28 Şubat 2009 Cumartesi

Büyük Ney Virtüözü - Neyzen Tevfik (14 Haziran 1879 - 28 Ocak 1953)

Neyzen Tevfik ya da tam adıyla Tevfik Kolaylı - Neyzen Şair Babası Hasan Fehmi Bey Bafra nın
Kolay Nahiyesinden ve (Kolaylı) Ailesinden olduğu için Soyadı Kolaylıdır. Taşlama türünün en
önemli temsilcilerinden biri, Taşlama kitaplarının yanı sıra çeşitli Taksimler ve Nihavent saz semaisi ile Şehnazbuselik saz semailerinin de bestecisidir.Tevfik Toplum kurallarının dışında bir yaşam sürdürmüştü. Paraya düşkünlüğü yoktu. Gericiliğe savaş açmıştı. İslamın yozlaştırılmasına ve anti Atatürk deyişlerine sinirlenir ve hazır cevaplığıyla cevap verirdi. İşte onlardan birisi.

NE ARARSIN TANRI İLE ARAMDA

Be hey Dürzü Ne ararsın Allah ile Aramda
Sen kimsin ki orucumu sorarsın
Hakikaten gözün yoksa haramda
Başı açığa niye türban sorarsın
Rakı şarap içiyorsam sana ne
Yoksa sana bir zararım, içerim
İkimizde gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem sarhoşkende geçerim
Esir iken mümkünmüdür ibadet
Yatıp kalkıp Atatürk e dua et
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden soğuyacak bu millet
İşgaldeki hali sakın unutma
Atatürk e dil uzatma sebepsiz
Sen Anandan yine çıkardın amma
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz



Söz edildiğine göre Tevfik in Atatürk sevgisi o denli çokmuş ki onun vefatından sonra günlerce
evden çıkmamış.Kendine özgü yergileri ve yaşam biçimiyle adını duyuran, Neyzen Tevfik, Babasının görevli bulunduğu Urla Kasabasında usta bir neyzen olan Berber Kazım la tanıştı ve ondan ney dersleri almaya başladı. Aynı günlerde de ilk sara nöbetini geçirdi.Bu arada Okulunu bırakan Neyzen Tevfik i Babası yatılı olarak İzmir İdadisine yazdırdı. Ancak sara nöbetinin yeniden başlaması üzerine okulu tamamen bıraktı. Neye duyduğu derin sevgiyle İzmir
Mevlevihanesine girdi. Neyzen Tevfik burada Tokatizade Şekip, Tevfik Nevzat, Ruhi Baba, ve şair Eşref gibi pek çok ünlü isimle tanıştı ve onlardan Türkçe nin yanı sıra Arapça ve Farsça dersleri aldı. Şair Eşref yalnızca dostu ve hocası olarak kalmayarak ona hicvin kapılarını da açtı. ilk şiiri bu günlerde 13 Mart 1898 de Muktebes Dergisinde yayımlandı.



1898 yılında Babası Medrese öğrenimi için Neyzeni İstanbul a gönderdi. ve Fethiye Medresesine
yerleştirdi. Ama Neyzen Tevfik zamanını daha çok Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerinde geçirdi.Bu arada Mehmet Akif Ersoy la tanıştı ve Mehmet Akif dönemin seçkin Müzisyen ve edebiyatçıları ile tanışmasını sağladı. 1901 yılında, Medrese giyimi olan cüppe ve şalvar yerine Akifin verdiği setre pantolonu giymesi.Akşamları Medrese dışında kalması ileri geri konuşmalara yol açınca,Fethiye Medresesinden ayrıldı. Önce Fatih teki Şekerci Hanına sonrada Çukurçeşmedeki Ali bey Hanına yerleşti. Bu arada Babasını tanıyan ve daha sonra Şeyhilüslam da olan Musa Kazım Efendi onu kendi derslerine kabul etti. Onun sayesinde Neyzen Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci,Şeyh Vasıf gibi edebiyatçılarla tanıştı. Mehmet Akif le dostluğu süren Neyzen, Mehmet Akif e ney öğretti.Mehmet Akif te Neyzen e Arapça,Frsça, ve Fransızca öğretti. Dost çevresi içinde artık İbnülemin Mahmut Kemal,Tevfik Fikret,Uşakızade Halit Ziya, Ahmet Rasim ,Tamburi Cemil Bey,Haci Arif Bey,Yunus Nadi de vardı.1900 Yılında Gramofon Ticaretini ilk yapanlardan Gülistan Plak Mağazası sahibi Hafız Aşir Beyle bir plak doldurma girişimi oldu. Neyzen aşırı içkili olduğu için güçlükle doldurulan plaklar yine de
basılıp piyasaya verildi. 1949 da yayımlanan Azab-ı Mukaddese yazdığı önsözde belirttiğine göre
yüze yakın plak doldurmuştur.



Öte yandan istibdata karşı olan gençlerle Sirkeci deki İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathanesinde bir araya gelir, yurt sorunlarına ilişkin ve istibdat karşıtı konuşmalar yaparlardı. Güneş Kıraathanesine gelip gidenlerden Ziya Şakir birgün sözü Eşref ten açıp Jön Türk Hareketinin önderlerinden Ahmet Rıza ya getirerek Neyzen Tevfiki konuşturdu ve tüm düşüncelerini öğrendi. Ardından da ihbar etti. Gözaltına alınan Neyzen, sıkıntı dolu bir sorgulamadan geçirildi. Bu arada daha önce tam otuzbeş kez jurnal edilmiş olduğunu öğrendi. Onbeş gün sonra serbest bırakıldı. Serbest kaldıktan sonra kendisini Beyoğlu Meyhanelerine attı. Bu esnada sütlüce Bektaşi Tekkesine devam ederek Şeyh Mümin Babadan nasib aldı. Siyası baskının artmasından sonra yurt dışına gitmeye karar verdi ve 1902 yılında Mısır a gitti.Neyzen Tevfik Mısır da geçen yıllarına ilişkin olarak gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırmak
neredeyse imkansız ama geçimini Neyi ile sağladığını ve hicvetmeye devam ettiği biliniyor. Mısır da bir arkadaşı ile Neyzenler Kahvehanesi açıp işletti. Özbekiye saz Bahçesinde çalarken plak da doldurdu. Jön Türklerle ilişkili,bir dost toplantısında sarhoşlukla tabancasını ateşlediği ve duruşmada Yargıca haksızlık yapıyorsunuz dediği için 6 ay hapse mahkum edildi. Ancak yaptığı itiraz kabul edildiği için birbuçuk ay yattıktan sonra özgürlüğüne kavuştu. Bu arada Feride adlı Lübnanlı bir kadınla iki ay birlikte yaşadı.



