27 Eylül 2008 Cumartesi

Pera-Galata-Beyoğlu

Bizans döneminde Galata Surları dışında evler ve mahalleler yoktu.Birkaç Mezarlıkla Bağlar ve tarlalar ve bunlar arasında Manastırlar bulunurdu.Bu Bölgeye Grekçe (Öte ötesi) anlamına gelen (Peran) sözcüğünden esinlenerek Pera deniliyordu.İstanbulun fethinden sonra başlayan yerleşimle birlikte Hıristiyan Osmanlılar ve Avrupalılar bölge için Pera adını tercih ederken türkler Beyoğlu dedi.Bu iki ad uzun süre bir arada kullanıldı.Kurtuluş savaşından sonra kent ve mahalle adları Türkçeleştirilirken Pera adı kaldırıldı.ve beyoğlu adı kullanıldı.Bu gün eski galata ve peranın bulunduğu alanların ikisine birden Beyoğlu denmektedir.Özellikle Tanzimattan sonra İstanbula yerleşen yabancıların oturmak için Pera ve Galatayı seçmesi Beyoğlunun mimari ve kültürel dokusunda oldukça etkili oldu.1873 senesinde Galata ve Beyoğlu arasında inşa edilen ve dünyanın ilk metrolarından biri olan Tünel işletmeye açıldı.Sonraki yıllarda ilk ismi Grand de Pera olan sonra Cadde-i Kebir denilmeye başlanan İstiklal Caddesinde atlı tramvay seferleri başladı.19 yy sonlarına doğru Pera hemen hemen tümü Avrupa kaynaklı eşyaların satıldığı büyük mağazalarla Fransız tipi Kafelerle Şık Terziler ve güzel Tiyatrolarla dolup taştı.İstanbul un içinde bir Avrupa Kenti yaratan bu gelişme 4-5-6 katlı yapılar yapıldı.Beyoğlu genel olarak 19 yy da gelişmiştir.Bu gelişmenin nedeni bu dönemde Osmanlı Dış Ticaretinin daha önceki dönemlerde görülmemiş boyutlarda büyümesi ve ulaşımın gelişmiş olmasıdır.



19 yy başında Beyoğlu bahçeli evleriyle hala banliyö görünümündeydi.Bu yüzyılın ilk yarısında Beyoğlu ve çevresi henüz tam olarak kentleşmemişti. İkinci yarısında ise Galatasaray ile Taksim arası gelişti.Beyoğlu artık kapitülasyonların koruması altında Yabancıların,Tüccarların, Bankerlerin,Armatörlerin,ve kozmopolit bir çevreye yerleşmek isteyen Zenginlerin Paris modasını taklit ederek yaşadıkları bir yer olmuştur.Yüzyılın sonunda burada Paris in en ünlü sahne oyunlarını aynı zamanda gösteren 3 tiyatro vardı.Bu tarihte modern toplumun gereksinim duyduğu Tramvay ,Gaz,Su ve alt yapı hizmetleri sağlanmıştı.20 yy da Beyoğlunda Galatasaray-Taksim arası önem kazandı.Bu alanda hala bahçeli konakların bulunması ve bunların Apartımanlara dönüşmesi olanağı buranın gelişmesini sağlamıştır.Ayrıca 1913 de ilk elektrikli tramvayın Beyoğlu-Şişli ye bağlaması,Galatasaray-Taksim arasını,Tünel-Galatasaray arasına göre daha merkezi bir duruma getirmiş,Beyoğlunun en kolay ulaşılabilir ve gözde yeri yapmıştır.
1950 lerden sonra kırsal göç ve hızlı kentleşme sonucu İstanbul un aşırı büyümesi,yeni
semtlerin gelişmesi,eğlence kuruluşlarının ve ticaretin ve zengin ailelerin bu yeni gelişen çağdaş alt merkezlere dağılımı ve toplumun Kültürel değişimi Beyoğluna olan ilgiyi azalltı.Hala bazı Lüx Mağazaların İstiklal Caddesini terketmeyişi ve yoğun bir trafik akışı üzerinde olan eski Kültürel düzeyde olmasa bile Beyoğlunun canlılığını korumasını sağlamaktadır.



Beyoğlu'ndaki Önemli Yapı Ve Yerler

AĞA CAMİİ : İstiklal caddesinde yer alan camii 1597 yılında İsmail Ağa tarafından yaptırılır.Camiin duvar yazıları Hattat İbrahim Altınbeşer e ait.Çinileri yakın zamanda onarımlarda değiştirilmiş,iç avluları yeşil,mavi kütahya çinileriyle süslü.
ARAP CAMİİ: Türk ve Bizans mimari özellikleri taşıyan yapının minaresi,çan kulelerine benziyor.717 de Arapların kenti kuşatması,sırasında yapıldığı söyleniyor.Pencereler kapının
oyma silmeleri Bizans sanat örnekleri Dikdörtgen planlı ve ahşap tavanlı olan yapı Haliç in
Galata yakasındaki en büyük camidir.Galata da tersane caddesi Galata Mahkemesi sokağında bulunuyor.


ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ : 1946 da dönemin İstanbul Valisi Lütfi Kırdar tarafından
temeli atılan bina açılışından 585 gün sonra yanmış,Bu gün gördüğümüz bina ise 6 ekim 1978
tarihinde halka açılmıştır.
CİHANGİR : Taksim Sıraselviler caddesinin bitiminde bulunan bu semt adını bir osmanlı
sultanının genç yaşta ölen şehzadesinden alıyor.Oğlunun anısına Topkapı Sarayının tam karşısındaki tepelere bir cami yaptıran bu padişah yıllar sonra,Kedileri,Kafeleri,ve sıcakkanlı mukimleri ve esnafı ile nam salacak bu şirin semte bilmeden adını veriyor.
CUMHURİYET ANITI : Taksim Meydanında yer alan anıt,renkli porfirden yapılmıştır.Alan
düzenlenmesi,ve kaidesi Mimar Moniceri nin eseri,anıt ise italyan Conanica nın çalışması
8 Ağustos 1928 de açıldı.



ÇİÇEK PASAJI : Beyoğlunun hatta İstanbul un mutlaka uğranılması gereken mekanlarından yanyana dizilmiş,lokanta,barlarıyla turistlerin olduğu kadar bizzat İstanbulluların da ılgisini esirgemediği bir yer çiçek pasajı.Yemek yerken sokak çalgıcılarını veya yan restorandaki
fasıl heyetini dinleme şansına sahipsiniz.
GALATA KULESİ : Galata surlarının kulesi,olarak 1348 de Cenevizliler tarafından yaptırılır.1509 depreminde surları yıkılan kulenin sadece kendisi kalmış,Osmanlı devrinde çeşitli amaçlarla kullanılan kule 16yy da Kasımpaşa Tersanesinde çalışan tutsakların zındanıymış.18 yy da yangın gözetleme yeri,1794 teki yangında tümüyle yanan kule daha sonra dört yana çıkıntılı percereli bir kat yapılıp üzeride külahla örtülür.61 metre yüksekliğinde olan kule bodrumuyla birlikte 12 katlı Cenevizliler döneminde kulenin tepesinde bir haç vardı.Günümüzde ise 6,75 m yükseliğinde bir alem duruyor.1964 ten sonra onarılarak turistik bir yer haline getirildi.
GALATASARAY HAMAMI : Restore edilmiş bu tarihi hamam 1481 den bu yana bugün bulunduğu yerde.


