde yaşamış olan mamut olarak sayılabilir. Bugün yaşamakta olan Filler ise Asya ve Afrika filleri olmak üzere ikiye ayrılırlar.