II.Abdülhamit için yazdığı - Abdülhamidin Ağzından bir Nut-ı Hümayun - adlı hicvini İstanbul
Kıraathanesinde okuyunca tutuklanmak istendi fakat çevresinin işe karışması ile kurtuldu. Türk Aydınlarının Mısır Hidivi hakkındaki Düşünceleridir - başlığı ile gazetelerde yayımlanan yazı nedeniyle hakkında tutuklama kararı verildi. Kurtulmak içinde Kaygusuz Sultan adlı Bektaşi tekkesine sığındı.II.Meşrutiyetin ilanıyla Mısır dan ayrıldı. ve İzmir e döndü.Daha sonra İstanbul a geçti.Çemberlitaşta bir Han odasına yerleşen Neyzen Tevfik, seyretmek için gittiği ve Ferah Tiyatrosunda sergilenen (Sabah-ı Hürriyet) adlı oyunun İttihat ve Terakki ce yasaklanması üzerine yaptığı konuşma yüzünden tutuklandı. Ardından kısa bir süre sonra da serbest bırakıldı. Neyzen Tevfik 1910 yılında Sarıklı bir zatın kızı olan Cemile Hanımla,kardeşinin ve Babasının karşı çıkmasına karşın,Annesinin ısrarı ile evlendi ve bir kızı oldu. Ancak yürümeyen evliliği kızı Leman henüz 3 aylıkken kayınbabasının eşini alıp götürmesiyle son buldu.I.Dünya Savaşı yıllarında Askeri Müzenin Kurucusu Muhtar Paşanın emrinde ve Mehterbaşı olarak Askerlik yaptı. Düzenle başı hoş olmayan Neyzen Tevfik, herhangi bir meseleden dolayı Muhtar Paşa ile kavga etti. ve askerden çıkarıldı. Daha sonra dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşanın yalısında Mehter Takımının verdiği konseri izleyen Almanya nın Romanya daki kuvvet komutanının ilgisini çekti. Bazı kaynaklarda da onun çağrısı olarak Romanya ya gittiği yazılır. Romanyada piyano eşliğinde konser verdi.



1919 Yılında ilk kitabı HİÇ'i yayınlandı. 1923 yılında Ankara ya gitti. ve kardeşi Şefik Kolaylı nın yanında 4 - 5 ay kaldı. 1926 yılında Atatürk le tanışan Neyzen Tevfik, 1927 yılında sara nöbetleri ve Alkol yüzünden artık sık sık gideceği Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kamil Hastahanesinde tedavi görmeye başladı. 1928 yılında eski dostu Mehmet Akif i görmek için tekrar Mısır a gitti. ve bir yıla yakın bir süre yanında kaldı.1930 yıllarında ekonomik destek olsun diye Vali ve Belediye Reisi Muhittin Üstündağ ın girişimi ile Konservatuar da görevlendirildi.1940 lı yıllarda Doktoru olduğu kadar dostları da olan Mazhar Osman ve Rahmi Duman ın aracılığı ve Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastahanesinin 21 no lu koğuşu ona ayrıldı. 9 Mart 1946 da Basın yararına düzenlenen bir konserde ney çaldı. ve yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüledi. 1949 yılında dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik in eserlerini, onun gözetimi altında, Azab-ı
Mukaddes adı ile kitaplaştırdı. 1951 yılında,onu affettim adlı bir filmde önemli bir rolde gözüken Neyzen Tevfik,Ağlayan Şarki adlı başka bir filmde ise Suzan Yakar la oynadı.



1952 Yılında Arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosunda jübilesini yaptı. Yaşamı 28 Ocak 1953 te son buldu. Cenaze namazı Beşiktaş ta Sinan Paşa Camiinde kılındı.Caminin avlusundan taşan kalabalık Ana caddeleri, Kahveleri, yolun karşısındaki Barbaros Bulvarını doldurdu. Memurların,Profesörlerin ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve binbir çeşit insan bir arada uğurladılar. Neyzeni bilinmeyene. Kimbilir belki de hiçlikten hepliğe, ne hayatı,ne dünyayı ne de kendisini hiç kavramıyla ifade etmek değildi onun yaptığı. O karşıtlıkların birbirini var ettiği algılayışımızda var oluş derinliğinin sarhoşluğu içinde arayışını sürdürürken hiç olanı faketmişti. Para pul,mal mülk,Şan şöhret elinin tersiyle ittiği şeylerdendi. Adaletsizliğe,Çıkarcılığa, kör inançlara, Baskıya, Otoriteye, din istismarına sert ve etkili bir üslupla hicivlerinde ve hayatında baş kaldırdı. Boynunda eski yazıyla HİÇ yazardı ve Dostlar şimdide Büyük Neyzenin şiirlerinden bir kaçını, ve dörtlüklerini içkisi hakkında yazılanları dikkatlice birkere daha gözden geçirelim..



GEÇER

Izdırabın sonu yok sanma,bu alemde geçer
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer dem de geçer
Ram karar eyliyemez hande-i hürrem de geçer
Devr-i sadi de geçer,gussa-i matemde geçer
Gece gündüz yok olur, An-ı dem adem geçer
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi
Çağlıyan göz yaşı mı,yoksa hicran seli mi
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi
Çevrilir dest-i kaderle bu su'unun filimi
Ney susar mey dökülür,gülgüle-i cem de geçer
İbret aldın okudunsa şu yaman dünyadan
Nefsini kurtara gör masyad-i mafihadan
Niyyet-i hilkati bu aşk-i cihan aradan
Onu yokdan,sonu yokdan bu kuru da'vadan
Utanır Gayret-i gufranla cehennem de geçer
Ne şeriat,ne tarikyat,ne hakikat ne türe
Süremez hükmünü bunlar,yaşadıkça bu küre
Cahilin korku kokan defterini tanrı düre
Marifet Mahkemesinde verilen hükme göre
Cennet iflas eder,efsane-i Adem de geçer
Serseri Neyzenin aşkınla kulak ver sözüne
Girmemiştir bu avvalim bu bedyi gözüne
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne
Pir olur Sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne
Hak olur Pir-i mungan,sohbet-i hemdem de geçer