SERPUŞ HAN : Avlusu olmayan Hanın bir Bizans yapısının temelleri üzerinde 18 yy da
yapıldığı sanılıyor.Taş ve tuğla örgü düzeni,sivri kemerli,pencereleri dönemin Osmanlı mimarisini gösterir.
TAKSİM : Taksim semti ve meydanı adını eskiden Galata-Beyoğlu suyunun taksim edildiği yani dağıtıldığı merkez olmasından ötürü almış,Meydan olmadan önce eski evlerin sıralandığı dar bir bölge olan semt,Meydan haline getirilip genişletildikten sonra zamanla bugünki görünümünü almış,Meydanın ortasındaki Cumhuriyet anıtı ve çevresi bugün tören yeri olarak kullanılıyor.Birde buluşma yeri işlevini üstleniyor.Taksim meydanına İstanbul un gece (veya Gündüz) hayatının en işlek eğlence mekanlarını barındıran Beyoğlunun bir nevi giriş kapısı da denilebilir.Veya İstanbul un boy aynası.



TÜNEL : Beyoğlunu Galataya bağlayan Yeraltı tren yolunun bir kapısı,Karaköyde,diğeri Tünel semtinde 17 ocak 1875 tarihinde açılan tünel,İngiliz ve Fransız ortak yapımıdır. ve zamanın parasıyla 150 bin liraya mal olur.Karaköy ile Şişane arasında bir tünel işletmeyi ilk düşünen ise Gaven adındaki Fransız Mühendisidir.Gavenin aklına bu parlak fikir,turist olarak geldiği İsatanbul da yüksekkaldırımı nefes nefese çıkarken gelir.Saraya duyurduğu fikir büyük ilgi görünce 1871 de inşaata başlanır ve 1874 de tamamlanır.İlk tünel seferi kuzular ve koyunlar içindir.Kaza ihtimaline karşın ilk vagonlar açık olan ve oturacak yer olmayan tünel,elektrik olmadığı için kandille aydınlatılır.Önceleri İstanbullulardan pek ilgi görmeyen tünel aylar sonra insanların bu yeniliğe alışmasıyla vazgeçilmez olur.



Tünel çalışmaya başladıktan yaklaşık 7 ay sonra 25 Ağustos 1875 tarihinde kayış kopmasından kaynaklanan bir kaza meydana geldi.Bu kaza Makinistin frene zamanında basmasıyla kazasız atlatıldı.Tünelde ölümle sonuçlanan tek kaza 6 Temmuz 1943 tarihinde meydana geldi.Yine kayış kopmasının sebep olduğu bu kazada bir kontrol memuru hayatını kaybetti.Birçok yolcu da yaralandı.Tünelin modern teknolojinin gereklerine uyum sağlaması amacıyla 1968 yılında yenilenmesine karar verildi.Fransız L,electro Entreprise Firmasının üstlendiği yenileme çalışmaları sebebiyle 25 Kasım 1968 -2 Kasım 1971 tarihleri arasında tünel kapalı kaldı.Günümüzde tünel Karakoy-Beyoğlu arasında sessiz sedasız gidip gelip İstanbul halkına hizmet vermektedir.

Çiçek Pasajı (Cite de Pera)

Sevgili Dostlar,Türk Turizmi için çok önemli bir bölge olan Çiçek Pasajı 1876 yılında Galata Bankerleri sanıyla tanınan ve gerektiğinde saraya bile borç verecek kadar güçlü mali yapısı bulunan Rum Bankerlerden biri olan Hristaki Zografos Efendi yanan Naum Tiyatrosunun yerini satın alarak Rum Mimar Cleanthy Zanno ya projelerini çizdirerek bu arsa üzerine yeni bir tip çarşı ve Apartıman olacak bir bina yaptırdı. 1876 yılında yapımı biten binanın altında o dönemde moda olan, Paris tarzında düzenlenmiş 24 Dükkan üstünde ise 18 Daire bulunuyordu.



Dükkanların oluşturduğu pasaja Hristaki pasajı Binaya ise (Cite de Pera) adı verilmiştir.Pasajın ilk dönemlerinde açılan Acemyan ın Tütüncü Dükkanı,Maison Porret ve Vallaury nin Pastanesi,Japon Mağazası,Naturel Çiçekçisi,Pandelis in Çiçekçi Dükkanı,Schumacher in Fırını,Papadapulosun Mücellithanesi,Keserciyan ın Terzihanesi Yorgo nun Meyhanesi,Sideris in Kürk Mağazası,gibi işletmeler bu Dükkanlardan birkaçıydı 1908 yılında bina mülkiyetinin Sadrazam Sait Paşaya geçmesiyle birlikte (Sait Paşa Geçidi) adını almıştır. Mütareke yıllarında ise Pasajdaki küçük dükkanlara çiçekçiler yerleşmeye başlamış, Ekim Devriminden kaçan Beyaz Rus Kadınları,Baronesler,ve Düşeşlerde burada çiçek satanlardan bazilarıydı.



Cite de Pera bir süre çiçek mezat yeri olarakta kullanılmaya başlanınca Beyoğlundaki çiçekçiler Pasaja toplanmış ve Pasajın adı (Çiçekçiler Pasajı )na dönüşmüştür.1940 yıllarından başlayarak açılan bira ve meyhaneler bir süre sonra Apartman sakinlerini ve çiçekçileri yavaş,yavaş başka yerlere taşımış ve geriye sadece Çiçek adı kalmıştır.Pasajın ilk Meyhanesini açan ise Yorgo Efendi olmuştur.Eski işletme sahiplerinin resimleri ,Pasajın Müdavimlerinden ünlü Gurme,Mimar ve Yazar Aydın Boysan ın resmi ve Akordeoncu Madam Anahit in resmi pasaj duvarlarını süslemektedir.



Gösterişli cephe Mimarisine sahip çiçek pasajı ( Hristaki Pasajı- Cite de Pera ) halen Beyoğlunun
en süslü binası olma özelliğine sahiptir. Çiçek Pasajı Beyoğlu akşamlarının ilk durağı,yönlendirici Merkeziydi adeta, ya uzun bir akşamın ilk yudumları yada eve gitmeden bir iki kadehle stresin atıldığı bir mekan,gönüllerimizi coşku ile dolduran çiçek pasajı meyhanelerinde hergün ve her gece başka bir alem yaşanır.Sofraları süsleyen meze çeşitleri göz ve damak zevklerinize yeni ufuklar açar.


Rakılarını yudumlayarak hayal alemlerine dalanların masalarında heran yeni umutlar açar ve dostlarla paylaşılan sofralarda insanların Şairlikleri de ortaya çıkar...kendi dünyalarıyla buluşan meyhane ozanları,Şövalyeler gibi cesur,mecnunlar gibi aşık olurlar. Eğer bir gün sizde aşık olursanız bu düşler alemine dalmayı ihmal etmeyiniz.Çünki Çiçek Pasajı Meyhanelerinde hayal kurmanın keyfi başkadır.