FELEK

Yamansın her zaman aldattın beni
Kah düşürdün kah kaldırdın felek
Mecnun sun diyerek Leyla peşinden
Issız vadilere saldırdın felek
Rehbersin dedin ben ise kördüm
Elimle başıma çok çorap ördüm
Kendimi bıraktım Alemi gördüm
Hesapsız günahlar aldırdın felek
Şifadır dedin zehiri tattırdın
Gençliğin okunu boşa attırdın
Körlerin yurdunda ayna sattırdın
Çıkmaz sokaklara daldırdın felek
Barışmadı gönlüm merd ile zenle
Ne bir iş bilenle,ne boş gezenle
Hicran köşesinde bozuk düzenle
Neyzen'e her telden çaldırdın felek

MERNUS

Bu engin ayrılık canıma yetti
Başımdan aşıyor kaderim mernus
Bu yolda yazılmış fermani kaza
Bunuda gösterdi kaderim mernus
Bağlanmıştım bütün kalbimle sana
Şu fani cihanı okuttun bana
Sen göçtükten sonra ben yana yana
Hicranla gözyaşı dökerim mernus
Bu yolda cahilim,bildiğim kısa
Sen girdin toprağa ben düştüm yasa
Haklı haksız hatırını kırdımsa
Affet günahımı beşerim mernus



KOŞMA

Dudağında yangın varmış dediler
Ta ezelden yayan koşarak geldim
Alev yanaklara sarmış dediler
Sevda seli oldum taşarak geldim
Kapılmışım aşk oduna bir kere
Katlanırım herbir cefaya cevre
Uğraya uğraya devirden devre
Bütün kainatı aşarak geldim
Yapmak,yıkmak senin bu gamlı ömrü
Ben gönlümü sana verdim götürü
Sana meftun olduğumdan ötürü
Sarhoş oldum Neyzen,çoşarak geldim

------------ DÖRTLÜKLER------------

Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına
Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir
Devleti yolsuz görenler,halt eder bir beldede
Kaldırım olmazsa kanun-ı hükümet çiğnenir

Felsefemdir kitab-ı imanım
Taparım kendi ruhumun sesine
Secde eyler hakikatim heran
Kalbimin Ateş-i mukaddesine

Gözünü aç meydan var iken
Dizginin cambaz elinde Neyzen
Girmedim ya kapısından baktım
Cenneti Atpazarı sandım ben

Asrın yeri var hak kapanındır
Söz haykıranın,mantık ise şarlatanındır
Geçmez ele bir paye, kavuk sallamayınca
Kürsi-i liyakat pezevenk,puşt olanındır

Bi-namaz deyip beni hak dan uzak gören
Sığmaz senin hayaline mihrab-ü mübrem
Sen sade beşvakitte ararsın Allahını
Ben herzaman onunla emin ol beraberim

Hayliden hayliye kalınlaştı yobazlık yeniden
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü
Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine
Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü

Serserinim düştüm aşkınla neye
Nasıl girdin elimdeki şu neye
Hem seversin beni neyzenim diye
Hem sarhoş diye destan edersin



Ve içki yasağı hakkında, bir anektod. Yasağın Doktor tarafından konmuş olsada bir işe yarama
dığını gösteren yaşanmış bir olay,Buyrun okuyun.
Devrinin en ünlü Ruh ve Akıl Hastalıkları uzmanı olan Profesör Dr. Mazhar Osman birgün sık sık kendisine tedaviye götürülen hastası Neyzen Tevfik e rastlamış sokakta, Mazhar Hoca her seferinde Neyzeni taburcu ederken kendisine içki içmeyi yasaklarmış. Neyzen de taburcu olur olmaz soluğu Meyhanede alırmış. Yine yeni taburcu olduğu günlerden birinde Neyzeni elinde Rakı şişesiyle görünce, Mazhar Hoca nın tepesi atmış. Ne bu halin çabuk dök onu Neyzen. Neyzen Mazhar Hocadan çekiniyor ama kafa iyi olduğu için, bu kere aldırmamış, Dökemem çünkü şişenin yarısı Çallı İbrahimin, Mazhar Hoca öfkesinden deliye dönmüş, sesini daha da yükselterek bağırmış.O zaman senin olan yarısını dök. Neyzen yine diretmiş, Dökemem Hoca. - Neden ? Neyzen gayet sakin şöyle yanıtlamış. Benim payım altta da ondan.



Bir ikinci Hikayeyi de derc edip yazımıza son verelim.
Neyzen Tevfik birgün Alkolün zararlarıyla ilgili seminer verilen bir mekana gitmiş, Mekandaki konuşmacı anlattıklarının daha inandırıcı olması için,dinleyicilere konuyu pekiştirici örnekler veriyormuş. Konuşmacı dinleyicilere sormuş. ?
- Bir eşeğin önüne bir kova su,bir kova da rakı koyarsan eşek hangisini içer,
Dinleyiciler hep bir ağızdan,
- Suyu içer
konuşmacı
- Peki neden suyu içer
Neyzen Tevfik
- Eşekliğinden

Ve son olarak, Dr. Fahrettin Kerim Gökay içkinin zararları konulu konferansını vermektedir.
Bir ara...Rakının her kadehi , hayatımızı bir saat kısaltır der. Dinleyiciler arasında olan Neyzen
yerinden fırlayıp...Eyvah yandık...Hayrola...Hesap ettim, meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş,
Ney Üstadı rahmetli öleli kaç yıl olsada daima nükteli yanınla anılıyorsun. yattığın yer cennet olsun.

25 Şubat 2009 Çarşamba

Rönesans'ın Büyük Ressamlarından II - Gentile Bellini (1429 - 1507)

Gentile Bellini - ( 1430 - 1507 ) Rönesans döneminde Venedikte yaşamış İtalyan bir Ressamdır.
1478 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından Fatih Sultan Mehmet in portresini yapmak üzere İstanbul a gönderilmiştir.


Gentile Bellini Ressam bir Ailenin çocuğu olarak 1429 yılında Venedik te dünyaya geldi. Babası Jacopo Bellini ve özellikle erkek kardeşi Giovanni Bellini o dönemin çok ünlü ressamlarındandı. O dönemde yetenekli ressamlar çok saygı görmekteydiler, İtalyan yarımadasının kuzeyindeki Floransa ve Venedik gibi kentlerde yaşıyan sanatçılar Rönesans döneminin çekirdeğini oluşturmaktaydılar. Gentile ve Giovanni o dönemde özellikle birçok dinsel temalı tablolar yaptılar. Venedikteki scuola Grande di San Marco binasının içindeki tabloları da iki kardeşler birlikte yapmışlardı. Gentile Bellini Venedikteki Dükler Sarayında da birçok tablolar yaptı ama, 1577 yılında çıkan yangında bu tablolar yok oldu.



İtalyan yarımadasında o dönemde tek bir Devlet yerine kent krallıkları bulunuyordu.Bunlardan en güçlülerinden biride yarımadanın kuzeydoğu Bölgesinde yer alan Venedik Cumhuriyetiydi. Venedik ilk önceleri Bizans İmparatorluğunun bir parçasıyken bağımsızlığını kazanmış güçlü filosuyla başta Girit ve Kıbrıs olmak üzere birçok Ege ve Akdeniz Adalarını eline geçirmişti. Venedik 1204 yılında Konstantinipolisi talan eden 4. Haçlı seferinde önemli bir rol oynamıştı. ve Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethettiğinde kentte büyük bir Venedikli toplumu yaşamaktaydı. İstanbulun Osmanlıların eline geçmesi Venedike büyük zarar verdi.



O yüzden 1453-1479 yılları arasında Venedik ve Osmanlılar arasında birçok çatışmalar yaşandı.
Sonunda Venedik Senatosunun Osmanlıların yaptığı barış önerisini kabul etmesiyle bu çatışmalar sona erdi. Barış Anlaşması Venedikin Osmanlılara büyük bir miktarda ödeme yapmasını öngörmesinin yanı sıra olağanüstü başka bir koşul daha içeriyordu. Fatih Sultan Mehmet portresini yapmak üzere Venedik in en yetenekli Ressamlarından birinin İstanbula gönderilmesini öngörüyordu. İşte Bellini bu koşullar altında 1479 yılında İstanbul a geldi. Kaldığı 16 ay boyunca Fatih Sultan Mehmetin ünlü portresinin yanısıra birçok tablolar ve çizimler yaptı.



Fatih Sultan Mehmet tablosunu yapmasına izin vermeden önce Bellini nin yeteneğinden emin olmak istemişti. Bu nedenle Bellini İstanbul daki ilk aylarını sarayda çeşitli insanların tablolarını yaparak geçirdi.Gentile Bellini nin Fatih tablosu en önemli tablolarından biridir. Tablonun sağ alt köşesinde Latin harfleriyle 25 Kasım 1480 tarihi atılmıştır. Tablonun gerçekçiliği dikkar çeker. Bellini Fatih in kanca burnunu aynen olduğu gibi yansıtmıştır.



Fatih in Bellini ye bu tablosunu yaptırması onun zamanına göre açık görüşlü bir insan olduğunu gösterir. Ne yazık ki ölümünden sonra yerine geçen II. Bayezit tutucu ve dindar bir Padişahtı. Babasının ölümünden sonra bu tabloyu ve Bellini nin İstanbul da yaptığı diğer tabloları pazarlarda sattırdı. Venedikli Tüccarlar ucuz fiatlara bu ve diğer tabloları satın alarak Avrupaya götürdüler.Bugün Fatih Sultan Mehmet in Bellini tarafından yapılmış bu tablosu Londradaki National Gallery'ye aittir.

Rönesans'ın Büyük Ressamlarından - Leonardo Da Vinci (15 Nisan 1452 - 2 Mayıs 1519)

Leonardo di ser Piero da Vinci ( 15 Nisan 1452 - 2 Mayıs 1519 ) Rönesans dönemi İtalyan Mimarı,Mühendisi, Mucidi, Matematikcisi, Anatomisti, Müzisyeni, Heykeltraşı, ve Ressamıdır.En tanınmış yapıtları Mona Lisa ( 1503 - 1507 ) ve Son yemektir. ( 1495 - 1497 ) Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız sanat yapıda değil çeşitli alanlardaki araştırmaları ve buluşlarıylada tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biridir.



Leonardo genç bir Noter olan Ser Piero da Vinci nin ve muhtemelen bir çiftci kızı olan Caterina nın evlilik dışı çocuğu olarak Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano da dünyaya geldi. Avrupadaki modern isimlendirme kurallarının yerleşmesinden önce dünyaya tam ismi (Vincili Piero nun oğlu Leanordo) manasına gelen, Leonardo di ser Piero da Vinci dir. Eserlerini Leonardo, yada İo Leonardo ( Ben Leonardo ) olarak imzalamıştır.Somut kanıtlar bulunmasada Leonardonun Annesi Catarina nın, Babası Pieroya ait Ortadoğulu bir köle olduğu tahmin ediliyor.Babası Leonardonun doğduğu yıl Albiera adında ilk eşi ile evlendi. Caterina ise hiçbir zaman evlenmedi.



Leonardoya bebekliğinde Annesi baktı. Ancak birkaçyıl sonra Annesi başka biriyle evlenerek komşu kasabaya yerleşince Babasının nadiren uğradığı Büyükbabasının evinde yaşamaya başladı. Arada sırada Floransaya Babasının evine giderdi. Babasının ilk eşinden çocuğu olmadığı için Aileye kabul edilmişti. Ama hiçbir zaman meşru bir çocuk olarak görülmedi. ve Amcası Francesca dışında Ailedeki kimseden sevgi görmedi.14 yaşına kadar Vinci de yaşıyan Leonardo, Büyükanne ve Büyükbabasının ardı ardına ölmesi üzerine 1466 da Babası ile birlikte Floransa ya gitti. Evlilik dışı çocukların Üniversiteye gitmesi yasak olduğundan Üniversite öğrenimi görme şansı yoktu. Küçük yaştan itibaren çok güzel çizimler yapan Leonardo nun resimlerini Babası dönemin ünlü Ressam ve Heykeltraşı Andrea del Verrocchio ya gösterince Verrocchio onu çırak olarak yanına aldı. Leonardo, Verrocchio nun yanında Lorenzo di Credi ve Pietro Perugino gibi
ünlü sanatçılarla çalışma fırsatı buldu. Atölyede sadece resim yapmayı değil, Lir çalmayı da öğrendi.Gerçektende iyi çalıyordu.



Floransayı 1482 de terkederek Milano Dükü Sforza nın hizmetine girdi. Dükün hizmetine girebilmek için, Köprüler, Silahlar, Gemiler, Bronz, Mermer ve kilden heykeller yapmak, festivaller organize etmekle uğraşmadı. aynı zamanda Bina, Makine ve silah tasarımları yaptı. 1485 - 1490 yıllarında Doğa,Mekanik,Geometri, Uçan makinelerin yanı sıra, Kilise, Kale ve Kanal yapımı gibi mimari yapılar ile ilgilendi.Anatomi çalışmaları yaptı. Öğrenciler yetiştirdi. İlgi alanı o kadar genişti ki başladığı çoğu işi bitiremiyordu.1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığını geliştirdi. Bu çizimler ve defter sayfaları Müzeler ve kişisel koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonlardan birisi de Leonardo nun hidrolik alanındaki çalışmalarının el yazmalarını toplayan Bill Gates dir.