Osmanlı'da Temaşa Sanatı (Tuluat-Kanto ve Ortaoyunu)

Kanto adı İtalyanca şarkı söylemek anlamına gelen (CANTARE) Kelimesinden alınma bir deyim olarak İstanbul a gelen gezginci bir tiyatrodan kalmıştır. Doğuşu 19 yy olarak kabul edilen kantonun başlangıcı olarak çoğunlukla 1870 tarihi verilir.Sahnede hareket ederek şarkı söylemeye ve bu yolda yazılmış özel şarkılara kanto denir. Türkiyede Güllü Agop Tiyatrosundan sonra ilk yönelme alanının neresi olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bu mekanlar bir görüşe göre Galata ve Beyoğlundan Şehzadebaşı Direklerarasına uzanmıştır.Kanto bizim çiftetelli dediğimiz kırık oyun tarzı ile karıştırılarak kanto adı ile bir tip sahne dansı halinde tüluat Tiyatromuzada geçmiştir. Trompet Davul, Kemanüdar çalgılardan kurulmuş bir takımla icra edilen kantonun ilkkez Kadıköy Yoğurtçu Parkında şalaş bir tiyatroda oynandığı söylenir.İlk kez kimin tarafından sahneye getirildiği hakkında kesin bir bilgi yoksada Kantocu Aranik Hanımın adı geçer.



Vasfi Rıza Zobunun Hatıralarında ise bir başka isim olarak Kadriye Hanım yer alır.Bu görüşe göre ilk müslüman Türk kadını Aktristi 1889 yılında Papasköprülü Amelya takma ismiyle 1889 yılında Nazillide sahneye çıkan Kadriye Hanımdır.Kanto Dünyası şüphesis AmelyaKadriye nede Peruz la sınırlıdır.Kel Hasanın Hayalhane-i Osmani Kumpanyasında kantoculuğa 14 yaşında başlayan ve 54 yaşında hayata veda eden Sıvaslı Perviz Hanım ilk öncüleri arasındadır.Şehzadebaşindaki Ferah Tiyatrosunun karşısındaki binada faaliyet gösteren bu tiyatronun sahnesine nice yıldızlar çıkmıştı. Küçük ve Büyük Virjinler,yine Küçük ve büyük Emilyeler (Amelyalar) o sihirli gecelerin yıldızları olmuşlardı.Kanto Dünyasının onca yıldızı arasından birini seçmenin çeşitli güçlükleri vardır.



Çeşitli unsurları birleştıren kantonun sadece ses olarak ele alınması mümkün değildir.Ama kimin ünlü olduğu sorulursa, Peruz bu dünyanın bir numarasıdır.Şamram Hanımı ikinci sıraya koyarsak ,Virjin ve Kamelyayıda üçüncülük kürsüsüne çıkarabiliriz.Küçük Virjin ,Rozika,Eleni,Viktorya,Mari,Luçika ve Tereza diğer önemli isimler arasında gösterilir.Eski İstanbul Ramazanlarının eğlence hayatı doğal olarak Sahneyide renklendirmişti.Ve Ramazanların en önemli rengide kanto olmuştu.Düetto Kantoların iki kişinin müzikli bir oyunu şeklinde sahneye konmasıydı.Rengarenk bir sahne cıvıl,cıvıl iki kantocu karşılıklı tartışma içine girerdi.Seyirlik unsuru çok olan düettolarla,kanto dünyasının en renkli bölümü olmuştu.Düetto güldürür fazla atışmalarla dolu olduğu gibi alaycı ve övücüde olabilirdi.Düettoya çoğunlukla iki kadın çıkardı. Ama bazen bir erkek de olabilirdi.Kantocuların Küçük Amelya gibi erkek kılığında Düettoya çıkması seyirciye hayli çarpıcı gelirdi.



Ramazan gecelerinde Naşit Bey,Fahri Bey ile Millet Tiyatrosunun Perdelerini ses Muganniyesi
Hamiyet Hanımla açıyor,Şamram,Hermine ve Ayten Hanımlar kantoya çıkarak ramazan gecelerine renk katıyorlardı.Emilya Hanım ise Amerikan Tiyatrosunun Küçük Amelya olarak bilinen ünlü kantocusudur.ve kocası Todori ile Düetlerin unutulmazları arasına girmiştir.

PERUZ HANIM - Osmanlı dönemi sahne dünyası renkli aldatmacalarla doludur.Peruz Kanto
dünyasının minicik boyuna rağmen en büyük dilberidir. Yakmadığı can kalmamıştır. Devrin Paşazadelerinden tutun da en yıldız aktörlerine kadar cümle alem Peruzun pençesine düşmüştür.Ama işvesi ve gönülççelenliği ile erkekleri birbirine düşüren Peruz sonunda baltayı taşa vurmuş,ve devrin kabadayısı ( Bıçakçı Petri ) ye çarpılmıştır.Çarpma ama ne çarpma,Petri bir Paşazade ile aldatılınca kıskançlığının doruk noktasında Peruzu kalçasından biçaklamış ve kantocu bu yüzden kendini erkeklere değil müziğe vermiştir.



İSMAİL DÜMBÜLLÜ - İsmail Dümbüllü 1897 yılında Üsküdar Süleymanağa Mahallesinde doğdu.Babası II.Abdülhamidin Silahşörlerinden Zeynel Abidin Efendi,Annesi Fatma Azize Hanımdır.Üsküdar İttihat-ı Terakki Mektebinde okula başlar.Tiyatro yüzünden Askeri Rüştiyeden atılmasının ardından 16 yaşında Kel Hasan Efendinin Dilküşa Tiyatrosuna girer.Şevki Şakrak,küçük İsmail Efendi Komik Naşit Efendi gibi zamanın ünlü oyuncularıyla aynı sahneyi paylaşmıştır.Profesyonel olarak Şehzadebaşı Tiyatrosunda başlar,oynadığı oyunlardan en çok gözlemci,Kavukluya hile,Çifte Hamamlar,Ters Biav,ve Kanlı Nigarı severdi.Oynadığı filimlerde en çok Nasrettin Hoca ile özdeşleşmişti.Bir trafik kazasının biray sonrasında 5 Kasım 1973 Tarihinde büyük tüluat ustasını kaybettik.Kabri Üsküdarda Çiçekci Camii karşısında bulunan Karacaahmet Mezarlığında bulunmaktadır.



Burada Temaşa Sanatının vazgeçilmezi Kantolarından birkaç örnek verecek olursak bunlar sırasıyla :
Bahçelerde gezelim
Leblebiyi kavurdum
Küçücükten eğlenmeyi
Koymazmısın şu kalbime elini
Ben kalender meşrebim
Bu cuma osmanbeyde
Sarhoşum ama falso yapmam
Koşa,koşa
Ben yarimi gördüm
Alem rüyada görsün ...........ve daha birçokları. Esen kalınız.


Türk Radyo ve Televizyon Sunucusu-Gazeteci-Maç Spikeri-Muhabbet Ustası Halit Kıvanç

Halit Kıvanç 1926 Yılında İstanbulda doğdu. Türk Radyo ve Televizyon Sunucusu.Gazeteci,eski maç Spikeri.Türkiyenin en ünlü ve en uzun süreçalışmış sunucularındandır. Yazar ve Müzisyen Ümit Kıvaç ın babasıdır.Orta öğrenimini Pertevniyal Lisesinde,Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladı. Hürriyet,Milliyet,Güneş,Tercüman başta olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazar ve yönetici olarak üst düzey görevler aldı.