1499 da Milano yu terkeden ve yeni bir koruyucu ( Hami ) aramaya başlayan Leonardo 16 yıl boyunca İtalya da seyahat etti. Pekçok kişi için çalıştı. Çoğu eserlerini yarım bıraktı.İnsanlık Tarihinin en iyi resimlerinden birisi kabul edilen Mona Lisa için 1503 te çalışmaya başladığı
söylenir. Bu resim tamamlandıktan sonra hiç yanından ayırmamış tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı.1504 te Babasının ölüm haberi üzerine Floransaya döndü. Miras hakkı için kardeşleri ile mücadele etti.Ancak çabası sonuçsuz kaldı. Ancak çok sevdiği Amcası tüm varlığını ona bıraktı.



1506 yılında Leonardo, bir Lombardiya Aristokratının 15 yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melziyle tanıştı. Melzi hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve en yakını oldu. 1490 da 10 yaşında iken korumasına aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca onunla beraber olmuş,ancak öğrencisi olarak bilinen bu genç hiçbir sanatsal ürün üretmemiştir.Leonardo 1513 - 1516 arasında Roma da yaşadı. ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı.Anatomi ve Fizyoloji alanında çalışmaya devam etti, Ancak Papa kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı. 1516 da koruyucusu Giuliano de Medici nin ölümü üzerine,Kral 1. nci Francis ten Fransanın Baş
ressamı, Mühendis ve Mimarı olmak üzere davet aldı.


Parisin Güneybatısında Amboise yakınlarındaki Kraliyet Sarayının hemen yanında kendisi için hazırlanan konağa yerleşti. Leonardoya büyük hayranlık duyan Kral, sık sık ziyarete gelir ve sohbet ederdi.Sağ koluna felç inen Leonardo da Vinci resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi. Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise Fransaya geldikten sonra onu terketmişti. Leonardo 2 Mayıs 1519 da Amboise deki evinde 67 yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir. Ancak 1 Mayıs günü Kralın bir başka Şehirde olduğu ve birgün içinde oraya gelemeyeceği bilinmektedir. Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi ye bıraktı. Amboise deki Saint Florentin kilisesinde toprağa verildi.


19 Şubat 2009 Perşembe

Türk Fotoğrafçılığının Sihirbazı - Ara Güler


Ara Güler - ( 16 Ağustos 1928 ) Ünlü Ermeni asıllı Türk Vatandaşı, Fotograf sanatcısı ve foto Muhabiridir. Ara 1951 yılında Getranagan Lisesinden mezun oldu. Kendisi İstanbulun gözü olarak da bilinir.Ermeni asıllı Eczacı bir Ailenin çocuğu olarak Dünyaya geldi. Çocukken Sinemadan çok etkilendi.Muhsin Ertuğrul un yanında Tiyatro ve Oyunculuk eğitimi almaya başladı. 1950 de Yeni İstanbul Gazetesin de Gazeteciliğe başladı. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine devam etti. Ancak Fotografcı ve Gazeteci olmaya karar verdi. Fotograflarında Leica Makinasını kullanmıştır.



1958 de Tıme-Lıfe, Parıs Match ve Dern Stern dergilerinin yakındoğu foto Muhabirliği görevlerini üstlendi. 1961 de Askerlik görevini tamamladı ve Hayat Dergisinde Fotograf Bölüm Şefi olarak çalışmaya başladı. Aynı yıllar Henri Cartier Bresson ile tanışarak Paris Magnum Ajansına katıldı. ve İngilterede yayımlanan Photography Annual Antonolojisi onu Dünyanın en iyi yedi fotografcısından biri olarak tanımladı. Yine o yılda ASMP ye ( Amerikan Dergi Fotografcıları Derneği ) tek türk üye olarak kabul edildi.1962 de Almanya da çokaz fotografcıya verilen Master of Leica ünvanını kazandı. İsviçrede çıkan Camera Dergisinde kendisine özel bir sayı ayırdı. 1964 te Mariana Noris in ABD de basılan Young Turkey adlı yapıtında Fotografları kullanıldı.



1967 de Japonya da çıkan Photography of the World Antonolojisinde Richard Avedon ile birlikte bir dizi fotografı yayımlandı. 1967 de Kanada da açılan İnsanların Dünyasına Bakışlar sergisinde, 1968 de Newyork Modern Sanatlar Galerisinde düzenlenen Renkli fotografların 10 ustası adlı sergide aynı yıl Almanya da, Köln de Fotokina Fuarında yapıtları sergilendi. 1970 de Türkei
adında Fotograf Albümü Almanya da yayımlandı. Sanat ve Sanat tarihi konularındaki fotografları ABD de Tıme-Lıfe , Horizon ve Nesweek kitap bölümlerince ve İsviçre de Skira Yayınevi tarafından kullanıldı.1971 de Lord Kinross'un Hagıa-Sophıa ( Ayasofya ) kitabının fotograflarını çekti.



Yine Skira Yayınevinince Picasso nun 90. yaşgünü için yayınlanan Picasso Metamorphose et Unıte adlı kitap için Picasso nun foto röportajını yaptı. 1972 de Paris Ulusal Kitaplıkta sergisi açıldı. Ve birçok ünlü Amerikalının fotograflarını çektikten sonra Yaratıcı Amerikalılar adlı sergisini ,Dünyanın birçok kentinde sergiledi. Yine aynı yıl Yavuz Zırhlısının sökülmesini konu alan Kahramanın sonu adlı bir belgesel film çekti. 1979 da Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin Foto Muhabirliği dalındaki Birincilik ödülünü aldı. 1980 de Fotograflarının bir kısmı Karacan Yayıncılığının bastığı fotograflar adlı kitabında basıldı.


1986 da Hürriyet Vakfınca basılan Prof. Abdullah Kuran'ın yazdığı Mimar Sinan kitabını fotografladı.Aynı kitap 1987 de İnstitute of Turkısh Studies tarafından ingilizce olarak yayımlandı. 1989 da Ara Güler in Sinemacıları kitabı basıldı.1991 de Dışişleri Bakanlığı için Halikarnas Balıkcısının ( Cevat Şakir Kabaağaçlı ) The Sixth Contınent adlı kitabını fotografladı. Bu arada bütün dünyayı gezerek foto-Röportajlar yaptı. ve bunları Magnum Ajansı ile Dünyaya duyurdu. Bu arada İsmet İnönü, Winston Churchill, İndra Gandi, John Berger,Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, İmogen Cunnıngham, Salvador Dali,Picasso gibi birçok ünlü kişiyle röportajlar yapmış ve fotograflarını çekmiştir.