1953 te Alp Zirek, ve Halit Talayer ile birlikte,Memleketimizin ilk günlük spor Gazetesi ( Türkiye spor) Gazetesini çıkardı. Bir yıla yakın ünlü yayın Kuruluşu BBC de çalıştı. TV.nin birçok yayınında ilklerin adamı oldu. Olimpiyatlar ve birçok Uluslararası karşılaşmalarda sunucu olarak görev aldı.Dünya Kupasını Televizyondan sunan ilk Türk Spikeridir.10. Dünya kupası Finallerini Radyo ve TV de nakletmiştir.Sunuculukta 50 yılını 2005 te bir jübileyle kutlayan Kıvanç, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti TSYD ve diğer kuruluşların düzenlediği yarışmalarda 200 ün üzerinde ödül aldı. 1983 yılında Cumhurbaşkanlığı Kupası maçıyla maç Spikerliğine veda etti.
Yazar, Spiker,Sanat adamı olarak kabul edilen Halit Kıvanç, Türk Halkına temiz bir türkçeyle saygın ve eğitici çalışmaları ile hizmet vermesinden dolayı, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi tarafından kariyer dalında büyük ödüle layık görüldü.




Kıvanç halen NTV Televizyonunda Pazar günleri Halit Kıvanç la Ustalar adlı söyleşi Programını sunuyor. Koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Halit Kıvanç halen Fb. Tv. de yayınlanan Efsanenin yeni yüzyılı isimli söyleşi programını sunmaktadır.Meksikada Peleyi, İspanyada Ole'yi, Arjantinde Voleyi,Lüx otelde Baloyu, Şahane konserde soloyu,Tiyatroda Galayı,Folklorda halayı, Kaç törende kaç olayı sunmuşum da sunmuşum, İşte size anılarım;Bana herzaman sorarlar niye Fenerbahçelisin kabul etmeyebilirdiniz neden Fenerbahçeli oldunuz ?Fatih doğumluyum,Mahallede çocuklarla top oynardık.Ama Mahallemizde büyük Ağabeyler vardı.Sonra onlar gittiler büyük takımda Antramana çıktılar.Hatta bir tanesi de o takımda oynadı.O Takım Fenerbahçeydi.Mahalledeki Ağabeyler Beşiktaş yada Galatasaraylı olsaydı bende olabilirdim.Bizim çocukluğumuzda böyleydi. Tek faktör bumuydu ? diye sorduklarımda cevabım şöyleydi ;Rahmetli Amcamın ve Oğullarının evi Kadıköyde Fenerbahçe Stadının çok yakınındaydı.Fatih ten Kadıköy e geçtiğimizde 5-6 yaşındayken beni gezmeğe diye Fenerbahçe Stadına Antraman seyretmeye götürürlerdi.İlk gördüğüm forma Sarı Lacivert oldu.




Ötmeyen Kanaryalara Halit suyu hikayesi ,Bu Rahmetli Altan Erbulakla uydurduğumuz bir hikayedir.Dokuz aylık konuşmuşum ve susmuşum,Yandaki komşu, Kafesiyle birlikte Kanaryayı getirmiş,Kanaryanın suyunu içerse çocuk konuşur demişler, Ben bu fıkrayı İzmir Fuarında anlattım. Ellerinde şişelerle ciddi anlamda konuşma problemi olan çocukları görünce fıkrayı sahnede programdan çıkardım.Rahmetli Altan Erbulak ile Sahnede şow yaparken kullanırdık.Altan Halit Çocukken kekemeymiş,10 yaşına kadar konuşmamış,gelin görün ki şimdi ötmiyen kanaryalara Halit in suyunu içiriyorlar.Ama Halit eğer kekeme olsaydı,nasıl maç anlatırdı,diye harıkulade anlatırdı.Artık hatıra olarak kaldı.




Bu güne kadar 30 adet kitap yazdım. Futbol kitapları da var.Biryandan da TÜRVAK ta ders veriyorum.Fenerbahçe TV de Belgesel Talk-Show Yapıyorum. O programda Aslan Kaplan Fener diye anlatmıyorum. Beşiktaşlı Baba Hakkının adı geçiyor,o noktada yeni kuşakları bilgilendirecek detaylarını anlatıyorum.Magazin ile içiçe durumum oldu.Türkan Şoray ı ilk kez sahneye çıkaran benim.Fitaş ta halkın içinde ödül almak için ilk çıktığında mikrofonda ben vardım. Öte yandan 1976 yılında İzmir Alsancakta bir konserde ( Şu küçük kızı anons edermisin ? ) dediler, Kağıda ismini yazdılar,Anons ettim.Adı Sezen Aksu idi.





81 Yaşında hala koşturuyorum. Allahın bir lutfu olacak Sıhhatim yerinde,Tabi bunda çalışmanında etkisi var.Sigarayı 35-40 sene önce bıraktım.Alkolü ise ölçülü kullanırım.
Büyük Üstat Halit Kıvanç ,Ben profilinizi köşemde elimden geldiği kadar anlatmağa çalıştım. Bir kusur ettiysek affola,Son söz olarak sizi canı gönülden kutlayan bir hayranınız olarak ,sizi şöyle ifade edeceğim.İstanbulda ilk Televizyon Yayınlarının yapıldığı Teknik Üniversite Stüdyolarının değişmez ismiydi, Halit Kıvanç,kendi çizgisini çizerken hiçbir zaman taklitçiliğe kaçmayan,Yılların eskitemediğin ve eskitemeyeceği Büyük Üstat daha nice senelere Mutluluklar Dilekleriyle.



Türk Futbolu'nun ve Fenerbahçe'nin Ordinaryus Futbolcusu Lefter Küçükandonyadis

Sevgili Dereden Tepenin kıymetli dostları. Halit Kıvanç gibi büyük bir şöhreti anarken Futbol da da onun kadar önemli bir şahsiyeti yazmamak,anmamak olmazdı.Size Futbolün Ordinaryüsü olan yaşayan bir devden bahsedeceğim ,işte onun biografisi ve o büyük insan Lefter Küçükandonyadis tir.Lefter Küçükandonyadis,Rum Asıllı Türk Futbolcu, 1925 Yılında İstanbulda doğdu. Türkiyenin ve Fenerbahçe Spor Kulübünün Efsane futbolcularından biridir. Birçok spor otoritesine göre Lefter Fenerbahçe spor Kulübünün ve Türk Futbol tarihinin gördüğü en yetenekli oyuncularındandır. Fenerbahçe formasıyla 615 maçta 423 gol attı.Türk Milli Takım Formasıyla 50 maçta 20 gol attı.




Fenerbahçeden sonra İtalyanın Fiorentina ve Fransanın Nice Takımlarının formalarını giydi. Futbol hayatını oyunculuktan sonra Yunanistan ve Türkiyede Teknik Adam olarak sürdürmüştür. Şu anda Büyükada da yaşamaktadır. Efsane futbolcu daha iyisi gelmedi,Büyük Fenerbahçeli, Hayranlık duyduğumuz büyük futbolcu,ayrıca Rum asıllı olmasına rağmen Türk Milli Takımında oynamış ve bir yere aidiyetin kafatasından değil o kültürde yetişmekten kaynaklandırıldığını göstermiş büyük insan. Fenerbahçe Formasıyla rakip fileleri 423 kere havalandırmış, 1925 Doğumlu efsanevi futbolcu,son vuruşlardaki ustalığı ve yüksek orandaki gol ortalaması ile tanınan Lefter, Yurt dışında top oynama başarısı göstermiş ilk futbolculardandır.
Kimi kaynaklara göre Türkiyenin gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu olarak gösterilir.Bir dönem Fenerbahçe camiasına kırgın olan,gönlünü almak için kulüpten adam yollanıp İstanbula davet edildiği sırada ise biraz kırgınlığım var ama Fenerbahçe Başkanı emrediyorsa gideceğiz diyerek ne kadar büyük bir Fenerbahçeli olduğunu kanıtlayan yaşayan efsane.