En ünlüsü Fotografcılara poz vermeyen Picasso röportajıdır. Yıllarca üstünde çalıştığı Mimar Sinan yapıtlarının fotograflarını 1992 de Fransa da, ABD ve İngiltere de Sinan Architect of soliman the Magnificent adlı kitabı yayımlandı. Aynı yıl Living in Turkey adlı kitabı, İngiltere, ABD ve Singapur da Turkısh Style başlığıyla Fransada Demeeures Ottomanes de Turquıe adıyla yayımlandı. 1994 te Eski İstanbul Anıları, 1995 te Bir devir böyle geçti,yitirilmiş Renkler ve Yüzlerinde yeryüzü, fotograf kitapları yayımlandı.



Ara Güler in fotografları Paris Ulusal Kitaplıkta ABD de Rochester Georg Eastman Müzesinde, Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonunda bulunmaktadır. Köln Mueseum Ludwing de Das İmaginare Photo Museum da fotografları sergilenmektedir. Ara Güler Türk Fotografının ustalarından birisi olarak Dünya Fotograf tarihinde de seçkin bir yere sahiptir. Belgeci bir fotograf biçiminin ustası olması ona büyük ün kazandırmıştır.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Ergenekon Destanı

Ergenekon Destanı Büyük Türk Destanından bir parçadır. Türk Kavimlerinden Göktürkleri mevzuu alır. Göktürklerin menşeini açıklamak ister. Ergenekon Destanının özeti şöyledir;
Türk İllerinde Göktürklere itaat etmeyen bir yer yoktu. Bunu kıskanan yabancı Kavimler birleşerek Göktürklerin üzerine yürüdüler. Maksatları öc almaktı. Göktürkler çadırlarını,sürülerini bir yere topladılar, çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma başladı. On gün vuruştular,Göktürkler üstün geldi. Bu yenilgiden sonra yabancı kavimlerin Hanları ve Beyleri av yerinde toplanıp konuştular Göktürklere hile yapmazsak akıbet işimiz yaman olur dediler,Tan ağarınca baskına uğramış gibi ağırlıklarını bırakıp kaçtılar.



Göktürkler bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar deyip arkalarından yetiştiler, Düşman Göktürkleri görünce birden döndü, vuruşma sonunda düşman, Göktürkleri gafil avlayıp yendi. Göktürkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını ve mallarını öylesine yağmaladı ki bir
ev kurtulamadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdi. Küçükleri kul edindi. Her düşman birini alıp gitti. Göktürklerin başında İl Han vardı. Çocukları çoktu. Fakar bu uğursuz vuruşmada bir tanesi hariç hepsi öldü. Kayı adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Hanın Dokuz-Oğuz adlı birde yeğeni vardı. Kayı ile Oğuz düşmana tutsak olmuşlardı. Fakat 10 gün sonra birgece ikiside kadınları ile beraber atlara atlayıp kaçtılar. Göktürk yurduna geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen çok deve, at, öküz ve koyun buldular. Dört taraftaki illerin hepsi bize düşman, gereği odur ki dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım dediler.





Dağa doğru sürülerini alıp göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol öylesine bir yolduki, bir deve veya bir at güçlükle yürürdü.Ayağını yanlış bassa yuvarlanıp parça parça olurdu. Göktürklerin vardıkları yerde Akarsular,kaynaklar, Türlü bitkiler, Meyveler, Ağaçlar, ve Avlar vardı. Böyle bir yeri görünce ulu tanrıya şükrettiler.Hayvanların kışın etini yediler, yazın sütünü içtiler, Derisini giydiler. Bu ülkeye Ergenekon adını koydular.İki Göktürk Prensinin Ergenekonda çocukları çoğaldı. Kayı Hanın çok çocuğu oldu. Dokuz-Oğuz Hanın daha az oldu. Çok yıllar bu iki Hanın çocukları Ergenekonda kaldılar. Pek çoğaldılar.



Dört yüzyıl sonra kendileri ve Sürüleri o kadar çoğaldı ki Ergenekona sığışmaz oldular. Buna bir
çare bulmak için Kurultay topladılar. Dediler ki - Atalarımızdan işittik Ergenekon dışında geniş ülkeler , güzel yurtlar varmış, Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerdeymiş, Dsğların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp Ergenekondan çıkalım. Ergenekon dışında her kim bize dost olursa, onunla görüşelim , Düşmanla vuruşalım. Kurultay bu kararı alınca Göktürkler Ergenekondan çıkmak için yol aradılar ,Bulamadılar. O zaman bir Demirci dedi ki, Bu dağda bir demir madeni var, yalın kat madene benzer, şunun demirini eritsek, belki dağ bize geçit verirdi. Göktürkler varıp demircinin gösterdiği dağ parçasını gördüler. Demircinin tedbirini de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun,bir kat kömür,dizdiler.



Dağın üstünü,altını,yanını,yönünü böylece odun ve kömürle doldurduktan sonra yetmiş deriden büyük körükler yapıp yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklemeye başladılar. Tanrının gücü ve inayetiyle ateş,kızdıktan sonra demir dağ eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O kutsal yılın, kutsal ayın,kutsal günün,kutsal saatini bekleyip bu yoldan Ergenekon dan çıkmaya başladılar. Bu kutsal gün ondan sonra Göktürklerde bayram oldu. Her yıl o gün gelince büyük tören yapılır. Bir parça demir alınıp ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Göktürk Ham kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra Türk Beyleri de böyle yapıp bu günü kutlarlar.Ergenekondan çıkınca Göktürklerin ulu Hakanı Kayı Han soyundan Börteçene, bütün illere elçiler gönderdi. Göktürklerin Ergenekondan çıktıklarını bildirdi. Ta ki eskisi gibi bütün iller Göktürklerin buyruğu altına girmelerini salık verdi.


Pegasus ve Medusa

Pegasus - Yunan Mitolojisinde kanatlı At. Deniz tanrısı Posedion ile yılan saçlı Gorgon Medusa nın oğlu Dev Chrysaar un kardeşi olduğuna inanılır. Perseus tarafından kafası kesilerek öldürülen Medusan ın kafasından yada toprağa sıçrayan kanlarından doğduğu gibi, iki değişik söylence bulunur.Rengi tamamen beyazdır. ve uçmasına olanak veren iki büyük kanadı vardır. Uçarken havada koşuyormuş gibi görünür.