Fenerbahçeye transfer olduğu sezon yazında Türkiye turnesine çıkmıştır.Türkiyenin bütün şehirlerinde dostluk maçları düzenlenmiş ve halkın Lefteri canlı izlemesi sağlanmıştır.Tribünler bu harika adamı izlemek için dolmuştur,ve Lefter hiçbir çıkarı olmadığı halde yaz tatilini böyle bir kampanya için feda etmiştir. Fenerbahçe ve Türk Milli Takımının unutulmaz santraforu, şu sıralar Büyükadada oturan büyük şahsiyet. Türk Futbol Tarihinin gelmiş geçmiş en önemli futbolcusudur. Rum olduğu halde Ayyıldızlı formayı giyipte hakkını veren ender futbolculardandır.Yunan Milli Takımının yüksek para teklifini reddedip Türkiye için oynayan Fenerbahçe tarihinin unutulmaz ismi. Adı Fenerbahçe Marşında geçen dört efsanevi futbolcudan biridir.




Türkiyenin Ordinaryüs lakaplı futbolcusudur.Türbinlerde söylenen tekerlemeyle ver Leftere yazsın deftere lafı hala kulaklarımızdadır. Metin Oktayla birlikte bu neslin futbol adına kaçırdıkları en büyük iki değerden biri,bizim payımıza Hakan Şükürle Tanju Çolak düştü.Babalarımızın Dedelerimizin bizden daha şanslı olduğunu bu futbolcuları anlatırken gözlerinden anlamak mümkündür. ve o devirde söylenen şu tekerleme ,onun büyüklüğünü birkere daha ortaya koymak tadır.( Tribünler inledi binlerce kere - Ver Leftere yaz deftere - Bitti Kalem - Doldu Defter - Bu Alemde Kral Lefter. ) Bize ırkçı diyenlere Lefterin Milli Takımımızda oynaması çok büyük bir antitezdir.Acaba Batı Trakyada Yunanistan sınırları içinde yaşayan orada doğup büyüyen Yunanistan vatandaşı bir Türk Futbolcu Yunan Milli Takımına alınırmıydı ? Bunu bütün Avrupalılara sormak lazımdır.




Buraya bir Antrparantez koyup Gazete İstanbul da çıkan Lefter hakkındaki yazımı tekrar etmek istiyorum. Başlık Kardeşim Lefterle başlıyor. Tarih 31-10-2007 saat 12.50.04 te yazıldı. Sevgili Lefter,ister rum asıllı ol ,ne istersen ol,Ben seni bir Türk olarak Bağrıma basmışım,Beni Gençliğinde şahane futbolunla şan ve şerefle Milli Takımda temsil etmiş güzide insanlardan birisin, Hastaymışsın sana acil şifalar diler, Gözlerinden muhabbetle öperim. Sevgili Lefter bizler sende dahil,Mevlananın Torunlarıyız.Biz bu yurtta yaşıyan herkesle kardeşiz Gerisi lafı güzaf . (Özer Rayman)
Ve son olarak 50 kez Milli formayı giyen bir Fenerbahçeli olarak , Futbol Federasyonunun Altın Madalyasıyla onurlandırıldın.Sen çok yaşa Fenerbahçeli Ordinaryüs Lefter Küçükandonyadis.


Türk Müziğinin Unutulmaz Seslerinden Bestekar Yıldırım Gürses (1939-2000)

21 Ocak 1939 da Bursa da doğdu.Henüz 20 yaşındayken Ankara Radyosunun,Bir yıl sonrada Ankara Devlet Operasının sınavlarını kazandı.İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisini 1961 yılında bitirdi.Bu yıllarda kendi Bestelerini Kazablanka Gazinosunun Sahnelerinde seslendiriyordu.1961 yılında kendisi gibi ses sanatcısı olan Ayla Gürsesle evlendi.Bu evlilikten Beyazıt adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi.1961 yılında Devlet Opera imtihanına girdi ve birinci oldu.Operada 7-8 ay çalıştıktan sonra ayrıldı.1965 yılında Hürriyet Gazetesinin Altın Mikrofon yarışmasına kendi orkestrası,sözü müziği kendine ait ( Gençliğe Veda ) ile katıldı.Birinci oldu.


GENÇLİĞE VEDA

Ben bilmezdim bu yaşa kadar
Aynalara düşman olduğumu
Ben bilmezdim bu yaşa kadar
Hassas ve kırılgan olduğumu
Dizlerim neden ağrıyor
Neden gözlerim az görüyor
Saçlarımın arasında
Görünen beyazlarda ne ?
Yoksa saçlarıma ak mı düştü ?
Çizgiler yerlerini aldı bile
Ogüzelim yüzümüzde
Derinden bakan mavi gözlerimin
Işıltısı bile kaybolmuş
Söylemeye dilim varmıyor
Ancak
Yaşlandık galiba



Altın Mikrofondaki bu başarının ardından Yıldırım Gürses çalışmalarına hız verdi. Sanatçı popülerMüziğin en önemli isimlerinden biri haline geldi. ( Son Mektup,Gelmez giden günler geri,Bir kırık kalp,Bir Garip yolcu.Sonbahar Rüzgarları ) parçaları ile başarı yakaladı.

SON MEKTUP

Anla artık anla beni
Unut bütün geçenleri
Anla artık anla beni
Unut bütün geçenleri
Bitsin herşey bütün aşkım
Bunu senden diliyorum
Son mektubu yazarken ben,saadetler dişiyorum
Biliyorum ayıracak bu son mektup ikimizi
Bu son mektup koparacak yıllar süren sevgimizi
Bitsin herşey,bütün aşkım
Bunu senden diliyorum
Son mektubu yazarken ben saadetler diliyorum

GELMEZ GİDEN GÜNLER GERİ - YILLAR SONRA

Yıllar sonra rastladım çocukluk sevgilime
Oaşina bakışlar içimi deldi yine
O bakış ki götürür beni yıllarca geri
Hatıramda canlandı ilk aşkımın gülleri
Gelmez o günler,dönmez o günler
Mazide kaldı hep




BİR KIRIK KALP

Aşkım bahardı
Ümitler vardı
Sen gittin diye
Gönlüm karardı
Ah geçti o günler
Unutuldu yeminler
Bir kırık kalp kaldı
Aşkım bahardı
Ümitler vardı
Sen gittin diye
Gönlüm karardı
Neden terk ettin
Bırakıp gittin
Ümitsiz kaldım
Gönlüm karardı
Ah geçti o günler
Unutuldu yeminler
Bir kırık kalp kaldı

BİR GARİP YOLCUYUM HAYAT YOLUNDA

Bir garip yolcuyum hayat yolunda
Yolunu kaybetmiş perişanın ben
Mecnun misali gurbet ellerde
Ümitsiz sevginin kurbanıyım ben
Yalan Dünya herşey bomboş
Hancı sarhoş yolcu sarhoş
Bir gün gibi sanki geçti seneler
Ümidim kayboldu perişanım ben
Alın yazımmış hayat yolunda
Ümitsiz sevginin kurbanıyım ben
Yalan dünya herşet bomboş
Hancı sarhoş yolcu sarhoş

SONBAHAR RÜZGARLARI

Düşen bir yaprak görürsen
Beni hatırla demiştin
Biliyorsun ben seni
Sonbaharda sevmiştim
Her sonbahar gelişinde
Sarı sarı yapraklarda
Kuru dallar arasında
Sen gelirsin aklıma



80 lerin başında Ajda Pekkan ile birlikte ( Affetmem Asla Seni ) ile yeni bir hamle yaptı.Aynı
Albümde yer alan ( Dertliyim Arkadaş ) ve sonra çıkan Eller ile Gül Dudaklım sanatçının ses getiren son şarkıları oldu.