Pegasus doğar doğmaz yeryüzünden ayrılmış ve Tanrıların Diyarına uçmuştur. Zeus a yıldırımları getirme görevi üstlenmiştir. Helicon dağında bulunan ve Musalara ilham verdiği sanılan Hippocrene pınarının Pegasus un ayağıyla yere vurması sonucu ortaya çıktığına inanılır. ve Pegasus ( Şiirsel ilham ) ile özleştirilir. Daha sonraları Bellerophon tarafından Athena nın ona verdiği altın dizgin yardımıyla yakalandığı Kimera ve Amazonlarla olan çarpışmalarında da ona yardım ettiği söylenir.



Aşırı hırsın, zararlı olduğunun sembolü olarak gösterilen Bellerophon Olimpos Dağına çıkıp ölümsüzlerin arasına karışmak isteyince onu üzerinden atan Pegasus tek başına Olimpos Dağına dönerek eski görevlerine devam etmiştir. Pegasusun Bellerophon u üzerinden atmasına sebep olarak Zeus tarafından gönderilen dev bir Atsineğinin ısırmasından ürkmesi de söylenceler arasındadır. Daha sonraları kendine eş olarak Euippe ( yada Ocyrrhoe ) yi aldığı ve kanatlı Atların soyunu başlattığı söylenir.Kanat lı At Pegasus un Türk Mitolojisindeki adı Tulpar dır.



MEDUSA - Medusa hayatına çok güzel bir genç kız olarak başlamıştır. O kadar güzeldir ki tanrıçaların kıskançlığını üzerinde toplamış, Tanrıları da peşinde koşturmuştur. Tanrıça Athena ( Zeus un en çok sevdiği kızı ) onu kıskanmaktadır. Denizlerin Tanrısı Poseidon ise Medusaya hayrandır. Başı öylesine dönmüştür ki birgün Athena nın tapınağında Medusaya zorla sahip olur. Bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan Athena, Medusayı gorgon yaparak cezalandırır. çok çirkinleşmiş,saçları yılana dönüşmüştür. Yüzüne bakanlar taş kesilmektedir. Medusa insan olduğu için ölümlüdür. Gorgon yapma cezasını az bulur. Athena ve Perseus la işbirliği yaparak Medusanın başını kestirir. Başı kesildiği anda Medusanın Poseidon dan olma çocukları Pegasus ve Chrysar dışarı fırlarlar. Medusadan sıçrayan kan damlaları Libya Çöllerine düşer,ve birer yılana dönüşürler.



Perseus Medusanın kesik kafasını alır gider. Athena ise Medusanın derisini yüzüp, Aegis in markası yapar. İki damla kanını Kral Erıchthonıus a hediye eder. Bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir, diğeri ise Panzehirdir. Tüm hastalıklara deva olmaktadır.



Medusa nın hayatı hakkında Mitolojide birkaç değişik rivayet bulunmaktadır. Bütün Medusa rivayetlerinde ortak nokta Medusa nın Perseus tarafından başının kesilerek öldürüldüğü ve Medusa nın kanından Kanatlı At Pegasos ve Chrysaar ın doğduğudur. Medusa başı eski Bizans ta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlenmiş ve böylelikle kötülüklerden korunulacağına inanılmıştır. Yerebatan sarnıcındaki iki Medusa başından biri ters di ğeri yan olarak sütun kaidelerine yerleştirilmiştir.

15 Şubat 2009 Pazar

Modern Hemşireliğin Kurucusu - Florance Nightingale (12 Mayıs 1820 - 13 Ağustos 1910)

Florance Nıghtingale zengin ve entellektüel bir Ailenin kızı olarak 1820 de adını taşıyan Floransada doğdu. Dadılarla büyüdü. Çok küçük yaşlarda klasik Felsefecileri Öklid ve Aristo gibi Matematikçileri öğrendi. Din ve Siyasete merak sardı. Yirmi yaşına basmadan öğrenimini Matematik alanına kaydırmak istedi. Bir Matematik hayranı olan Babasının ( Matematik kızlara göre değildir ) Muhalefetiyle karşılaştı. Kararlı olan Florance Babasıyla girdiği mücadeleyi kazandı. Zamanın ünlü Matematikcilerinden dersler aldı. Matematiğin pratiğini yaptı. Geniş bilgi hazinesine sahipti. Yirmibeş yaşında sağlık sorunlarıyla ilgilenmeye başladı. Hemşirelik ilgisini çekti. Aynı Matematikte olduğu gibi Ailesi Hemşireliğin de Nightingale'e göre olmadığını düşündü çünkü 1800 lü yılların ortasında İngiltere de Hemşirelik cahil kadınların bir uğraşı olarak görülüyordu.



Aile Dostlarıyla birlikte Avrupa ve Mısır ı dolaşırken çeşitli Hastahane sistemlerini öğrenme fırsatı buldu. İskenderiye de Hemşirelik eğitimi almaya başladı. Almanya da eğitimini tamamladı. Artık o otuz yaşlarında eğitimli bir Hemşireydi. İş bulması zor olmadı. İngiltere, Fransa ve Osmanlı İmparatorluğunun Rusya ya açtığı Kırım Savaşında İngiliz Sağlık
teşkilatının çok kötü olduğu anlaşıldı. Dönemin İngiltere Savaş Bakanı olan aile dostları Sidney Herbert onu Türkiyedeki İngiliz Hastahaneleri Hemşirelik Teşkilatının başına getirdi.



Florance Nighatıngale 1854 yılında İstanbula taşındı. İstanbulda iki yıla yakın oturdu. Bütün Dünya Nıghtingale'i İstanbul daki çalışmalarıyla tanıdı. Savaşta yaralanıp Hastahanelere getirilen yaralıların ölüm oranı birkaç ay içinde yüzde 60 dan yüzde 40 a düştü. 6 ay içinde Hastahanelerdeki ölüm oranı yüzde 2 cıvarına geriledi.Gereğinde kendi parasını kullanarak Hastahanelere yiyecek ve sağlık gereçleri tedarik etti, sağlıkta bakımın önemini bütün Dünyaya gösterdi.