AFFETMEM ASLA SENİ

Ateş olup yaksanda
Gonca güller taksanda
Ahu olup baksanda
Affetmem asla seni
Som altından tac olsan
Aşkıma muhtaç olsan
Derdime ilaç olsan
Affetmem asla seni
Yakut yüklü dal olsan
Al ipekten şal olsan
Peteklerde bal olsan
Affetmem asla seni
Şarkı olsan dillerde
Gonca olsan güllerde
Leyla olsan çöllerde
Affetmem asla seni
Som altından tac olsan
Aşkıma muhtac olsan
Derdime ilaç olsan
Affetmem asla seni
Yakut yüklü dal olsan
Al ipekten şal olsan
Peteklerde bal olsan
Affetmem asla seni

ELLER ELLER

Bülbüller güle gelir
Öpülür hale gelir
Konuşan ellerimiz
Savrulan mendil gibi
Kalplerde kandil gibi
Aşk okuyan dil gibi
Kıvrılan ellerimiz
Mektup yazar naz eder
Kışlarını yaz eder
Açılır niyaz eyler
Uçuşan ellerimiz
Mektup olur yazılır
Falın olur bakılır
Dostun olur sıkılır
Uzanan ellerimiz

GÜL DUDAKLIM

Yüce dağdan esen,sazımdaki kırık telden
Busbulanık akan selden,sorarsam beni gül dudaklım
Çiçeklenmiş dalımsın,ince mercan balımsın
Sanki benim canımsın,sorsam seni gül dudaklım
Ayrılmasın yollarımız,boş kalmasın kollarımız
Aşkla dolsun yıllarımız,sorsam seni gül dudaklım
Çiçeklenmiş dalımsın, inci mercan balımsın
Sanki bemim canımsın,sorsam seni gül dudaklım



Sanatçının diğer önemli şarkılarından bazıları şunlardır; Mevsimler yas tutup çöller ağlasın,Liseli kız, Çal kanunum çal,Yıllar sonra rastladım,Aynı zamanda Arif Nihat Asyanın Fetih Marşı şiirinin sanatçı tarafından yapılan yorumu çok beğenilmiştir.Yıldırım Gürsesin önemli bestelerinden biri İçime hep hüzün doluyor,sözleriyle başlıyan rast makamındaki şarkısıdır.350 yi aşkın Türk Sanat müziği bestesine imza atan ünlü sanatçı Yıldırım Gürses 18 Kasım 2000 tarihinde 61 yaşında kalp krizi sonucu öldü.Bıraktığı eserleri beğeniyle okurken,dinlerken ona tanrıdan rahmet dileriz.Yattığı yer cennet olsun.

MEVSİMLER YAS TUTUP ÇÖLLER AĞLASIN

Mevsimler yas tutup çöller ağlasın
Ahımda inleyen teller ağlasın
Mademki sen yoksun şimdi yanımda
Leylaklar dökülüp güller ağlasın
Sevgilim bu yerden gittin gideli
Ilgıt ılgıt esen sevdanın yeli
Şu öksüz ruhumun sensin emeli
Leylaklar dökülüp güller ağlasın
Bu aşkın emeli sarmış gönlümü
Rüzgarlar söylesin bu son sözümü
Ne çare kaybettim nazlı gülümü
Leylaklar dökülüp güller ağlasın

ÇAL KANUNUM ÇAL

Gülmedi bahtım yine
Bu sevda bitti yazık
İkimizin derdini
Anla kanunum artık
Çileli başım gibi
Gönül sırdaşım gibi
Akan gözyaşım gibi
Çağla kanunum artık
Çal kanunum çal
Derdini söyle bana
Çal kanunum çal
Derdini söyle bana
Acılar gönlümüzde
Sitemler dilimizde
Ne kaldı elimizde
Söyle kanunum artık
Çileli başım gibi
Gönül sırdaşım gibi
Akan gözyaşım gibi
Çağla kanunum artık
Çal kanunum çal
Derdini söyle bana
Çal kanunum çal
Derdini söyle bana

Türkiye'de Ayaküstü Gırgırın Piri,İlk Stand-Up cı,Gazeteci-Yazar ve Takdimci Orhan Boran

Orhan Boran ( İstanbul 30 Haziran 1928 ) Türk Radyo ve Televizyon sunucusu ve Aktör.1960 yıllarından itibaren Gece Kulüplerinde,Ayaküstü Gırgırı adıyla Türkiyede ilk stund-up geleneğini başlatan ünlü mizah ustasıdır.Televizyonun henüz olmadığı Radyolu günlerde,mükemmel Türkçesiyle kibar esprileri,unutulmaz pürüssüz sesi,nezaketi ve Beyfendiliğiyle tanınmıştır. Sıvas Kongresinde Mustafa Kemale hitaben yaptığı Mandaya karşı oluş,konuşmasıyla meşhur olan,Askeri Doktor Hikmet Boranın oğlu olup,Güler Boranla evlidir.Orhan Boran Edremit Cumhuriyet İlkokulu nu bitirdikten sonra 1938 yılında yatılı olarak Galatasaray Lisesine girdi. İlk sahne deneyimini Galatasaray Lisesinde okurken ,İstanbul Şehir Tiyatrolarında Rejisör olan ve okul temsillerini sahneye koyan Nejdet Mahfi Ayral tarafından Molyerin bir oyununda oynamak üzere seçildiğinde yaşadı.1944 yılında Babası Hikmet Boranı kaybetti.1946 yılında Galatasaray Lisesinden mezun oldu ve Türkoloji Fakültesine yazıldı.Fakat para kazanması lazımdı.




Aynı yıl Nejdet Mahfi Ayral kendisini Muhsin Ertuğrul ile tanıştırdı.İstanbul Şehir Tiyatrolarında işe başladı.ve Vasfi Rıza Zobunun talebi üzerine,birlikte oyunlar sergilediler.17 cıvarında oyunda rol aldı.Bir Fransız gurubuna yaptığı tercümanlık sonrası,bu guruptan aldığı bir teklif üzerine Paris Thieatre des Mathurins Tiyatrosunda bir yıl kadar staj yaptı.Fakat Tiyatroculuğa ısınamadı,Burada bazı sahne sanatçılarının esprili konuşmalar yaparak halkı güldürmesinden esinlendi.Ülkesine döndüğünde değerlendirmeyi tasarladı. En çok Radyoya ilgi duyuyordu.
( 1949 - 1950 ) Yılları arasında okumakta olduğu Türkoloji Fakültesini 3. sınıftan terkedip Ekrem Reşit Rey in Asistanı olarak girdiği memuriyet hayatında temsil yayınları Rejisörlüğü yaptı. O güne kadar düşünülmemiş olan Kamyonu Taksimde durdurup insanları konuşturmak gibi yenilikler getirdiği pek çok programın yayınlanmasını kabul ettirdi.




Orhan Boran 1950 yılında Elmadağda açılan Kervansaray gece kulübünde sanatçıların sahne sırasını organize etmek üzere bir ek iş kabul etmesi sorun yarattı.İstanbul Radyosu Yönetimi kendi kadrosunda bulunan bir sanatçının barda çalışmasını hoş karşılamayınca,Orhan Boran çok sevdiği Radyodan ayrılmak zorunda kaldı.Yeni işinde Paris Thjeatre des Mathurins Tiyatrosundan edindiği tecrübelerle,yapmış olduğu Anonslara esprilere renk katması çok beğenildi.ve kısa süreli esprili sohbetler yapması teklif edildi. Her geçen gün daha da beğenilen bu programlar,Orhan Boranın deyimiyle Ayaküstü Gırgır,bugünün Stand-up sanatının Türkiyede başlamasına vesile oldu.Aynı zamanda bir Firma Reklamı olan 11 soru bilgi yarışması programını yaptı. 1956 yılında BBC nin açmış olduğu sınavı 220 kişi arasından birincilikle
kazanarak Londraya gitti. Dünya Gazetesinin Londra Muhabirliğini üstlendi.BBC Türkçe Servisin de pek çok program yaptı.Haber okudu.




17 Şubat 1959 da içinde Adnan Menderesin de bulunduğu uçağın Londranın 40 Km.güneyindeki Gatwıck Havaalanı cıvarında iniş sırasında düştüğünü dünyaya ilk duyuran Orhan Boran oldu. Muhabirlikteki başarısı onu Hürriyet ve Milliyet Gazetelerinde önemli bir yere getirdi. ve 25 yıllık yazarlık hayatının başlangıcına vesile oldu. 4 yıl kaldığı İngiltereden yakın dostu Şakir Eczacıbaşının kendisini çağırması sonucu Türkiyeye döndü.Firmaların ve Bankaların Bilgi Yarışması programlarına yeniden başladı. Bu arada Yuki Fikrini buldu.Yuki halk tarafından o kadar tutuldu ki bir program olmaktan çıkıp bir fenomen oldu. Sahne hayatını 1980 yılına kadar sürdüren Orhan Boran Televizyonlu günlerdede elinde meşhur kocaman beyaz bir mendille ekranlardaydı.TRT de çalışmasının yanısıra Televizyonunda yıldızlarından oldu.Reklam filmlerinde oynadı. Şan Tiyatrosunda Sahnelenen Müzikal kahkaha adını verdiği oyunla Showlarına veda etti. Gazeteciliğe ağırlık verdi.ve ülkenin önde gelen Gazetelerinde yazarlık,kendi deyimiyle Kalem işçiliği yaparak hayatını sürdürdü.




1994 te Show Tv. de yayınlanan Şansını dene yarışmasında yarışmacı olarak görev aldı. 2002
yılında yakalandığı kolon kanseri sebebiyle iki defa ameliyat geçirdi.Hayatımın son yıllarını saçlarım dökülmüş olarak geçirmek istemiyorum.Öleceksem insan gibi bu halimle öleyim,Şu dünyayı sefil halde terk etmek istemiyorum,Hayranlarım beni hep bu halimle hatırlayacak,saçları dökülmüş olarak değil diyerek Kemoterapi tedavisini reddetti.10 Haziran 2005 de Beşiktaş Kültür Merkezi BKM.Orhan Boran Show adıyla Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosunda organize ettiği jübilede 59 yıl emek verdiği meslek hayatına ve 25 yıl uzak kaldığı sahneye veda etmek üzere son kez sahne aldı.




HAYALİ TİPLEMELERİNDEN YUKİ : Orhan Boran İngilterede çalıştığı yıllarda bir stüdyo çalışması sırasında,Teknisyenin bant kaydını zaman kazanmak amacıyla hızlı geçmesi sonucu konuşma seslerinin hızlı ve ince çıkmış olması,stüdyoda bulunan İngilizlerigüldürmüştü.Bu olay onda ilham yaratmış,ilk defa 1959 Nisan ında bir Pazar sabahı İstanbul Radyosunda dinleyicilere Yuki adıyla,ismi de tiplemesi kadar şirin garip bir hayali yaratık tanıttı.Orhan Boran Türkiyede 1960ların unutulmaz Radyo Kahramanı haline gelen Yuki,hızla dönen banttaki konuşma sesinden ibretti.Bu sesiçıkaran mahluk ne çocuk,ne büyük,ne insandı, Orhan Boranın tanıttığı şekliyle,Brezilya Ormanlarında yaşıyan nesli tükenmiş bir aileden, Tavşan kulaklı,sincap kuyruklu,kazma dişli zeki bir yaratıktı.



Orhan Boranla sohbet ederler,Yukinin yaşadığı komik heyecanlı gerçek dışı olaylardan ,gündelik sorunlardan bahsederler,kimi zamanda ahlaki değerleri gündeme getirirlerdi.Zaman zaman Yuki şakanın ölçüsünü kaçırır,Orhan Borandan güya bir tokat yer, viiik diye kısa bir çığlık atardı.Çocuk Büyük herkesi 16 yıl boyunca Radyo başında tutmayı başarmıştı Yuki. Orhan Boranın birde Kayınbirader tiplemesi vardı.Yuki den farklı olarak, karşılıklı sohbet ettiği bir varlık değildi. Sadece adından yaptıklarından ve konuşmalarından konu ettiği hayali bir Kayınbiraderdi. Bu Kayınbirader zaman zaman çok zeki ve şaşırtıcı,zaman zamanda çok saf ve salakça davranan bir tiplemeydi.Bazan da sohbetlerine, şu bizim Kayınbirader dün bana dedi ki diye başlar,işin içine birazda kaynanasını katarak Radyo başındaki insanları gülmekten kırar geçirirdi.Bizler onu sevenleri olarak şifalar dilekleriyle ,Büyük Ustanın önünde saygı ıle eğiliyoruz.


26 Eylül 2008 Cuma

Mimaride Bir Deha Mimar Sinan (1490 - 1588)


Mimar Sinan ( 1490 - 1588 ) Yılında Kayseride doğan,Armen Sinanyan 22 yaşında islama geçerek devşirme olarak 1512 yılında istanbula geldi. Mimar Sinan Yavuz Sultan Selimin Mısır Seferine katıldı. 1521 yılında Kanuni Sultan Süleymanın Belgrad seferine Yeniçeri olarak katıldı. 1522 de Rodos seferine atlı sekban olarak katılıp 1526 Mohaç Meydan Muharebesinden sonra gösterdiği yararlıklar sebebiyle takdir edilerek Acemi oğlanlar Yayabaşılığına (BölükKumandanı)terfi ettirildi.1532 de Alman 1534 te Tebriz ve Bağdat seferlerinden dönüşte,Haseki rütbesi aldı.Bağdat seferinde Van kalesi muhasarasında göl üzerinde nakliyat yapan kalyonlara top yerleştirdi.