Florance Nıghtingale in Matematik ve İstatistik bilgilerinin Kamuoyuna yansımaları da bu dönemde ortaya çıktı. Hastahanelerdeki sağlık sorunlarının İstatiksel analizlerini yapmaya başladı. İstatiksel Analizleri savaş sonrası Askerlerin sağlıkn sorunlarını da kapsadı. Savaştan dönen 20 - 35 yaş aralığındaki Askerlerin savaşa gitmemiş akranlarına göre iki kat ölüm oranlarına sahip olduğunu buldu.Kraliçe Viktorya, Prens Albert ve Başbakan Lort Palmerston un ilgisini çekti. Sağlık üzerine İngilterede Kraliyet Komisyonunun kurulmasına neden oldu. Hindistan daki İngiliz Askerlerinin sorunlarıyla ilgilenmeye başladı. İstatistik tekniklerinin kullanılmasında gösterdiği ustalık Florance Nıghtingale'in 1858 yılında Royal Statıstıcal Socıety nin ilk kadın üyesi seçilmesine neden oldu.



İstatistik alanındaki ustalığı sayesinde Nıghtingale sağlık sorunlarını Hükümet düzeyine taşıyabilmiş ve Siyasetcilerin politika üretmelerine katkıda bulunabilmiş bir kadındı. Florance Nıghtingale hiç evlenmedi, o savaşın zor koşullarında gece gündüz demeden yaralılara baktığı için Askerler ona Lambalı Kadın adını vermişlerdi. Savaştan sonra Londra da Hemşirelik okulu açmıştır. 1907 yılında Liyakat nışanı alan ilk kadın olmuştur. 1910 yılında hayata gözlerini yummuştur. 1961 yılında Türkiye de Şişli de açılan ilk yüksek Hemşirelik Okuluna onun adı verilmiştir. Böylece Dünya üzerinde ismini altın harflerle yazdıran ilk Hemşire olmuştur.


Türk Tiyatrosunun ve Sinemasının Devlerinden - Gazanfer Özcan (27 Ocak 1931-17 Şubat 2009)

Güzel Sanatların bir kolu olan Tiyatro Bir hikayenin sahnede oyuncular tarafından canlandırılarak temsil edilmesi sanatıdır. Eseri oynuyan sanatçılara Aktör ve Aktrist adı verilir. Türk Tiyatrosu birçok sanatçılar yetiştirmiş bir Tarihe sahip bir ülkedir. Ne kadar sevinsek azdır. Ben bugün yaşayan bir efsane olan Gazanfer Özcan'ı sizlere hatırlatmak istiyorum. 40 yıldır Eşiyle beraber Tiyatrolarını kapatmamak için mücadele eden vergi borçları yüzünden dizilerde bizleri hayran bıraktıran oyunlarıyla yaşam mücadelesi içinde bulunan bu Büyük üstat oyuncu, Türkiyede değil de başka bir ülkede olsa emekliliğini refah içinde sürdürebilirdi. Buna kaderin bir cilvesi diyorum.ve kendi kendime kızıyorum,Halkımızın da sanat anlayışını pek
anlıyamıyorum. Oxsford'a gitmeden ingilizce konuşan sanatçılara İmparator, Sabahlardaki programlarda Sultan lakaplarıyla taltif ve zengin ettiğimiz kimselerin yanında Büyük ustaları hayat mücadelelerinde yalnız bırakmak Türklüğün şanına pek yakışmıyor.



Sanat hakkında Büyük Atamızın bir sözünü sizlere hatırlatmayı kendime bir vazife addediyorum. ( Sanata değer vermeyen ülkelerin hayat damarlarından biri kopmuştur ) der. Şu an zannımca damarlarımızın tıkanmış olduğunu, yaşamımıza nasıl devam edeceğimiz bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. Bu güne kadar bir Sinema kanununu çıkaramıyan beylere sesleniyorum,Yahu siz orada ne yaparsınız, Lütfen aldığınız maaşları hak edip bir şeyler yapın, Bırakın şu Particiliği, Türkiye için , Sanat için Türkiyemiz için güzel şeylere imza atın. Bırakın Parti Başkanlığı şakşakcılığını , titreyin ve kendinize gelin, Umutlu değilim ama, İnşallah birgün umut ettiklerimize kavuşuruz.



Gazanfer Özcan - ( 17 OCAK 1931 ) Tiyatro ve Sinema Sanatcısı. İlkokulu Cihangir Firuzağa İlkokulunda, Ortaokulu Beyoğlu Ortaokulunda, Liseyi ise Vefa Lisesinde tamamladı. Lisedeyken oynadığı Hisse-i Şayia adlı oyundaki Bican Efendi rolüyle Tiyatroyla tanıştı. Şehir Tiyotralarının çocuk Bölümüne katıldı. 1955 yılında Komedi Tiyatrosunda oynanan Mahallenin Romanı oyunu Tiyatro yaşamının dönüm noktası oldu. Bu oyunda rahatsızlanan Reşit Gürzap ın yerine sahneye çıkıp başarılı olunca kadroya girdi.1962 yılına kadar hem çocuk tiyatrosunda hem yetişkin oyunlarında görev aldı.1962 yılında Gönül Ülkü ile evlendi ve Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosunu kurdu.



1950 li 1960 lı yıllarda çok sayıda sinema filminde rol alan Gazanfer Özcan uzun bir süre Sinemaya ara verdikten sonra 2000 yılında çevrilen Komiser Şekspir filmi ile sinemaya döndü. Pek çok dizide de rol aldı. Kuruntu Ailesi adlı dizideki Hüsnü Kuruntu rolü ile tanındı. Pek çok yapımda Ailenin Babası rolünü üstlendi. Avrupa Yakası adlı dizideki Tahsin Bey rolü ile de Baba rolünü sürdürüyor. 1998 yılında Kültür Bakanlığınca verilen Devlet Sanatcısı ünvanını( Hakkıyla ) almıştır.



Avrupa Yakası dizisinde beş yıldır Tahsin karakterini canlandıran usta Tiyatrocu Gazanfer Özcan ishal ve soğukalgınlığı nedeniyle geçen hafta sonu Hastahaneye kaldırılan Gazanfer Özcan'a acil şifalar diler,Biran evvel iyileşip o güzel heybetiyle şahane oyunlarını zevk ve beğeniyle izlemek dilek ve temennileriyle Sanata değer veren siz kardeşlerime de sıhhat ve Afiyetler dileyerek hoşça kalın derim. Saygılarımla...



Not : Türk Tiyatrosunun haklı gururu olan büyük sanatçı GAZANFER ÖZCAN'ın vefatı başta
ben olmak üzere milyonlarca kişiyi üzmüştür.Büyük Ustaya Allah'tan rahmet dilerim,mekanın cennet olsun...(17.02.2009)