1533 yılında Kanuni Sultan Süleymanın İran seferi sırasında Van Gölünde karşı sahile gitmek
için Mimar Sinan 2 haftada üç adet kadırga yapıp donatarak ,büyük itibar kazandı. İran seferinin dönüşünde yeniçeri ocağında itibarı yüksek olan Hasekilik rütbesi verildi.Bu rütbeyle 1537 Korfu, Pulya ve 1538 Moldavya seferine katıldı.Korfu-Pulya ( 1537 ) ve Moldovya ( 1538 ) seferlerine katılan Mimar Sinan Moldovya ( kara boğdan) seferinde Prut nehri üzerine 13 günde kurduğu köprü ile Kanuni Sultan Süleymanın takdirini kazandı,Aynı sene Başmimarlığa yükseldi.Mimar Sinan Başmimarlık görevine ı.nci Süleyman, ıı.Selim, ve ııı. murat zamanında yapmıştır.Mimar Sinanın,Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar Halepte Hüsreviye Külliyesi, Gebzede Çoban Mustafa külliyesi ve İstanbulda Hürrem Sultan için yapılan Haseki külliyesidir.Halepteki Hüsreviye külliyesinde tek kubbeli cami tarzı ile bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilave ederek yan mekanlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı Mimarlarının İznik ve Bursadaki eserlerine uyulmuştur.Külliyede ayrıca avlu,medrese,hamam,imaret,ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebzedeki Çoban Mustafa külliyesindeki renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede cami,türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir.


Mimar Sinan İstanbuldaki ilk eseri olan Haseki Külliyesi devrinin bütün mimari unsurlarını taşımaktadır.Cami,Medrese,sübyan mektebi,imaret,darüşşifa, ve çeşmeden oluşan külliyede cami,diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.Mimar Sinanın Mimarbaşı olduktan sonra,verdiği 3 büyük eser onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbuldaki Şehzade Camii ve Külliyesidir.Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tarzında inşa edilen Şehzade camii,daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.Süleymaniye Camii Mimar Sinanın İstanbuldaki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde 1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.Mimar Sinanın en büyük eseri ise seksen yaşında yaptığı ustalık eserim diye takdim ettiği Selimiye Camiidir.Selimiyenin kubbesi,Ayasofya kubbesinden daha yüksek ve derindir.31.50 metre çapındaki kubbe sekizgen şeklinde gövde üzerine oturmuştur.Üç şerefeli ince minarelerine üç kişi aynı anda birbirini görmeden çıkabilmektedir.Sinan bu camiinin ustalık eseri olduğunu ve bütün sanatını Selimiyede gösterdiğini belirtmektedir.


Mimar Sinan katıldığı seferlerde Suriye,Mısır, Irak, İran,Balkanlar, Viyanaya kadar güney Avrupayı görüp mimari eserleri inceledi ve kendisi de birçok eser verdi. İstanbul da Devrin en
meşhur mimarları ile Beyazıd camiinin ustası mimar Hayreddin ile tanıştı.( 1575 ) Mimar Sinan Mimarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraştı.Zaman zaman eskileri restore etti. Bu konudaki en büyük çabalarını Ayasofya için harcadı.1573 te Ayasofyanın kubbesini onararak çevresine takviyeli duvarlar yaptı.ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağladı.Eski eserlerle Abidelerin yakınlarına yapılan ve onların görünümlerini bozan yapıların yıkılması da onun görevleri arasındaydı.Bu sebeplerle Zeyrek camii ve Rumelihisarı cıvarında yapılan bazı ev ve dükkanların yıkımını sağladı.İstanbul caddelerinin genişliği evlerin yapımı ve lağımların bağlanmasıyla uğraştı.Sokakların darlığı sebebiyle ortaya çıkan yangın tehlikesine dikkat çekip bu hususta ferman yayınlattı.


Günümüzde bile bir problem olan İstanbul un kaldırımlarıyla bizzat ilgilenmesi çok ilgi çekicidir.Mimar Sinan 84 Cami,52 Mescid,57 Medrese,7 Darül-Kurra,20 Türbe,17 İmaret,3 Darüşşifa,( Hastahane ) 5 su yolu,8 Köprü,20 Kervansaray,36 Saray,8 Mahzen, 48 de Hamam olmak üzere 365 eser vermiştir.Büyükçekmece köprüsü üzerinde kazılı olan mührü,onun aynı zamanda mütevazi kişiliğini de yansıtmaktadır.Mühür şöyledir - El-Fakiru I -Hakir ser Mimaranı Hassa ,yani Değersiz ve Muhtaç kul,saray özel Mimarlarının başkanı demektir.Eserlerinin bir kısmı istanbuldadır.1588 deİstanbulda vefat eden Mimar Sinan Süleymaniye Camiinin yanında kendi yaptığı sade türbeye gömüldü.


MİMAR SİNAN TÜRBESİ - Süleymaniye Camiinin eski Ağalar kapısını karşı köşesinde yol
ayırımında üçgen bir alandadır.Önde som mermerden yapılmış bir sebil görülmektedir.Sebilin arkasındaki ufak mezarlıkta altı sütunlu üstü örtülü ve etrafı açık türbede Mimar Sinanın mezarı bulunmaktadır.Türbesini ölümünden az önce kendisi yapmıştır.1933 yılında Mimar Vasfi Egeli tarafından restore edilmiştir.Sandukanın uçları ile üzerindeki burma kavuk mermerdendir.Sokağa bakan demir parmaklıklı bir pencereden türbe görünür.Sinanın yetişmesine ilişkin doyurucu bilgi yoksada dülgerliği,Acemi oğlanlar ocağında öğrendiği sanılmaktadır.Acemi oğlanlar,başka işlerin yanı sıra yapı işlerindede görevlendirilirlerdi.Sinan daha sonra ordunun yapı gereksinimini karşılıyan birimlerde görev almış buradaki çalışmalarıyla öne çıkmıştır.Gerek Ordunun bu birimleri tarafından usta-çırak ilişkisi içinde gerçekleştirilen yapım ve onarım çalışmaları,öne çıkmıştır. Gerek orduyla birlikte gittiği yerlerde görme olanağı bulduğu yapılar,Mimar Sinanın eğitiminin parçası olmuştur.


MİMAR SİNANIN SIRLARI - Mimar Sinanın Selimiye Camiinin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem bularak çözdüğü söylenir. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür.Almanlar aynı sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlar.Mimar Sinan bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek bir dehadır.Almanların dehası ise, o çırkin metal yığınına Selimiyeden fazla turist çekebilmelerindendir. Birgün Selimiye Camiine girenler kubbenin altında bir Japonun ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sırtüstü yattığını görmüşler.Tabi hemen Japonu,burası kutsal bir yer bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre saygısızlıktır,lütfen oturun veya ayakta durun diyerek uyarmışlar.


Ancak Japon trans vaziyetteymiş,gözlerini kubbeden ayırmadan şöyle sayıklıyormuş,bu imkansız ben yılların Mühendisiyim bu kubbe var olamaz,hayal görüyorum,bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına aykırı bu imkansız,orada hiçbir şey yok orada,yok orada hiçbirşey yok.Selimiye camisinin zemini gevşek toprakmış,Bu nedenle minarelerinin yakın zamanda yıkılacağı farkedilmiş,Uluslararası bir gurup bilim adamı toplanmışlar,nasıl kurtarırız bu tarihi minareleri diye kafa kafaya vermişleri sonuçta en son teknoloji olan metal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar vermişler.Minarenin temellerini açınca koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaşmışlar. Mimar Sinan bilmem kaç yüzyıl önce aynı şeyi düşünmüş meğerse...